23 Haziran 2010 Çarşamba

şükürler olsun! erdim ben!

zaman zaman bi tuhaflık, bi değişiklik hissetmedim değil.
ama insan kendine konduramıyor tabi.
ama oldu işte.
erdim!
yani ermişim!

yoksa en uydurmasyon haberimin gerçekleşmesini nasıl açıklayabiliriz, öyle değil mi?
8)
hahay korkun benden.
zira ben bile korktum benden.
anacım bi bakın da söyleyin ama
hani ben şurda yazdım ya ezelle bihtergillerin yolu kesişiyor diye
demedim mi ednan dayıya koşacak diye
buyur bu ne
yaaa..
yaaaa...
dayının karşısına ednan çıkıyor muymuş, çıkmıyor muymuş
demek bana malum olmuş.
gerçi bi nebze burkulmadım değil
madem erecektim, cenabül rabbül alemin bana başka bi işaret yollasaydı da olurdu
ama hikmetinden sual olunmaz, bunu yakıştırmış.
o da olur.

şimdiii..
yeni haberimi yazmadan önce biraz istirahate çekilmek isterim.
malum artık bu saatten sonra yazacaklarıma dikkat etmem lazım.
önerileriniz felan varsa peçeteyle.. ya da ne biliyim artık bu işin raconu neyse o şekilde iletiverin bana.
çekinmeyin.
yazarım,
olur.
8)

18 Haziran 2010 Cuma

yepisyeni ankaralogosu


malum.
ankaranın yeni logosu görücüye çıktı.

şekil1: yeni ankara logosu
(bu laf bi anda nasıl saçma geldi anlatamam. olmuş bitmiş iş, görücüsü mü kalmış. gördük beğenmedik diyelim şekerimizi alıp kalkıcaz mı? görücüymüş. laf!)
kedi komuşlar.
hem siyahını hem beyazını yapmışlar.
hoş ankara kedisi siyah olmaz ama, olsun varsın.
gözleri de renkli yapmışlar, amenna.
tüyleri uzun mu değil mi artık onu göremiyoruz, logo kafayı temsil eden bi yuvarlaktan ibaret.
kulak-kaş bile koymamışlar.
neyse artık.
koymadıklarına değil de, koyduklarına takıldım biraz.
kedi hayvanına hayran olan, herhangi bi kedinin herhangi bir yerini hiç çekinmeden öpüp mıncıklayacak kadar bu yaratıklara meftun olan biri olarak-e bi de ankaralıyız tabi- itirazımı dile getirmek istedim.
şimdi buradan basın aracılığıyla huzurlarınızda sayın belediye logocularına sesleniyorum:
öhöm...
sayın belediye logocuları;
kedi gözü öyledir evet ama kedi ağzı öyle olmaz kardeşim.
kırmızı dudak çizeydiniz bari, bu ne la!
kedi dediğin şeyin bıyığı vardır.
kadın erkek çoluk çocuk fark etmez, hepsi bıyıklıdır bu mahlukatın.
bak sakallı olsa da onu koymasan anlıyım, hadi belediye resmî yer, sakal olmaz dedin diyeyim.
ama bıyık yahu!
senin belediyenin olmazolasıca başkanında bile var bıyık.
kediden niye kestiniz?
ayıp!
allah bilir bu logo için bi dünya da para almışınızdır.
şimdi iki bıyık çizmeye de para istersiniz siz.
içim elvermez, belediyemin parası cebinde kalsın.
ben kendi elcağızımla düzelttim sizin logoyu.
ekstradan bi de kuyruk koydum, hadi iyisiniz.
para mara da istemiyorum ha.
maksat kedi hakları yenmesin.
hadi öperim
saygılarımla
imza:
saklambaç


şekil 2: bizzat düzenlediğim en yeni ankara logosu

17 Haziran 2010 Perşembe

müşkül durumlar

* aşırı bi uykum var. şu an bilgisayar başında ve dahi işimin başında çalışıyor görüntüsünde olsam da "bir kısmım" uyudu. arkadaşa "ekmek arası nescafe mi yapsam ne yapsam" diye mail attım, güldü. oysaki ekmek arası olmasa bile en azından 2 kaşık yesem mi diye düşünmüştüm. sek!

