27 Şubat 2009 Cuma

çorap

aceleylen çıkıyoruz evden.
her 10 çıkışın en az onunda(!) olduğu gibi 8) sel kabanı ve ayakkabıyı giymiş beni bekliyor kapıda.
hazırım demiştim ama son bi aynaya bakıyorum.
ana!
fark ettim çorap giymemişim.
koştum yatak odasına.
annemin geçen verdiği çoraplar ortada
aldım elime, telefon da oradaymış, onu da aldım.
kapıda dikilen sel'e uzattım telefonla çorabın tekini tutsun diye
çantamı alıp yere koydum antrede
kendim de yere oturdum ki çoraplarımı ve botlarımı giyeyim.
bir çorabı giydim.
diğerini istedim (çorabı niye verdin derseniz: ne bileyim, elimde kalmış, telefonla beraber onu da tuturmuşum eline. yok canım, temiz çorap, ilk giyiyorum)
-ver çorabı?
-=)))
-ya ne gülüyon versene?
-çorabının üstünde sıpaydırmen yazıyo farkında mısın?
-hee olabilir, örümcekadam resmi var zaten
-çocuk çorabı bu?
-noolmuş! tam oluyo ayağıma?
-erkek çocuk çorabı mı alıyorsun kendine =))))
-ya ne alakası var, annem almış verdi geçen gün.
-annen sana sıpaydır men çorabı mı almış, hahahha, "anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı" =)))) puhahahahaa....

dalga geçti benle.
manyak!
üstünde durmadım, acele acele çıktık evden.
ama bunla bitti mi,
yoooo.

öğlene doğru aramış beni
-iyi günner. sizi reklam şirketinden arıyorum. sıpaydırmen çoraplarının reklam kampanyasında kullanmak üzere ayacıklarınıza ihtiyaç var.
ayacık!!!
-parada anlaşırsak kabul ederim, maddi menfaatim ne olacak dedim.
beni ikna edecek bir teklifte bulunamadı.
tersleyip kapattım telefonu.

açıklıyorum.
ayaklarım 36 numara.
nooolmuş!!!!!!
hayır ne olmuş annem ucuz bulup da üstünde örümcek adam resmi olan bi soket çorap aldıysa!
kot giymişim, altına postal giymişim.
içinde sıpaydır yazsa ne olur, barbi yazsa ne olur!!
çok komikmiş de, çok hoşuna gitmiş de, çok gülmüş de, ayacıkmış da....

akşam alışveriş merkezine götürüp kendim için havalı çoraplar aldırmaz mıyım ben şimdi buna?
peh!!!

26 Şubat 2009 Perşembe

etekten kolye yaptım!!

öyle sanıyorum ki (en azından öyle ümit ediyorum) menapoza girmeme henüz yıllar var.

deryabaykal programı seyretmeme işim engel
hobi dergileri de alıp okumam
annem falan da öyle kafayı çizmiş, nevresimden ayakkabı diken, patlak ampülden tuvalet kağıtlığı yapan biri değil. (tövbe yarabbim, verdiğim örneklere bak!)
ama,
dün akşam etekten kolye yaptım ben
allahım aklıma mukayyet ol.
hayır niye diyeceksin.
e seviyordum ben o eteğin kumaşını, rengini, dokusunu falan.
ama etek olarak da giymiyorum.
ama ne verebiliyorum, ne atabiliyorum.
hah dedim, yelek yapayım bunu. (ilk fikir makul gördüğünüz gibi, sonradan şuur kaybı oluyor.)
fikir güzel de,
ben dikiş bilmem.
biçiş hiç bilmem.
evdeki kot yeleği eteğin üstüne koyup tek yanını çizdim.
kestim.
hah! bi güven geldi üstüme.
aynı parçayı yana koydum, onu da kestim.
kestim de,
bi bakayım ki ne göreyim.
biri kumaşın ön tarafı, biri arka tarafı.
hay şeytan!!!
etek dediğin de tesettür eteği değil ki, kestiğin parçağı at, yenisini kes!
gitti boşa güzelim etek.
e ne yapaciz.
dur bari kolye yapayım dedim.
makası, iğne ipliği alıp geçtim tv karşısına.
kesiyorum, büzüyorum, dikiyorum.
bi dolu yuvarlak birikti yanımda.
sel sordu:
napıyorsun.
ters ters bakıp "oynuyorum!" dedim.
bi daha soramadı.
sonraaaa...
"boncuk" yapmaktan sıkılıp, ipe dizmeye karar verdim.
ipi iğneye geçirip, hepsinin ortasından batırıp üstü üste sıraladım.
al sana kolye!
işim bittiğinde sel bi cesaret konuştu:
etekten kolye mi yaptın yani!!?

NE VAR!!!
hayır ne var yani, bunalmış, sıkılmış olamaz mıyım.
etekten kolye yapmak suç mu?
sabah anneme yazdım, haklı olarak anlamadı kadıncağız.
resim çekip yolladım.
hazır resim çekmişken dedim, siz de bakın da görün bu bunalık (kelime doğru yazıldı. bulanık değil, bunalmış manasında bunalık) saklambacınız nelerle uğraşıyor.



25 Şubat 2009 Çarşamba

nasıl yorumlasam, neye yorsam?

bazı yorumları yapmak kolay tabi.
etrafta üç beş kişiye sorsan ,en azından fikri olana rastlarsın.
gugılı açar yorumdu, tabirdi, faldı bişeylere bakar, "hıııı" dersin.
"rüyamda bulut gördüm neye yorsam" kolay bi soru.
"falımda at çıktı" da öyle.
"burç yorumlarımda kısmet görünüyor" da eyvallah.
da,
"pizzamdan paket lastiği çıktı, tam ortadan ikiye bölünmüş"ün yorumu ne ki?

öğlen kitapla zaman geçirince, pek aç da değildim, yemeği az önce yedim.
bir yerden ayıptır söylemesi vejeteryan pizza istedim.
geldi.
aldım çatalı bıçağı....
3. dilimde bu çıktı!
yorumlamaya faydası olur diye ayrıntı atlamıyım:
yarısı 3. dilimde, yarısı 4. dilimde çıktı.

şimdi:
rüyada lastik görmek iki yüzlü bir kişiyle tanışacağınıza, onunla bir iş yapmaya kalkıştığınızda büyük zarar edeceğinize yorumlanırmış. (eh. pizzadan çıkınca da zarar etmiş oluyorsun. nispeten doğru)
falda lastik çıkması ise giriştiğin bir işte sonuç almanın uzayacağına falan delalet olabilir.
ama,
pizzadan lastik çıkmasını nasıl yorumlasam a dostlar!
"ordadan sipariş vermeye devam edersen tez zamanda sağlık sorunu yaşayacaksın" olabilir mi acaba?

not: lastiği çıkartıp kalanını da yedim ha! iğrenç miyim açık konuşun!

