31 Mart 2009 Salı

huyum kurusun.

'huy' kuruyası bişey mi ki?
sanmam.
kurusa benimki kururdu.
ama yine de tekrarlamadan edemiyciiim:
huyum kurusun, söz dinlerim.
söz dinlemek kötü bişey değil tabi de,
bazen talebe cevap verecek durumda değilken bile söz dinlersen sonuç hüsran olabilir.
simurgum demiş ki bu ay bitmeden yazı yazılacak!
e ben şimdi bunu duyamazdan gelip kulağımın üstüne yatamam ki.
yazacak bişey olsa da olmasa da yazıcam, mecbur.

ama bahar gelmiş ha!
valla bak.
öğlen portakalı soydum, baş ucuma koydum.
cidden.
kitap okumaya gitmiştim.
oturdum çimen üstünde bi banka
karşımda güneş sıcak sıcak.
portakalı da soydum, tam baş ucuma olmasa da yamacıma koydum.
açtım kitabı.
hiç utanmadım çıkarttım topuklu ayakkabıları.
üstümde tiril bir bluz.
len bi de güneş gözlüğümü unutmasaymışım evde!
girdim başka bi aleme.
vallaha tirledim haaa!!
öyle sıcak.
ben diyim 1 saat kadar, sen de 1 saat kadar okudum.
sonra duyduk zilin sesini kalktık geldik.
ay akşam olsun mu yaaa...
eve gidelim.
çerçey kızım da evde zaten 8))
yaaa yaaa..
annemler hafta sonu antalyaya gitti.
babamın antalyası gelmişti feci şekilde
seçime kadar zor durdu.
sabah erkenden koşup oy kullanıp, erkenden fırladılar antalya yollarına.
hoş, kullandıkları oy da bi halta yaramadı, bekledikleriyle kaldılar ya, neyse.
çerçey gidecek mi kalacak mı diye konu oldu.
herkes çerçey'i kendisi istemesine rağmen, centilmen bir tutum içersinde birbirine ikram etti.
ben:
yaaaniii... götürün isterseniz, burda gündüzleri yalnız kalacak amaaa... derken, onlar:
yolda huzursuz oluyor, bırakalım istersen amaaaa orda da hep balkona çıkıyor kızım... diyerek çift taraflı fikir beyan ettik. (düşük cümle oldu bu, düzeltemiycem, ana fikir ortada zaten)
sonuçta çerçey bizde kaldı 8)))
pazar annemleri yolcu ettikten sonra çerçeyi alıp geldik.
mutluyuz.
gece aynı yatakta yatmaktan,
uyanıp uyanıp kafasını öpmekten
akşam tv karşısında kucak kucağa oturmaktan,
sel ile "çerçeye kim masaj yapacak" tartışması yapmaktan mutluyum.
o yüzden çıkayım da eve gideyim istiyorum.
ay evde yemek de yok 8(
ne yesek ki?

ipe sapa gelmez mevzular üzerinde oluşturduğum bu ana fikirsiz fuzuli yazıyı burada keserken hepinizi can-ı gönülden tebrik ederim okuma azminizden dolayı.
bi de yüzsüzlük demezseniz bir sorum olacak:
eli kulağında deyiminin çıkış noktası hakkında "müezzinlerin ezan okurken elini kulağına götürmesinden çıkmıştır" dışında bir bilgisi olan var mı?
bu ezan-müezzin yakıştırması ikna etmedi beni nedense.
gittim.

27 Mart 2009 Cuma

öğreten, öğretmeyen, öğretmen...

hayatımda tam 16 sene okula gitmişim.
sınıfta hiç kalmadan, sene kaybetmeden okuduğuma göre 16 ayrı sınıf okumuşum demektir.
5'i ilkokul
3'ü ortaokul
3'ü lise
5'i üniversite olmak üzere.
bu yıllar boyunca da onlarca kişi "öğretmenim" olmuş hayatımda.
ama,
düşününce,
teorik olarak öğretilen, çoğu sadece sınıf geçmeme yarayan bi milyon şey'in haricinde,
bana bişeyler katan 3 tanesi geliyor aklıma.
"iyiki öğretmişler" diyerek hatırladığım.