* aman bu çok moda şimdi diye ne zamandır kaçıp durduğum bi kitabı aldım neden sonra. almaz olaydım. içimi nasıl bir kararttı, ruhumu sıkıştırdı, nefesimi daralttı anlatamam. bi yandan da merak ediyorum. öğlen okudum yetmedi tabi. daha da beter yerde kaldım. şimdi kitap masamın üstünde bana azap veriyor. çaktırmadan kucağıma mı koysam, bluzun altına sokup tuvalete mi götürsem de okusam bilemiyorum.

*kardiş aradı, onunla konuşurken bahçeye çıktım. ağaç altında durdum. üstüme böcük mü yağdı, ağaçtan bit pire sinek mi düştü bilmiyorum ama bi kaşıntı geldi üstüme. saçımı başımı dağıtıp, elimi yüzümü yıkayıp, üstümü başımı soyunmak istiyorum.

*bilgisayarın açılış şifresinin süresi dolmuş, "değiştirmek için son 14 gün"den başladı her açılışta geri saydı garibim. her seferinde "taaam taaam sonra değiştirecin" dedim geçtim. şimdi bugün illa mutlaka değiştirmem gerekiyor. biliyorum çok saçma, salakça ama dert oluyor üstüme. yeni şifre ne koyucam ben yaa.. her gün daha işe gelir gelmez bismillah yazdığım bişey. sevimli pozitif bişey olması lazım kanaatindeyim. sonra olur da biri ben yokken bişeye ihtiyaç duyar da açmak için arayıp şifre soracak olursa da rezil olmadan söyleyebileceğim bişey olması lazım. ay ne yapayım ben şifreyi. üf.

*yazacak başka madde bulamadım. gelmedi aklıma. bu da müşkül durum sayılır mı 8)

16 Haziran 2010 Çarşamba

bizzat tecrübe ettim ve sonuç!

şu aşağıdaki mevzu ile ilgili olarak bi deneysel çalışma yapayım dedim.
(evet şu an işim yok ve evet çok sıkılıyorum)
görev şu:
sel aranacak, elden geldiğince çocuksu konuşulacak, tepki ölçülecek.

nasıl konuşacağım ile ilgili önce kendi kendime 3-5 cümle sarfettim.
alıştırma babından.
pek de beceremedim galiba
şimdi açık konuşayım o da bi beceriymiş.
sadece sesini inceltmeye, küçültmeye çalışmakla, r yerine y kullanmakla etkili sonuç alınamıyormuş.
pes etmedim.
artık olduğu kadar olsun dedim, elime telefonu aldım dışarı çıktım.
birinin beni duyamayacağı kadar uzaklaştım sosyal alandan ki ele güne rezil olmayayım.

zıırr..
-efendim?
-kociişş..
-?!!.. efendim canım?
-müsaitmisin? (ilk fire. müsait misin sorusu kafası bişeye basmayan bebek kadınlar için uygun bir soru değil ki.. oysa önceden o telefonu açar açmaz en cıvık sesimle, müsait olup olmadığına bakmaksızın yılışık biçimde "yaapooşuunn?" demeyi hesaplamıştım.)
-müsaitim, söyle?
-eee.... akşam beni çarşıya götürsene? gözlük alıcam. (buyur! oldu mu bu şimdi. birincisi götür dedim, götüy demedim, ikincisi "gözlük alıcam" ne demek, göşlük aaşana bana, göslük âl kayıcığına falan demeliydim)
-tamam gideriz.
-eeee.. (burada çocukça bi tonlamayla bişeyler söylemek için zaman kazanmaya çalışıyorum ama aklıma hiçbişey gelmiyor) gidelim tamam mıııı?