24 Şubat 2009 Salı

ne yapmalı bilmiyorum!

çocuk tam 21.5 yaşında.
cin olma yolunda adam çarpma antremanlarıyla meşgul
dünyalar güzeli, esprili, hayat dolu, pür neşe annesi ölüp gittiğinde 5 yaşındaydı.
annesini asla hak etmemiş babası, çok kısa süre sonra evlendiğinde de henüz okula başlamıştı.
baba yalancı..
baba bencil.
babada yanlış çok.

çocukluk dönemi zor geçti.
annesini kaybettiği aynı kazada ölen dedesinin de ardından iyice yalnız, mutsuz ve kaza sebebiyle fiziksel anlamda da sakat kalan anneannesi sahip çıkmak için uğraştı ona, ona sebep hayatta kaldı.
üvey annenin alakalı anne pozları çok kısa sürdü.
baba umursamadı
çocuk huzursuz ve fakat arkasında bir anneanne olduğu bilinciyle nispeten güven hissederek büyüdü.
baba amerikaya gitti bir süre sonra üvey anneyle.
çocuk bırakıldı anneannede, başka bir şehirde.

liseye başlarken, amerikaya gitti o da.
5 sene oradaydı.
anneanne maddi manevi arkasında durabilmek için her şeyi yaptı.
her şeyi.
yeter ki o iyi olsundu.
kısmetsiz, kadersiz çocukcağız, kızının emanetiydi.

aile olarak biz, hep yanında olmaya çalıştık.
bi tek babam, her zaman şüpheyle baktı söylediklerine.
ben, annem, kardeşim hep onun tarafıydık.
ona hep bunu hissettirdik.
sen özelsini, sen değerlisini, sen bizim ailemizin parçasısını söyledik durduk her yanlışında.

detaylar uzun...

üniversiteye devam ederken-ettiğini söylerken- döndü geldi türkiyeye, ananenin yanına.
ondan sonra arkası kesilmedi sorunların.
tekrar gidecekti vize alamadı
okula para yolladı kaydı yeniledi
yeniledi okula gidemedi
gidemedi parayı kurtaramadı
yeşil kart yılan hikayesi oldu
kesinleşen işler suya düştü
suları eşek içti, dağa kaçtı
dağlar yandı bitti kül oldu..

güya!

kısmetsizliğine şanssızlığına ağladı
yer geldi onunla beraber söylendik
yeri geldi "allahallaaaah"dedik
yeri geldi o iş öyle olmaz dedik.
her bişeyin yeri geldi, yeri geldikçe hep söyledik.

pişmiş tavuk oldum dedi, çıkar yol aradık.
"ailemiz" içinde olduğunu ispata çalıştık.
hep ama hep "iyi insanlar" gördü bize baktıkça.

şimdi:
cin olmadan adam çarpma peşindeki bu delikanlı, anneanneyi sadece kasa olarak gördüğü ve kullandığı yetmiyormuş gibi, milyon tanesi fos çıkan yeni iş fikri sebebiyle para lazım olduğundan, kadını tehdit etmiş oturduğu evi satıp, mirastan düşen payı kendine versin diye.

şeytan yürüdü beynime!
doğduğundan beri tanıdığım, sevdiğim, sonraları sevmeye çaba sarfettiğim bu çocuğu,
kadersiz bulduğum, yanlışlarını haklı bulmaya çalıştığım bu çocuğu,
abla, arkadaş, dost olmaya çalıştığım bu çocuğu,
karşısında duranlara karşı yanına geçtiğim bu çocuğu.....
bi temiz dövmek istiyorum.

gördüğüm her yanlışa rağmen,
yanlışlarını haklı sebeplere dayandırıp, düzeleceğine inanarak destek olmaya;
ve belki bu yüzden onun tarafından saf salak iyi niyetli göründüğümü bilsem de sevgi vermeye devam ettiğim bu çocuğa, hiç görmediği yüzümü göstermek istiyorum.

sanırım sonunda tüm hırsımı, meydanı boş buldum zanneden, gemi azıya alan bu gerizekalı bebeden çıkartıcam!
kalbimin en özel köşesinde sonsuza dek kalacak olan güzel annesi ve tarifsiz sevmiş olduğum dedesinin ruhları hiç kusura bakmasın!

23 Şubat 2009 Pazartesi

hafta sonu raporu vereyim

cuma pek gıcıktım, malum.
eve gittik öf, pöf.
bunalım takılmak niyetindeyim.
hayatıma girip muhtemel zengin koca adaylarımı bertaraf eden sel'e de gıcığım.
o da farkında.
ama pek olmadı.
kardiş geldi.
az buçuk biliyor durumu.
konuşalım, dertleşelim, iyi gelir diye çıkmış gelmiş.
bişeyler yedik önce
kardiş de rakı alıp gelmiş ki, faydası olsun sakinleşmeye.
şahsım pek rakı insanı olmadığımdan, eşlik etmek için başka bişeyler içtim önce.
baktım içtikçe bi dertlenme azalması oluyor.
rakıyla devam edeyim dedim.
ettim.
e tabi olmadı.
ayıptır söylemesi ööğğkkk...önce gidip içtiklerimin bir kısmını döktüm.
sonra da yatıp uyudum.
sabah bi kalktık ki ankara anKARa olmuş.
bizde kalan kardiş kalktı, bi eğitimi varmış ona gitti.
sel işe gitti.
zavallı şahsım ise sürünüyorum.
yok valla sadece içtim diye değil,
sanırım birgün önceden üşüttüm de biraz.
zira o gıcık gün boyunca defalarca dışarı çıkıp telefonla konuşmuştum, üstümde bi ince gömlekle.
hastayım!
ama nasıl fenayım.
ama fena olmam nasıl fena bişey!!
zira akşama kardiş ve nişanlısı beraberlerinde kızcağızın abisi ve yengesiyle beraber yemeğe gelecek.
insanlar ilk defa evimize gelecekler.
rakı-balık muhabbetine.
rakı diyince midem bulanıyor benimse.

allahtan anne-baba desteği var.
yoksa vallahi bitmiştim.
babam türlü çeşit balık almış, tam hazırlamış hepsini pişirmeye uygun.
unu bile doldurmuş kavanoza getirmiş.
annem mezelerin hepsini yapmış.
hazırlamış, tabaklara koyup süslemesine kadar yaptı.
salataları hazırlamış, getirmiş.
yemek takımını dolaptan çıkarttı, yıkadı temizledi,
sofrayı bile annemle hazırladık, çoğunu annem.
ben gidip iki defa kustum, mızıldadım, üfleyip, püfledim.
ama annem her bi şeyi hazır etti.
oldu bitti herşey.

