13 Mayıs 2009 Çarşamba

bi de başlık için kasamıyciim kendimi...

aşağıda bahsettiğim saatlik konuşma...
söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil modundayım.
"onun ablası olarak değil, benim arkadaşım olarak görüp, öyle konuşuyorum " dedi bana kardeşimin nişanlısı, dün boş evde, karanlıkta, pencere önünde sohbet ederken.
haklı.
nişanlısının ablası gibi olmadım hiç.
arkadaşı olmaya gayret ettim.
kardeşle kavga ettikten sonra bile "kimi arayacağımı bilemedim, ilk siz aklıma geldiniz" diye beni arayıp dertleştiğine göre,
bunu başarmaya yakınım demektir.
buna sevindim.
ama,
kardeş yanlış!
buna üzüldüm.
belki kendince haklı bazı sebepleri var ama,
yanlış işte.
tavırları, inatları, dayatmacı hali, bakış açısı....
ne bileyim işte yanlış.
bu kadar doğru düzgün bir adamın, bu kadar yanlış davranabiliyor olmasına şaşırıyorum bir yandan,
üzülüyorum diğer yandan.
ne söylesem bilemiyorum.
ablası olarak onun tarafından bakıp ona hak veremiyorum
kadın tarafım ağır basıyor ve dik başlı biçimde karşısında, nişanlısının tarafında duruyorum.
oysa o benim kardeşim.
siz bilmezsiniz bizdeki kardeş duygusunu belki.
o benim canım.
değerlim, kıymetlim.
onun canı yanmasın, benim yansın gerekirse.
kalbi acımasın, ben paylaşırım gerekirse.
ama.
ama işte.
doğruya doğru, haklıya haklıysa eğer...
kardeş yanlış!
nasıl davranabilirim tavırlarında değişiklik meydana getirmek için bilmiyorum.
bilmiyorum.

ay öf sıkıldım daha da yazmıycam.
kafam dolu, aklım dolu
yapılacaklar, görevler
istenenler, istenmeyenler
eksikler, tamlar,
gücümün yettikleri yetmedikleri
sinir olduklarım, kızdıklarım
estek köstek bi dolu şey.

bunu da yazıdan saymayın ha!
ben bi döneyim klasik saklambaça,
gelirim o zaman yine.
içim şişti şimdi burda.
zaten sabah beri-ne sabahı dün geceden beri- içimden bi ses sürekli onunla konuşuyor, yoruldum billahi.

neden yazıyorum bunu

bir insan evladı bir yandan telefonda konuşurken- ki takriben 50 dakikadır- bir yandan niye blog yazısı yazar?
sorarım niye?
çünküüüüü...
tam klavyenin başına geçmişken çalan telefonun diğer ucundaki kardiş,
sanıyorum ki bir 50 dakika daha konuşacak.
(ay uzun hikaye anlatırım sonra)
ve fakaaaat,
kayıp 30 kuş tarafından yazmam yönünde gelen dürtükleme,
beni rahat bırakmıyor.
kardişe
hı hı
evet
ama yok, öyle değil ki
bence düşün
vs
cümleler kurarken bir yandan da bu satırları yazmam ondan.
baktım konuşma bitmeyecek
baktım konuşma bitmedikçe ben yazamıycam
baktım yazamadıkça yalancı olacam
en iyisi dedim bir yandan şu 3 satırı yazıyım.
o yani.
dur gelcem gene.