ve sel'in beni hayalkırıklığına uğratan cevabı geliyor?
-sen ağlıyor musun?
!!!!

bana "sen ağlıyor musun" dedi yaa!!
bi mana veremediği salak konuşmama bakıp ağlıyor musun! diye sordu!

pes!
-e yok. yarım nezle oldum da ondan, dedim. sol tarafım nezle.
gerçekten de sürekli olarak hapşuracakmış da hapşuramamış bir hissiyat içindeyim.
sol tarafım nezle, sağ tarafta tık yok.
yapmaya çalıştığım tuhaf konuşma vurgusu, bu yarım nezle halimle de birleşince demek ki hastalıklıyım izlenimi oluşturdu adamda!
-ee tamam o zaman, hadi görüşürüz.
-görüşürüz.

budur yani.
"alışmadık kıçta don durmaz" derler bir laf vardır hani.
durumum aynen bu.
8)

15 Haziran 2010 Salı

yeden ayamadın kocacik?

mermerleri döve döve, tokatlaya tokatlaya yıllarca çalışan, elleri fırıncı küreği gibi olan tokatçılar varmış ya Osmanlıda.
bildiniz mi?
hah işte onlar tarafından şöyle kaba etlerine doğru sağlam bir tokadı hak ediyor bunlar.
öyle ki arkadan o tokadı yiyince öne doğru 5 metre uçup, dizüstü kapaklansınlar da, oturup zırıl zırıl ağlasınlar.
gerçi ona da tahammül edilmez ha!
"uf oldu" diye yeri göğü inletir bunlar.
olmaz olasıcalar!

kimler mi?
şeyler işte, "kocasıyla konuşurken çocuk sesi çıkartan, çocuk tonlaması, vurgusu, konuşması-konuşamaması yapan kendi gelişmiş, beyni ruhu gelişememiş gelişemeyesice kadınlar"
allahım sen bunları nasıl yarattın, nelerini eksik kodun (tövbe haşa!) yarebbim?
deli olacam, ay valla tiksiniyorum, tahammülüm yok, zorla değil ya!

len kocan o senin!
sen mi manyaksın adam mı sapık?
çocuklara meyilli de, ele güne ayıp olmasın diye seni mi kakaladılar?
niye yarım cümlelerle, eksik harflerle, hastalıklı bir vurguyla konuşuyorsun?
sevimli mi oluyorsun, şirinlik mi bu, bak ben o kadar masumum ki, kafam daha 3 yaş civarı iması mı?
bilen varsa ne olur bi anlatsın, hatta bunu sevimli bulan varsa bi izah etsin bana ne olur.
onlar mutlu evliliğin formülünü bulmuş da ben mi yaya kalmışım.
dudaklarımı uzatıp salakmış gibi ses çıkartırsam, cümleleri yarım bırakırsam ne kazanırım?
yok mu bilen?
3 tane 5 tane değil bunlar.
cahili var eğitimlisi, güzeli var çirkini,
20'lik olanı var 40'a dayananı, çıtırı var -allah sizi inandırsın- kazulet gibi olanı!
yok mu gören?
ayyhhh...!

14 Haziran 2010 Pazartesi

sonuçsal durum değerlendirmesi

bildireyim.
listedeki durum şu:
kıyafetler ve ayakkabılar henüz ayıklanmadı
perdeler yıkandı
bitkiler saksı değiştirmedi
duvar boyanmadı
halı yıkamaya verilmedi
baharat dolabı temizlendi
banyo dolabı çekmecesi temizlendi
cdlik alındı cdler nispeten toparlandı
balkonlardan biri temizlendi.
kışlık kazaklar vakumlu torbaya kaldırıldı
göz doktoruna gidilmedi
bilgisayardaki resim dosyaları düzenlenmedi.
sadece şirket bilgisayarından çerçey resimleri toparlanıp yedeklendi.
hobi malzemeleri olduğu gibi duruyor
kitap rafı alındı, yetersiz de olsa, en azından bi göz şenliği sağlandı.
şekersiz çaya henüz alışılamamış olsa da, şekersiz içmeye devam ediyorum
almayı düşündüğümüz araba da ne mene bi şeyse, doğru dürüst bi ilan çıkmadığından hala alamadık bişey.