akşam geldiler saat 19 da.
allahtan çok tatlı, samimi, hoş sohbet insanlar.
toplasan beraber 3. yemeğimiz (biri onların annesinde, biri annemlerde olmak üzere) ama uzun zamandır dostmuşuz gibi.
oturduk sofraya saat 19:30 gibi.
kalktık saat 03:00 de
valla!
8 saat.
erkek milleti rakıyla,
kadın milleti de nar şarabıyla ittirirken balığı, bir sohbet, muhabbet.
(ben sadece 1.5 yudum şarap alabildim ağzıma. suyla eşlik ettim onlara)

saat 03:00 de kalkıp çıktılar.
ben zaten nane molla durumdaydım.
gıda maddelerini dolaba kaldırıp,
masayı öylece bırakıp yattım.

pazar saat 11 gibi kalkıp önce ortalığı topladık.
topladık dediysem çoğunu sel halletti aslında.
ben çıraklık yaptım.
sonra kahvaltı mahvaltı.
biraz alışveriş.
annemin getirdiği bi dolu şey vardı,
götürmek için gittik annemlere.

akşamdan kalan bi sürü ekmek vardı, aşağıda kuru ağaç dallarına taktık, kuşlar yesin diye.
kediler için mama
köpekler için balık artıkları uygun yere.
su ihtiyaçları için bir kap su.

sonraaaa,
bir arkadaşımın istediği, sipariş ettiği bir yelek vardı.
kolaycacık bişey, kendim için yapmıştım da, o da beğenmiş, istemişti.
onu yapmam gerekiyordu.
annem ve babam yardım ettiler, bitirdik.
ona da yetiştiler yani.
8)

akşam yemeği için eve döndük.
biraz ev işi, toparlama faslı.
tv-battaniye
bitirdik günü işte.

bu sabah da kalkıp geldim yine yeni bir haftaya başlamak üzere işe.
iyi bir hafta olsun dilerim.

not: ara vere vere yazdım bi saattir. darma dağınık. yazıdan bişey anlamayanlar kendine kusur bulmasın. ben bi dağınık yazdım bugün galiba. ama dönüp baştan okuyup düzeltecek halim de yok valla 8)

20 Şubat 2009 Cuma

şu an

zengin koca avcısı olan tüm kadınları gayet iyi anlıyor ve zekalarından, doğrularından, tecrübelerinden dolayı hepsine hayranlık duyuyorum.
onlardan biri olmuş olmayı becerememiş olan kendimi ise herhangi bir söz söyleyecek kadar bile muhattap almıyorum.
en küçümser ifadeyle bakıp aynadaki aksime "müstehak sana" demek geliyor içimden.
tedavisi mümkün olmayan bir gerizekalı olduğumu ise aha da buradan, tüm dostlarıma duyuruyorum.

sen bu kafayla devam et
hayat dediğin şey harcadıkça yeniden başlayabileceğin bir oyun çünkü!!!!

gugıldan fal tuttum

pek çok şey için kullandığımız gugılı bu kez de fal tutmak için kullanmış bulunuyorum canım okuyucu (aaallah, sen insanı boş bırakıp da can sıkıntısıyla sınama yarabbim!!)
açtım gugılı.
girdim görsel aramaya.
yazdım adımı ve soyadımı tırnak içinde.
bastım görsellerde ara tuşuna.

8))))

şimdi itiraf ediyorum, kendi sonucumu aldıktan ve memnun olduktan sonra tanıdığım birkaç kişiyle daha denedim bunu.
bazısının suret kitabından edinilmiş bir resmi çıktı ilk resim olarak
kiminde manzara resmi
kiminde isim benzerliği olan bir başka kişinin resmi çıktı.
grafik bi çizimler çıkan oldu.
anlamlı anlamsız bi dolu şey döktü gugıl.
kiminde birkaç sayfa, kiminde tek resim.


şimdi gelelim beni gülümseten sonuca:
bi kere hiiiiç bi yerde resmim çıkmadı.
esasında şaşırdım.
benim yüz sureti kitabındaki resmimi ciddiye almamış gugıl.
sevindim.
adımı duyan bilen herkesin gugıla sorup suratıma bakmasını istemezdim.
ama çıkan resim ayrıca gülümsetti beni.

altında "anka kuşu" yazan bu resmi görünce dedim ki:

ne hoş!
(oturaklı esaslı bi laf söyledim mi zannettin yoksa. yok yav, ne hoş dedim sadece)

ama bi bakın,
adını yazıp da bunu görmek hoş değil mi 8)




sağolasın gugılcan. tebessüm etmeye ihtiyacım var valla.

19 Şubat 2009 Perşembe

özgürlük?

saat 10 gibi telefonum çaldı.
kardişin nişanlısı arıyor.
benim kardişi merak etmiş. sizde mi acaba? dedi.
yooo dedim.
bi türlü ulaşamıyorum, açılmıyo telefonu dedi.
"aikido vardı bugün, girerken konuştuk, çıkışta eve gidicem demişti. 8 gibi bitiyor çalışma. eve de gitmemiş de...."
allah allaaahhh dedim. hiç saat 10'lara kalmaz çalışma gerçekten. haftada 3-4 gün gidiyor. hiç bu saate kaldığı olmadı.
birbirimizin merakını arttırmış olarak kapattık telefonu.
e nerde bu çocuk dedim Sel'e
bitmemiştir çalışma dedi.
saat 10 neredeyse, bu saate hiç kalmaz ki dedim.
istersen gidip bakalım dedi.
kafamda senaryo şu şekilde:
bizimki çalışmadan çıktı
gelirken trafikte biriyle dalaştı
muhtemel ki siniri geçmedi.
ya sağa çekip arabadan indi
ya -adam gittiyse- onu takip etmeye başladı.
telefonu arabada bıraktı indi arabadan.
artık gerisi allah muhafaza.
değil araba, önde içi eşkiya dolu kamyonet olsa, bizimkinin göz dönünce yapacağı bu.
bi nevi salak-gerizekalı yani... (hayır öz kardeşim, canımdan öte allah biliyor, ama deli)
neyse, bendeki senaryo bu.
endişeliyim.
bikaç kez de ben aradım açılmadı telefon.
15 dakika sonra duydum kardişin sesini
-aloooo
-hah! ay merak ettik de nerdesin?
-ya aikidodayım çıkıcam az sonra ararım.
telefonu kapatmadan hemen sordum kızceğizle konuşup konuşmadığını.
konuştum konuştum dedi.
oh rahatım.
iki dakika sonra kızceğiz aradı.
ikimiz de rahatız.
ay sormayın aklıma ne senaryolar geldi dedi.
valla ben yolda biriyle biririne girdi diye düşündüm dedim.
aynı şeyleri düşünmüşüz tam olarak 8))
senaryomuzu birbirimizin ağzından alıp tamamlayarak gülüp kapattık telefonu.
10-15 dakika sonra kardiş aradı.
-e olm merak ettik yaa!
-sonraki derse de kaldım bugün.
-e ama hiç kalmıyordun, kızceğiz de meraklanmış.
-ya ona da sinirlendim zaten. telefonumda 28 arama var!!! ulan bi iki saat habersiz kalamıycam mı ben demek ki!!! 2 saat ya, bu mu yani, her adımı haber etcez demek ki!!!!
-e hık mık ama..
-bu ne yaa! alışık değilim ben! bu mudur yani. 2 saat konuşamayınca alarma mı geçirilir!!!
kardiş kızmış, uzatmadım.
-kız haklı ama falan diye bişeyler geveledim, tamam uzatmayalım konuşuruz dedi, kapattık.

kişinin tam bağımsızlığı, sevdikleri ve sevenleri olduğu sürece belli bir noktada kalmak zorunda işte.
kılına zarar gelse kalbi yarılacak insanlar varsa etrafında, değil 2 saat, 10 dakika haber alamayınca bile alarma geçer birileri.
kardiş mevzuyu nişanlı olmasına bağladı gibi, ben de çaktırmadım ama, olay kız arkadaş, sevgili, eş olayı değil ki.
o 28 aramanın bir kısmı da bendim 10-15 dakika içinde 8)))

17 Şubat 2009 Salı

teğet mi kiriş mi? yoksa özneye değil yükleme mi bakmalı?

geçeni diyorum?
bize geçen yani, teğet mi, kiriş mi?

demeci veren malum kişilerin matematik profesörü olmaması, kimi geometri terimlerinin kullanımında hayata düşmelerine sebep olabilir. anlarım.
ama hatanın tekrarı, yanlışta ısrar, karşındakini gerizekalı yerine koymaktır ki, bunu sinirlenmeden kabul etmek mümkün değil.
ben ve benim gibi maaşlı çalışan kişilerin, belki emeklilerin, ancak ona buna zırt pırt gelen zam ve hayat pahalılığı gibi etkenlerle farkına vardığımız ve sinirlenip söylenmemize neden olan "küresel kriz" aslında tam göbeğimizden kiriş olarak geçti ve içerde kaldı!

sel kocası maaşlı bir çalışan değil.
kendi işini yapıyor.
sektör de inşaat sektörü.
dairenin göbeği yani.
kirişin battığı noktalardan biri.

geçenlerde canı çok sıkkındı.
esasında epey uzun süredir sıkkın.
giderleri sabit olduğu halde, gelirleri tamamen durmuş durumda.
onun kadar sakin kalmayı becerebilen, pozitif düşünen, olumlu bakan, çabadan vazgeçmeyen biri için bile fazla kötü herşey.
dolayısıyla uzun süredir keyfi yok.
geçen akşam yine yoktu.
"bilmemkim abi" dedi,
intihar etmiş.
nasıl yani, kim dedim.
falanca şirketin sahibi dedi.
zamanında, binasını yaptırırkendi, tanışmış, çalışmıştık.
oturup yemek yemişliğimiz, çay kahve içip muhabbet etmişliğimiz var.
tekstil işi yapıyordu, çok da güçlü bir firmaydı.
milyonlarca borcu varmış.
iki tabancayı, iki yandan şakağına dayamış, çekmiş tetiği!

kaç ay oldu, bir başka tekstilci ve bir de özel okul sahibinin daha intihar ettiğini okuduk, borçlarının altından kalkamayınca.
firmalar batıyor.
binlerce insanın işten çıkartılması bile yetmiyor batan firmayı bataktan kurtarmaya.
çok büyük şirketler batıyor.
kaçından haberdarız kendi dünyamızda.

kriz, adı var, kendi yok bir kelime değil.
reel sektör, aldığı her solukta hissediyor krizin kötü kokan nefesini ensesinde.
ben işten çıkartılmadığım sürece, ay başında alacağım parayı bilerek çalışıyor ve harcamalarımı ona göre planlayabiliyorum.
sel öyle değil.
koca bir ay boyunca tek bir iş bile yapamadığında, ama giderleri katlanarak artmaya devam ettiğinde, bir zaman oturup konuştuğu, yiyip içtiği birinin altından kalkamadığı borçları yüzünden bu dünyayı ve ailesini bırakıp gittiğini öğrendiğinde, kesinleşmiş gibi görünen işlerin iptal olduğu haberi geldiğinde, değil önünü görmek, içinde bulunduğu anı bile doğru göremediğinde, kimle konuşsa felaket haberi alıp, nereye baksa "kiriş" gördüğünde....
akşam haberlerinde "hamdolsun"lu bir cümle duymak onu hasta ediyor.

yollarımız aylardır bozuk.
ankara'da nereyi kapatıp, nereyi açtıkları, nerde ne kazı yapılıp, nereye ne geçit yapılacağı belli değil.
yol dediğimiz şey -en azından benim güzergahımda- düzleştirilmeye çalışılmış zemin anlamına gelir oldu.
bir çukura, bir kapağa, bir yükseltiye çarpmadan gidebilmek mümkün değil.

gerizekalı bir yöneticisi olan, saçma sapan idare edilen bir apartmanda oturuyoruz.
24 dairenin yirmisi falan aynı ailenin.
ve kirada.
apartmanla ilgili giderlere para vermek istemedikleri için doğru dürüst hiçbirşey yapılmıyor.
10 gündür suyumuz yok.
bugün sıra geldi de, döşendi bizim evdeki borular ama su ne zaman gelir bilmiyorum.
elektrik aksamını da bozmuşlar.
asansörler çalışmıyor.

bunak apartman yöneticimiz 12 ay değişmeden verdiğimiz aidatın 350 lira olması gerektiğine karar vermiş. merkezi sistem ya!
ev 18 dereceydi yine.
ayda 350 liraya 18 derece ısınıyoruz.
gaz bitiyor, yetmiyor diyor.
apartman sakinleri ekstra para toplamayı kabul etmedi diye kapıcıdan 3000 lira borç almış.
"adam sen manyak mısın, benim adıma nasıl borç alıyorsun sen" cümlesini biraz daha kibar biçimde ilettik.
sırtındaki hırkasını çekiştirip
"yav ne yapayım üşüsün mü millet, olmaz ki" dedi
yapabileceklerini ve yapamayacaklarını anlatmaya imkan yok.
hiç bir şey anlamıyor.
ben haftada 3 kez dialize gidiyorum diye savunuyor kendini sen nasıl elalemden borç alıp, bana ödetmeye çalışırsın diye hesap sorulduğunda.