eh.. hiç yoktan iyi yani.
ve
bahsettiğim uzun kot elbiseyi de aldım.
giydim de.
hatta az evel bahçeye çıktığımda kız çocuklarından biri "elbiseniz çok güzel" dedi bana 8)
7-8 yaşlarındaki tanımadığım bir kız çocuktan iltifat almak çok eğlenceliymiş.
sevindim.

(bi çeşit okul gezisi herhalde. şirkette şu an özel bir kolej öğrencilerinden olan 100 küsur ilkokul çocuğu dolaşıyor. bahçe masasının üstünde küçük bir dağ oluşturan yüzlerce topkek ve meyve suyu yığını ise an be an azalmakta. heryer cıvılcıvıl. ve neredeyse bunaltıcı 8)
kız çocuklar etrafı süzerken oğlanlar çimenlerin üstünde top oynuyor.
kedi ise sanırım saklandı)
8)

son dakika:
öğretmenleri şimdi "hadi gidiyoruz, hadi yavrum, hadi kızım" diyerek kalabalığı toplama çalışıyor.
kek kaldı mı ki 8)))

11 Haziran 2010 Cuma

Bihter Ziyagil ile Ezel Bayraktar arasındaki büyük sır! yollar kesişiyor!

geeel, gel.
gel bakalım yabancı okuyucu..
Nooldu, canım benim?
Şaşırdın!
8)
bihter dedin, ezel dedin, sır dedin, kesişme miii dedin, geldin.
anacım allasen ne okuyacağını sanıyordun bi söylesene, kurban olayım?
behlüle hırslanan bihter, eyşana hırslanan ezelle mercimeği fırına verecek de
ednanım da "daaayıııı" diye ramize koşacak mı sanıyordun?
hıı?
yaaa yaaa..
ava giderken avlandın değil mi?
denek oldun bak.
ne deneği mi?
şu:
bir yazının okunmasında başlığın önemi.

test yapıyorum ben şimdi.
bu birincisi.
dur dedim afilli bir başlık atayım da, en magazinel olanından, bakalım okuyucu sayısında değişiklik olacak mı?
e gazetede de okudum ki bugünün bihteri olan dünün kız çocuğu birkaç yılda servet edinmiş ki öyle böyle değil.
bir talep bir talep.
dedim madem talep bunlarda, du bakalım ben bu menşurları başlık yapayım da bizzat gözlemleyeyim reytingdeki değişimi.
hahay, şaşırdın mı?
8))

e ama bura kadar gelmişsin, eli boş göndermeyeyim seni.
bak senin için güssel bi resim yaptım elcağızımla, kısıtlı imkanlarımla.
arkamdaki arkadaşın ekranımda abuk subuk uğraşlar görüp benden tiksinmesini bile göze aldım, evet.
gitmeden önce ona bak bari, pek de yakışmadılar ama idare et.
bu iyiliğimi de unutma.
çıkarken de göz bebeğini okut kapıdaki cihaza.
tanıyım seni bi dahaki gelişinde.
hadi
selametle.
8)

10 Haziran 2010 Perşembe

yımırtalar-sezon finali

ahım tuttu herhal.
benim de pek bişeyim tutmaz ama
tutacağı varmış demek ki.
sahipsiz çıktı o yımırtalar.
geleni-gideni-soranı-üstüne oturanı yok.
bu saatten sonra da ben alıp üstüne oturamayacağıma göre
işleri bitti!
demek hakikaten istenmeyen yumurtaydı bu.
süpriz yumurta 8)
gidip kafe tuvaletinde doğuran kadınlar gibi
uçarken bi anda yumurtlayası geldi kadının-ki kadın dediğim güvercin.
bizim pis balkon dikkatini çekti,
yumurtladı gitti.
öbürü de artık başka bi cins belli ki.
bu sahipsiz yumurtayı gören başka bi gariban kuş da cami avlusu mantığıyla geldi, kendi yumurtasını bıraktı gitti.
başka mantıklı bi açıklama bulamadım ben.
olsa olsa böyle olmuştur.