otoparka bakan tarafta oturan ikinci kat sakini polis memuru kadın, kuşlara yem verildiğinde, balkonunun önündeki ağaca kuş konuyor ve gürültü yapıyor (kuş ötüşü gürültü dediği) diye, kuşlara yem vermemizi istemediğini beyan etti.
sinirim ve sabrım konuşmayı kaldıramayacağından yüzüne birkaç saniye bakıp yürüdüm.
balkonu zaten demirli, dolayısıyla kuşlar balkonumu kirletiyor deme ihtimali yok, sesten rahatsız oluyormuş!

bizim apartmanın 2. katı, bizimle aynı taraf kiralık.
kirayı öğrenmek için aradım.
bana aidatın kışın 225, yazın 125 olduğu söylendi.
yaz kış aidat değişmediği gibi 2 yıl önce bile 125 diye rakam hiç vermedik biz.
rahaaat rahat söylenen yalandan sinirim zıpladı!

boru döşemeciler gelecek diye öğleden önce evdeydim bugün, tv izledim biraz.
salak saçma yöntemlerde insanlardan cin çıkaran bi adam ve ona inanıp güvenen insanlar vardı.
şifacı olduğunu iddia eden zat, karşındaki kadına birlikte olmayı bile önerebilecek kadar yüzsüzken, bunun şifa edinmek için, şeytana vermek gereken bir rüşvet olduğunu söyleyecek kadar da yaratıcıydı!

tırnaklarımı yedim biraz.
üstelik oje de vardı 8(

sel beklediği bir işin daha ertelendiğini söyledi.
suları akmayan, asansörü bozulmuş olan, 18 derece anca ısınan güney cephe evimiz için
dialize gidip gelen yöneticinin iyi niyeti sebebiyle 350 lira aidat vermemiz gerekirken,
kedilere su ve mama, kuşlara ekmek vermek için ise
arabasını asla ait olduğu daire numarasına tahsis edilmiş park yerine bırakmayı öğrenemeyen komşularımızın keyfini beklemeliyiz!

yoruldum, yorulduk!
ama dinlenebilmek için huzura ve paraya ihtiyacımız var.
ikisi de kolay değil bu günlerde.

bana hiç cin girmedi.
cinci hocalardan medet ummadım.
ama
bu ülkenin içine ciddi ciddi cin girdiği ortada.
eğer çıkartabilmek için,
akıl sağlığı normal insanlar gibi yaşamamızı sağlayabilmek için
cinci hoca gerekliyse
yeminle razıyım.
bu ülkedeki cin'i çıkartacak cinci hocaya ne isterse veririm!

hasılı,
benim fena halde sinirlerim bozuluyor.
bize teğet geçen o şeyi alıp birilerine kiriş yapmak istiyorum!

13 Şubat 2009 Cuma

olacağı buydu...

sıcak su yok, soğuk suyu ısıtıp ısıtıp kovalardan dökünüyoruz diye şikayet eder misin, olacağı buydu.
akşam eve gittik ki apartman kapısında bi yazı.
bu patlayıp duran sıcak su boruları yüzünden karar verilmiş ki komple tüm binanın boruları değişecekmiş.
cuma-cumartesi-pazar günleri daire sakinleri (ki bir haftadır süren su cinneti yüzünden artık sakinliğini koruyamıyor olmaları muhtemel) evde olsunmuş.
olmazlarsaymış, 10 gün su niyetine bişey akmayacakmış!!!
ona göreymiş.
of allahım.
ne sıcak, ne soğuk, zerre su yok evde.
8(((
sabah bayrama sorduk (kapıcı oluyor kendisi)
eeeee? ne yapaciz?
dedi ki:
abi aşağıdan başlayıp boruları sökecekler. bugün sadece kırım söküm işi var. öğleden sonra ben seni ararım sıra size gelirken.
iyi dedik.
sel bugün çok cinnetli, stresli, tam 13. cuma tadında bir gün geçireceğinden, ben izin alırım dedim.
akşam üstü aradıklarında çıkıp, gidip evde borucu bekliycem.
ay yeter ki gelsinler de bari cumartesi-pazar bitsin şu iş.
çamaşırları da annemlere götüreyim bari.
yıkanacak bi sepet malzeme var.
üüüfff...
öyle işte.

12 Şubat 2009 Perşembe

10 maddelik acil önlem ve dahi eylem planı

1- sabah çayı tek şekerli, sonraki çaylar şekersiz içile! (tamam tamam hadi gün içinde 1 şekerli çay hakkı daha veriyorum)

2- altıncı katta oturuyor olmanın avantajı kullanılıp, asansör yerine merdivenle yukarı çıkıla!

3- bol su içile!

4- sabah kahvaltılarında yağlı ballı dilim dilim ekmek yemek yerine "formuna dikkat eden kadınlar" sınıfına dahil olup mısır gevreği ve süt ikilisiyle idare edile! (tamam hadi hafta sonları abart ama bari hafta içi yeme şu yağları, balları)

5- gece yatmadan önce "e acıktııııım" diyip allah ne verdiyse yutmak yerine en fazla bir meyve veya yoğurt yenile! (yoğurt da soğuk soğuk yenmez ki. bari ılık süt içeyim)

6- bir önceki maddenin uygulamasında ılık süt'ün içine nesquik katma, yok efendim keçiboynuzu ve şeker ilave etme gibi fikirler akla geldiği anda savuşturula! (iyi tamam be!)

7- bir süre zayıf gösterici giysilerden uzak durula! (siyah dar pantolonlar, yüksek topuklar falan giyip zayıfım diye dolaşacağına koca popolu bol kotlar ve topuksuz botlar giy, gayrete gel)

8- görümcelerin "aa hayatta olmaz, iki dolma daha ye, üç köfte daha koydum" ısrarları soğukkanlı ve taviz vermez tavırlarla geri çevrile!

9- çerçey'in koca poposuyla dolgun butlarıyla yarattığı sevimli görüntünün, bir dişi insan olarak sende aynı etkiyi yaratmayacağı, en azından bu yüzyılda öyle bir şansın olmadığı akılda tutula!

10- sağdan soldan sipariş edilen lezzetli öğlen yemeklerinin tek amacının restoranları, büfeleri zengin etmek olduğu, yapılacak en iyi şeyin ise çorba-galeta-yoğut-meyve gibi ucuz ve fakat az kalorili gıdalarla beslenmek olduğu akılda tutula!

sonuncu ve ek madde:
sel kişisinin bütün itirazları, reddedişleri, olumlu sözleri, ve hatta iltifatlarının sadece ve sadece kendi görüşü olduğu;
aslında gerçekleri yansıtmadığı;
inek gibi olsam da adamdaki kim tarafından yapıldığı belli olmayan göz bağlama büyüsü sayesinde fark edilmeyeceği ve hatta beğeniyle karşılanacağı;
lakin onun beğenisinin toplumsal beğeni ile paralel gitmeyebileceği
ve şahsımın sadece koca kişisinin gözüne hoş görünmekten daha fazlasını talep eder bir yapıda olduğu
akılda tutula ve gereği yapıla!!!!
te o ka!

11 Şubat 2009 Çarşamba

üf

sıkıldım
uykum geldi
oysa uykumu getiriyor diye ekinezya çayı içmekten de vaz geçmiş, kahveli lokum yemiştim.
bana mısın demedi.
internetten sipariş ettiğim kitaplar hala gelmedi.
bi arkadaşım aradı ve saçma sapanlıkta sınır tanımayan bi konu üzerine 22 dakika konuştu.
ilgileniyor ve önemsiyor gibi yaptım.
çok saçmaydı.
üzüldüm onun adına.
yüzük parmağıma bolken
pantolon üstüme yapışmış halde.
yüzüğe bakıp tatlı yiyebiliyorken (zayıflamışlık efekti yaratıyor)
pantula bakıp şekersiz çay içiyorum. (insanın boydan uzaması belli bir yaşa kadarken, enden uzayabilitesinin yaş sınırı olmaması ne fena!)
2 kilo versem mutlu olucam.
sıkıldım.
üfledim.
oda ahalisinin sıtarbaks'tan zencefilli bilmemneli çay içesi geldi.
ben de içeyim bari.
gidip alacaklar madem.
öksüz gibi kalmıyım.
esasında lokum iyiydi, ağzımın tadını bozasım yok ama
belki gelince canım ister.
ayh!
evde de sıcak su yok.
zaten yoktu aslında da bi gelmişti.
önce yoktu, zira hidrofor pompası patladığından yukarı su çıkmıyordu.
pompa yapıldı canavar gibi akmaya başladı sular.
1 gün aktı yani.
sonra sıcak su gitti.
soğuk akıyor allahtan.
meğer sıcak su boruları patlamış pompa kuvvetli olunca.
hey allahım yaaa..
su ısıtıp ılıtmaktan fenalık geldi.
sel dün "insanların eskiden neden koktuğunu anladım, hak verdim dedi" yıkanma teşebbüsü sonucunda.
bu akşam herkesin kendi annesinin evine gidip yıkanmasına karar verdik.
2.5 saat sonra çıkar annemlere giderim paşa paşa.
yemeğimi yer, banyomu yapar, çerçeyimi mıncıklarım.
koca kişisi de sonra gelip beni alır.
not1:
e niye gelemedi bu kitaplarım yaaa....
kulağım telefonda!
not2:
şimdi baktım internetten. "yanlış şubede" diyor. hey allahım yaaaa!!!! bi de utanmadan yazmışlar oraya!!!

9 Şubat 2009 Pazartesi

yağmur

çok güzel yağıyor.
ıslanıp nezle olmak, hafif ateşlenip işten yırtmak, battaniye altında kitap okumak istiyor canım.
09022029

5 Şubat 2009 Perşembe

bi lavstori

boz'du adı.
yakın ilişki kurduğum ilk hayvan.
sevdiğimi bilen,
sevgisini aşırı gösteren,
kocaman bir sokak köpeği.
ama sanmayın işsiz güçsüz bir berduş.
devlet memuruydu o, ölene kadar hem de.

şehrin epey dışında bir sosyal tesiste oturuyoruz o zaman.
hayatımın 16 yılı geçti orada.
hala çok özlemle hatırlarım.

babamın iş yeri tesis içerisinde.
kocaman bir alan.
ufak bir bina çalıştıkları yer.
sorumluluğunda olan pek çok da ambar, depo vs.
girişinde bir bekçi kulübesi.

boz'u ve kardeşlerini bekçilerden biri bulmuş.
boz ve iki kız kardeşi.
nasıl ufaklar.
bebecikler.
bi şekilde anneleri ölmüş olmalıydı.
kış günü, nasıl olduysa gelip bekçi kulübesinin civarına sığınmışlar.
babam çok ilgilendi onlarla.
zaten ailecek çok hayvanseveriz ya,
babam ağır misafirlermiş gibi ilgilendi, ilgilendirdi onlarla.
ilk zamanlar sütler, ekmekler vs.
sonraki zamanlar kasap mamulleri
bebecikler büyümeye başladı.
nasıl güzeller, oyuncular ve belli ki çok da akılllılar.
biri-boz renkli olanı-erkek.
diğer ikisi siyah ve dişi.
alıştılar ya oraya, artık hep oradalar.
bekçilerden birkaçı sıcacık kalpli adamlar, oradalarken çocukları gibi bakıyorlar onlara.
birkaçı çok da hoşnut değil, eksta iş olarak görüyor onlarla ilgilenmeyi ama, görev kabul etmişler, yapıyorlar.
hafta sonları, hatta akşamları bazen, koşup gidiyoruz biz de oraya babamla.
sev sev, oyna oyna...
nasıl akıllılar, ilk kez bu kadar yakından haşır neşir oluyorum, hem şaşırıyor, hem bayılıyorum.
biraz büyüdüler, 3 koca köpek oldular.
hepsi birbirinden akıllı.
nasıl oldu, neden öyle gerekmişti tam hatırlamıyorum ama,
babam boz'un orada kalmasına,
kızların ise onlarla ilgilenen veteriner'in bulduğu ve tavsiye ettiği ailelere verilmesine karar verdi.
kızlar gitti.
kızlar gittiğinde boz büyüdü.
ben ilk kez yas tutan bi köpek gördüm.
henüz koca bi çocuktu ama, kardeşlerinden ayrılınca, büyüdü.
(babam sonradan çok üzüldü, pişman oldu aslında. kızları kısırlaştırabilirdik, üçüne de orada bakabilirdik, keşke vermeseydik diye)
neyse, dediğim gibi kızlar başka ailelere gitti, boz bekçi olarak işe girdi.
en iyi bekçim derdi babam ona, şu adamların hepsinden uyanık!