o kadar söylendim, vay pisliktir, vay şudur budur diye ama
sahipsiz o yavrucaklar da pek dokundu bana şimdi.
çerçöpün üstünde yanyana duran terkedilmiş iki kader ortağı...
yazık yaavv..

9 Haziran 2010 Çarşamba

görmemişin puanı olmuş....

şimdi bizim maaşlarımız bankaya yatıyor ya,
şirket anlaştığı bankayı değiştirmiş
o bankaya değil öbürüne yatacak artık dediler.
bu vesileyle de banka, arayıp bulamadığı kredi kartı kakalama avantajını elde etmiş oldu tabi.
dediler ki bize kredi kartı da gelecek o bankadan.
puan da yükleyecekler.
istemeyenler varsa da artık puanı falan kullanıp iptal ettirsin.
kendim şahsen zaten bundan 5 sene önceye kadar kredi kartı sahibi de olmamış, olduktan sonra da tek kartla yetinip, başka bir kart almamış bir insanım.
bi tane kartım var.
dı, yani.
şimdi bu banka değişimi sebebiyle bi tane daha ittirdiler.
iyi dedim.
madem puan yükleyecekler, çorap morap alırım ben onla, sonra da kullanmam.
5 lera mı yüklerler 10 lera mı bilemedim tabi.
olsun, bi çorap parası olur herhal dedimdi.

şimdi giriş bölümü böyle.
neyin giriş bölümü mü?
şeyin işte, ben bi "tüketim çılgını olma, her beğendiğini alma" psikolojisine girmeye niyet ettim de, o neden oldu onu anlatmaya çalışıyorum.
benim bu 5-10 lira canıma minnet diye baktığım puan olayında meğer daha büyük rakamlar söz konusuymuş.
ne bileyim ben, şimdiye kadar bi sürü banka değiştirdik hiç birinde bi kuruş hoşgeldin parası görmediydik.
bu canım ciğerim bankam meğer bizlere bir çorap parası değil, bi-iki üstbaş parası edecek kadar puan yatırmış.

şimdi biz o puanları görünce ağzımız kulaklarımızla fiyonk oldu.
beklemiyoruz ya.
alllaaaaa... havadan para! harcarım ben bunu hemencecik oh oh oh... moduna girdik.
mutluyuz mesuduz.

gelgelelim,
bütün bir hafta sonu çarşıpazar, alışveriş merkezi, cadde sokak dolaştık.
dolaştık...
ben bişey alamadım iyi mi!
ay alamıyorum!
hayır param var harcamaya niyetlendiğim,
gayretim de var
konsantrasyonum da tam
ama olmuyor!
ona bakıyorum: "amaan ne gerek var"
buna bakıyorum "ay eder mi o kadar para!"
berikini elliyorum: "e ben bunu sosyeteden falan alırım ki.."
ötekine gidiyorum: "cık! etmez!"
alamadım.
ala ala sel kişisine bi keten gömlek aldık, o!
ha bi de küçük bi kitap rafı.
8)

gözün tok dedi sel bana.
ama alasım var, dedim.
ama karakterin elvermiyor fuzuli para harcamaya dedi.

neyse işte, puanlar kaçmıyor ya,
beğendiğim bişey çıkar, alırım elbet dedim.
dedim de,
havadan gelen puanları ilk görüp de "alllaaaaa... tüketiiiiimmmm.." diye ani bir şuursuzlaşma yaşama evresi kısa sürüyormuş.
ben de öyle oldu ya da.
misal dün sel'in işinin bitmesini beklerken dolaştığım çarşı-pazar bölgesinde pek de hoşuma giden uup uuuzun bir kot elbise buldum.
cüce bir kimse olduğumdan, bu uzun elbiseyi uzuun topuklu ayakkaplarla giyerek çevre üzerinde ilüzyon yaratırım, selvi gibi görünürüm diyerek de pek hoşlandım.
fiyatını sordum, ucuzcu bi yerdi zaten, e puanlarım da yetiyor.
ama alamadım.
valla alamadım!
zira içimdeki tutumlu saklambaç "len eder mi ki bu elbise bu kadar" diye karşı atak yaptı.
dış saklambaç "ama puaaann.. "diye savunmaya geçecekti ki
iç saklambaç "kızım o da para değil mi, puan muan, bi bak, dolaş, daha ucuzunu bulursan ya" diye susturdu onu.
tartışmayı uzatmadım.
cebimde puanlarla çıktım tükkandan.
sonra sel'le buluşunca, ondan medet umdum.
elbiseyi gösteririm, fiyatı da söylerim
o da "yav, var işte paran, güzelmiş, al hadi" diye ısrar eder dedim ama
sel kişisinin kocalık yapacağı tuttu:
"bu straplez ama!" dedi.
değil.
straplez!
ya işte boyundan bağı var bak.
straplez!

ama vazgeçmedim.
hafta sonu annemle mi çıksam acaba?
alsam mı düz renk bi uzun elbise?
puanım var yaaaa....

8 Haziran 2010 Salı

pişiririm çocuklarınızı!! Yeter bee!

evet ağırdan aldım.
ağırdan aldık yani.
sel ağırdan aldı daha doğrusu.
mutfak balkonunu diyorum.
güvercinlerin evini yani.
temizleyemedik pazar günü.
sel temizlerim ben demişti, girişemedik.
zaten yağmurdan-doludan fırsat da olmazdı ama evde de değildik.
akşam gibi bir sabaha uyanıp, akşam yemeği yer gibi ışık açarak kahvaltı ettikten sonra dışarı attık kendimizi.
hava soğuk değil, deli gibi yağmur da var, kaçırmayalım istedik.
hem alıştırverişir, mal-para takası falan da lazım..
balkon kaldı öyle.
kaçmıyordu ya.
yaaaa...
yaaa..
balkon kaçmadı kaçmasına da,
ne ara görüşüp anlaştılarsa
yeni kiracılar damlamış.
kabus gibi yaaaa!!
öbürlerinin yapıp bıraktığı yuvada, bu sabah 2 yumurta vardı.

lan belamısınız olm!!!
ne ara geldin, ne ara çıkarttın o yuvarlakları len!
ne bu!
yumurtalardan biri normal güvercin yumurtası
diğeri bıldırcın yumurtası mıdır nedir, o boyda.
ne biçim, ne çirkin ilişkiler bunlar!
kimden o yumurta!
kimsiniiiz!!!

ay deli olacin.
yo valla bu sefer izin yok.
sel "tamam temizleriz balkonu, o kısma dokunmayalım, gerisini temizleyelim, artık oturacaksa otursun" dedi.
oh ne ala
balkonu arz ettiğimiz gibi, bi de hijyenlerini de sağlayalım!
sebep?
sıçıp batırdıkları balkon, yeni kabahatlere hazır duruma gelsin!
üf beee.

bak, buradan yerel basın aracılığı ile sana sesleniyorum güvercin alemi.
sözüm sana!
kimden peydahladığın belli olmayan o 1.5 yumurtayı kırar yerim, o yuva yerine de sahanı bırakırım ki bir sonraki sefere zahmet olmasın.
yeter ya!
yeter ama!