boz çok akıllı, çok ama çok sevgi dolu bir köpekti.
çok da saldırgan!
bu iki huyun aynı köpek bünyesinde birleşmesine de ilk kez tanıklık ediyordum.
sıcacık bal gibi bakan gözleri, yabancı birine bakarken, beni bile korkuturdu.
dizime yatarken uysal bir kedi gibi olan koca köpek, bir yabancıya hırlarken gerçek bir canavara dönerdi.
aşırı, aşırı korumacıydı bize karşı.
her türlü tehdide açıktı algıları.
yanlışlıkla elini havaya kaldırsa birisi karşımızda, hemen ayağa kalkardı.
onunla tek başıma her türlü tehlikeye girebilirdim.
o kocca köpek, sıcacık gözleriyle her yerde ısıtabilirdi sanki sevdiklerini.

bi gün boz'un yanında pırıl pırıl tüylü, sürmeli gözlü, yumuşacık, kibar bir kurt köpeği gördük.
sokak çocuğu gibi serseri görünüşlü boz (her yaz 1 kere yıkardı onu babam) ve ipek tüylü bir alman kurdunu tavlamıştı.
köpek sokak köpeği değildi belli ama kimin köpeğiydi, neydi bilemedik.
dişi kurt 1 hafta kadar bozla beraber kaldı.
onu da çok sevdik.
sonra,
dişi kurt'un birkaç km ilerdeki bir çiftlik evinin köpeği olduğu öğrenildi.
adam-sahibi-gözü gibi bakıyormuş buna.
almanyalardan getirttim ben onu, vermem diyormuş.
kız geri gitti.
ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum şimdi,
bir süre sonra kızı yine gördük bozun yanında.
boynunda kopmuş bir demir zincirli tasma
8)))
boz kızı kaçırmış, artık nasıl yaptıysa.
kız da hamileydi zaten.
ay nasıl mutluyuz boz'un bebekleri olacak diye.
boz gibi akıllı, sert ve güvenilir, annesi gibi güzel ve uysal bebekler olacak.
(arada aklıma geldi, yazayım:
boz bekçi ya. o bölgenin, o iş yerinin, o alanın bekçisi.
bekçiliğini yaptığı bölgenin içinde de bir bina, devlet dairesi var.
e insanlar girip çıkıyor malum.
mesai saattleri içinde boz rahat.
kimseye ses etmez,
çalışanlar rahat rahat girer, çıkar.
mesai saat 17:00'de biterdi babamların.
o zaman boz'un mesai başlar.
giriş çıkışlar durdurulur boz tarafından.
eğer ki işi bitmemiş, binada kalması gerekenden fazla kalmış bir memur varsa, çıkmadan önce bekçi kulubesini arar ve boz'u bağlatır. zira mesai saatleri bitince boz kimseyi tanımaz. yanından geçip, naber boz diyebilen adam, akşam boz bağlı değilse etrafta dolaşamaz.
öyle bi köpekti boz.
o hırlayarak bi adama bakarken, benim nabzım hızlanırdı.
ama kendi kendine izin verip, görev alanından uzaklaşıp, site içinde dolaşmaya çıktığında ise, çoluk çocuğun maskarası olur, peşinde koşuşturan çocuklara bir kelime etmezdi.)
neyse dedim ya boz gibi akıllı ve sert, anneleri gibi güzel bebekler olacak diye mutluyduk.
ama olmadı.
kötü baba serseri bi delikanlıya kaçan kızını buldu ve kaçamayacağı bir yere gönderdi.
boz ve kurt kız sonsuza dek ayrıldı.
boz nasıl mutsuz oldu, nasıl küstü anlatamam size.
nasıl akıyordu gözlerinden aşk acısı.
durgunlaştı.
kayıtsızlaştı.
yaşlandı.
güzel oğlum benim.
o dişiye gerçekten aşıktı.
aşıklardı birbirlerine belli ki.
ama bebeklerini göremedi.
köpekler aşk acısından ölebilir derler.
o kadar severmiş ki köpek, sırf aşk acısından ölebilirmiş.
onun için "köpek gibi seviyorum" denilirmiş.
doğruydu belli ki.
ben boz'da gördüm bunu.

boz'un bir daha başka sevgilisi olmadı.
dişi kurt'un gidişinden ne kadar sonraydı hatırlamıyorum öldüğü.
ona ait bazı şeyleri kafamdan silmiş olmalıyım.
çok ama çok canımız yandı.
birkaç gün kayboldu
ölüsü bi bekçi tarafından bulundu.
babam ağladı.
biz çok ağladık.
hem evi, hem iş yeri olan bölgede bir ağaç altına gömdüler onu.
benim güzel boz'um.
ilk ve en sevdiğim köpeğim.

ayh.. neyse, duygusallaşmayayım şimdi.
yazıyı aşk'tan bahsetmek için yazdım.
bir önceki yazıda kedilerin flörtünden bahsettim ya,
boz'un aşkından bahsetmezsem yarım kalırdı.
ondan bu uzun yazı.
ha, baştan söyleyeydin de okumayaydık diyen varsa,
okudun da zarar mı ettin canım okuyucu.
bak boz'u tanıdın işte, fena mı oldu.
8)