4 Haziran 2010 Cuma

evsel durumlar

fena gitmiyorum.
çekmeceler, baharat dolabı ve balkon temizliği tamamdır
balkona masa da aldık.
perdeler de yıkandı, asıldı.
sel perdeleri söküp çıkartırken, sonra da asarken benim rahat rahat tv karşısında oturuyor olmam, işlerin içeriği konusunda biraz şüphe yarattı onda tabi.
bütün işleri listeledim, hepsi bitecek diye dolanıp duran ve
perdeleri sök
perdeleri as
gel çekmeceleri beraber temizleyelim
hadi balkonu yıkamama yardım et
masa almamız lazım
sel şu saksıları değiştir, falan diyip duruyorum.
-tek başına yapacağın bir iş var mı listede? diye sordu haklı olarak.
listeyi tek başıma yaptım ya, daha ne!


mutfak balkonundaki yavru güvercinlerden biri 3 gün önce uçtu.
zaten o diğerinden önce yumurtlanmıştı, ve daha iriydi.
tam manasıyla güvercin olmayı başaramamış, henüz güverCİK kıvamındaki diğer bebe ise bana dert oldu.
zaten annesi her geldiğinde, büyük olan, kadını işgal edip tekeline alıyordu, bu salak civ civ diye boşa geziniyordu ortada.
büyük yavrunun uçmayı başarıp bunun tek başına pislik içindeki balkonda mahsur kaldığını fark ettiğimde telaşa kapıldım: ya annesi artık gelmezse de bu aç bilaç ölüp giderse burada?
ekmek kırıntısı, bulgur mulgur atıp su da koyuyordum balkona ama, öyle sanıyorum yemeyi beceremiyordu.
dedim ya dert oldu bana.
bir yandan da aileye güvenmek istiyorum, çocuklarını bırakmazlar diye.
zaten görüp görülebilecek en aşk dolu çiftti bunların anne babası.
yahu saatlerce pencere önünde öpüşülüp koklaşılır mı!
boynunu didikle, ensesini ayıkla, gagasını gıdıkla.....
pes!


neyse uzatmayayım.
galiba dün bizim güvercik de uçmuş.
yok balkonda.
bakabildiğim kadar baktım, görmedim.
bakabildiğim kadar diyorum zira balkona tam manasıyla çıkabilmek mümkün değil, pislik tahmin edebileceğinizden fazla.
parmak ucuyla bulabildiğim en makul yere basıp, kapı kenarına da tutunup, olabildiğince uzanıp kontrol ettim sağı solu, yok.
bişeylerin altında falan ölüp kalmamıştır di mi?
hayır o çelimsiz haliyle uçmayı başarmış olabilmesine de hayret ediyorum ama
birilerinin bunu kaçırmış olması daha az bir ihtimal olduğundan
uçup gittiğine inanmak istiyorum.

bu sabah kalkar kalkmaz yine baktım.
zira büyük kardeş uçup gittikten sonra bile kahvaltı için geri gelmişti balkona.
onu kardeşinin yanında otururken görünce nasıl sevindim, yalnızlıktan kurtuldu bizim güvercik diye.
kardeşi de takdir ettim.
daha önce "bana bak, senin edepsizliğin, cevvalliğin yüzünden bu ölür giderse, and olsun bulurum seni, vururum ona göre" diye göz dağı vermiştim kendisine.
hatta resmini çekip "aha da artık bi yere kaçaman, resmin var elimde" diye korkutmuştum.
işe yaramış olacak, kardeşinin yanında oturmuşken gördüm sonra işte.
çok sevinmiştim.
ama bu sabah yoklardı.
hiçbiri.
balkonun yanındaki pencerede 3 güvercin gördüm sonra.
anne-baba ve büyük kardeş olabilir ama, bizim ufaklık yoktu.
8(
ay nerde bu hayvan yaa, bi görsem rahatlıycam.
pirinç paketinden çıkan 2 dobirik kurdu özenle bardağa atıp, sonra bu yesin diye balkona bırakmış insanım ben.
sorumluluk hissediyorum tabi bir miktar
8)