4 Şubat 2009 Çarşamba

bir iş yeri öyküsü

önce erkek vardı.
(insanlık tarihi anlatmıyoruz! dedim ya iş yeri hikayesi)
hem karizmatik bi tip, hem de sıcak kanlı.
geldikten hemen sonra, kısa zamanda, insanlarla iyi ilişkiler kurdu.
"tek adam" pozunda gezmeye başladı.
belli bir süre sonra diğer erkek geldi aynı kadroya.
aslında daha yakışıklı, daha da nazik fakat diğeri kadar konuşkan olmadığından insanlarla ilişkisi daha kısıtlı kaldı.
ilk erkek bize daha önce göstermediği bir yüzünü göstermeye başladı bu ikincisi gelince.
kavgacı.
hem de nasıl.
ağız dalaşını hep o başlatıyor, arkadaşlık ilişkisinin yakınından bile geçmiyorlar.
hani neredeyse eski bir husumet var aralarında, burada tesadüf denk geldiler diyeceğim!
ikinci erkek, dedim ya aslında daha iyi huylu görünen, daha sakin bir tip, diğerinin hakimiyetini kabul etmek zorunda kaldı.
aynı mekanlarda bulunmuyorlar.
ancak ilk erkek yoksa ortalıkta, insanlarla kaynaşabiliyor ikincisi.
o da çok kısıtlı.
derken,
bir dişi, ama allah var gerçekten çok hoş bir dişi katıldı aramıza.
genç, baya çıtır bişey,belli.
ürkek.
kimseyle konuştuğunu görmedik başlangıçta.
samimi teklifleri ustalıkla reddediyor.
fakat dedim ya, çok da güzel, kibar, akıllı görünüyor.
bizim karizmatik ve asabi erkeğin gözünden kaçmazdı tabi bu şahane dişi.
hemen yakınlık kurmaya çalıştı.
uzaktan geldiğini görüp gözüyle takip etmeler, yanına gitmeler, flört lafları falan.
fakat güzel kız hiç pas vermedi.
tersledi
uzaklaştı
bağırdı hatta.
diğer erkek de hoşlandı ondan, görüyorum.
ilki kadar bariz tavırlarla göstermese de, çaktırmadan yakınında bulunmaya çalışmasından, uzaktan bakışından belli.
ama ilk erkek yüzünden zaten sosyal ortamlarda bulunma sıkıntısı vardı.
şimdi iyice az görünür oldu.
dün bizim efe yoktu.
neden gelmedi bilmiyorum, gelmemiş.
bahçeye çıktığımda gördüm bu ikisini.
çıtır kızla, efendi çocuğu.
kız yine biraz çekingen,
çok yakınlaşabilmiş değil çocuğa ama,
diğerine verdiği tepkiyi vermiyor.
bizim ezikliği kabullenmiş kibar oğlan da, öbürünün yokluğunu fırsat bilmiş rahat rahat dolaşıp, boy göstermede.
gülümsedim.
yakıştırdım ikisini birbirine.
hem de sürekli azarlanıp kovalanan çocukceğiz bu sayede sadece çıtır kız ile değil, hepimizle iletişim kurabilir kıvamda. rahat.
bugün öğle yemeği sırasında bizim çıtırı tek başına buldum bahçede.
hava nasıl güzel nasıl güzel.
bahar gibi.
sırtımı güneşe verip ısıtmam mümkün oldu.
baktım bu da güneşleniyor.
keyfi de yerinde.
gözüm iki erkekten birini aradı ama bulamadım.
süper bir fırsat kaçırdılar diye düşündüm.
içeri girdim.
az önce hava almak için yine çıktım ki ne göreyim.
bahçeye kurulmuş bizim asabi ilk erkek, yemek yiyor.
kızı görememiştim ki, baktım ilerden geliyor.
bizimkinin gözler bir açıl.
kızı gözleriyle yiyecek vallahi, her adımını takip ediyor.
kızceğiz de bundan habersiz kırıtmada.
derken bizimki yemeği falan bıraktı, bunun yanına yürüdü.
ama kız durmadı, göz mesafemden çıktı, devam etti yürümeye.
bu da peşinden kayboldu.
az sonra bir bağırma, bir bağırma....
peşinden bir ağlama!
8)))))
kızceğize bişey yaptı mı sandınız yoksa.
deli gibi bağırıp ağlayan bizim erkek!!!!
kızı bilmem ama bu kös kös ve ağlaya ağlaya geldi geri.
hay allah ne oldu falan dedim ama pek fayda etmedi.
başını okşadım yalnız.
şimdi meraktayım acaba güzel kız, diğer oğlanla mı yakınlaştı ki.
bak söylemedi demeyin, kanlı kavga çıkar vallahi.
zaten burası benim bölgem, ben buldum diye dövüp duruyordu bu duman, kibar çocuğu.
bir de kızı kaptığını duyarsa, kanlı kedi savaşları yakındır derim.
*************************************
16:45 ekleri:
ilk resim çıtır kızımız. endamı pek güzel ama ayakta çekemedim. dedim ya biraz çekingen zaten:

alttaki ise karizmatik ve asabi ilk erkeğimiz duman. çok insan seven, konuşkan bir kedi ama aslında buranın hakimi benim havasında.

ikinci erkeğin de resmini koyacaktım ama dediğim gibi, dumanın olduğu yerd eonu görmek pek mümkün olmuyor. zavallıcık kimbilir nerde oturmuş, bizim çıtır'ı hayalleniyordur. 8)

3 Şubat 2009 Salı

zahmet

hidrofor pompası mı ne bozulmuş.
su çıkmıyo yukarı.
cumartesiden beri böyle ince ince akıyor.
o da soğuk su.
sıcak su hiiiiç yok.
kaloriferler de kendini ısıtabilse ısıtacak.
sabah ev 16.5 dereceydi.
yaz kış demeden 12 ay 250 lira ısınma parası ver!
cümle kalorifer peteklerinin arkasına yalıtım malzemesi fombort koy.
görüntüye mörüntüye bakma, yatak odasının dış duvarlarını da o fombortla kapla, aman perde arkasında kalıyo nasıl olsa, yazın çıkartırız, sıcak olsun da... diye ikna et kendini.
ev zaten güney cephe
buna rağmen sıcaklık 16-17 bilemedin 18!
kapıcıya sorduk
başkan az yaktırıyo dedi.
başkan dediği gerizekalı beyni çoktan ölmüş bi bunak!
e sıcak su dedik
akşama gelir inşallah dedi.
ketılda, çaydanlıkta falan ısıttığımız suyu kovada ılıştırıp yıkandım 2 kez.
sabah kalkıp gözünü sıcak akan suyun altında açmak ne lüksmüş yarabbim.
sen bi kafama su dök, duş muş yapamayacam bu sabah dedim sel'e.
kafama su döktü, saçımı yıkadım.
kolum molum hep ıslandı.
sinir oldum.
halıya damlayan sular yüzünden çorabım da ıslandı makyaj yaparken.
zaten bi yerlerim dondu, ev buz!
üüüfffff.....
bu akşama sıcak su çıktı çıktı,
çıkmadı annemlere gider sımsıcak banyo yaparım ha!
tencere çaydanlıkta su ısıtıp, kovalarda ılıtıp, maşrapayla kafadan dökme teknolojisi zahmetliymiş meğer.
bu başkan olacak geri zekalıya da bi çift lafım olacak yakında ya, neyse.....
(dikkatinizi çekerim, yönetici değil "başkan"!!!)

2 Şubat 2009 Pazartesi

güzel türkçemiz

e esnek işte.
nereye çeksen oraya.
sordum sel'e:
biz hangi muhtara vericez?
bi baktı tövbe tövbe ifadesiyle.
devam ettim:
e tanımıyoruz ki kim kimdir. ne bileyim canım ben hangi muhtara vericem?

yav ne var şimdi bu lafta?
asmışlar resimlerini sağa sola.
bana ver, yok allah aşkına bana ver falan diye ilanlar.
sakallı bıyıklı kel kafalı biri var mesela, hayatta vermem ben ona.
sel efendi hemen carladı:
kimseye vermeyecen sen!!!!!

hayır araba kullanıyor olmasa "ne diyorsun sen be" diye yapıştırıcam bi tane ama, bereket elinde direksiyon var. canım ona emanet. ancak:
"eh sen kime vereceksen ben de ona vereyim bari" dedim.
pis!
lafı çirkin çirkin yerlere çekecek ne var şimdi bu soruda.
nihayetinde hepimiz bir muhtara vermeyecek miyiz?