biri ilkokuldaydı, bir yaz tatilinde öldüğünü öğrendik.
din derslerimize gelen, adını şimdi hatırlayamadığım bir adam. (annem kesin bilir adını. 3 isimli bir adamdı.)
hani bi sürü dua, sure falan ezberlettirilir de sınav yapılır.
bu adamın dua okutup not verdiğini hiç hatırlamıyorum.
sadece yaz -ya da sömestir- tatilinde bir ödev vermişti.
ayetel kürsi duası vardır, onu ezberleyin.
bi geldim baktım ki, allaaaahhhh.. uup uzun bi dua.
dedim bu dua ezberlenecekmiş.
rahmetli babaannem "evet uzun bi dua, ama öğrenebilirsen, çok yararlı bi duadır" demişti.
tam ne konuştuk hatırlamıyorum ama sonuçta edindiğim bilgi şuydu:
tek bir şey öğreneceksen dua anlamında, bunu öğren yeter!
ezberledim.
ezberledim ve belki de okuduğum, sığındığım, güvendiğim, karşılık aldığım tek dua oldu.
ne zaman korksam,
ne zaman bi dileğim olsa
ne zaman paniklesem
üzülsem
çaresiz kalsam
tutunacak bişey istesem ama bulamasam yani.
fark ettim ki, içimden sessizce bu geçiyor.
sular serpiliyor kalbime.
ve pek çok seferinde de, o adını hatırlayamadığım, zayıf, esmer, görünümü ve öğretisiyle farklı olan, erkenden de ölüp giden öğretmenim geliyor aklıma.
iyi ki, iyi ki vermiş o ödevi.

bahsedeceğim 2. öğretmen yine bi adam.
ortaokul dönemimin bir tarih öğretmeni.
her zaman işinize yarayacak bir sır, bir ipucu vereyim size demişti bir derste.
hayatınız boyunca pek çok arapça kökenli sözcükle karşılacaksınız.
anlamı ne ki diye düşünürsünüz çoğunu.
kolay bir yol var.
arapça mantıklı bir dildir.
ipucunu kendi verir.
kelimeler çoklukla 3 sessiz harften oluşan bir köke dayanır.
bazı harfler köke dahil değildir, kural bu.
mesela baştaki m.
ezberle bunu "baştaki M kökten değildir"
misal muhabere
at M yi, say kalan sessizleri.
H-B-R
getir aklına bu sessizleri içeren bildiğin kelimeleri
HaBeR mesela.
demek ki muhabere'nin haberle alakalı bişey olduğunu anlıyoruz.
çoğaltık örnekleri ders boyu bağıra çağıra

Valide
Veled
Vildan (yeni doğmuş çocuk demekmiş mesela)
kitap
mektep
kütüphane
katip
hakim
hakem
mahkum
mahkeme

sıraladık durduk, hem eğlendik, hem öğrendik.
ne zaman anlamı ne ki dediğim bir arapça kelime duysam şimdi tekrarlarım içimden:
bak kök harflerine, getir aklına aynı kökten kelimeleri.

üçüncü öğretmenime üniversitede denk geldim.iletişim ve toplum dersine giren, 70'li yaşlarda bir profesör hanım.
Saçma sapan tercih listesinde denk geldiğim ve okurken de, sonrasında da sevmediğim bölümün, en sevdiğim dersi ve hocası oldu önce.
sonra, bir nevi arkadaşım.
Yaş farkının arkadaşlıkta hiç önemli olmadığını onunla fark ettim mesela.
Bir başka yakın arkadaşım vardı.
beraber, ders aralarında, öğle tatillerinde, bazen çıkışlarda, hocamızın odasında muhabbete giderdik.
Kısacık boylu, yapılı saçlı, hep ama mutlaka uzun ve manikürlü ve kırmızı ya da mor boyalı tırnaklı, üst dudağı kırmızı rujlu (alt dudağı hep üst dudağının altında durduğundan, boyuyorduysa da ya görünmüyordu, ya yiyordu) süper şahane bi kadındı. Dostluğu, öğretmenliği, hayat görüşü, arkadaşlığı, bilgisi.. şahane bi kadın.
Sanırım hayatımda gördüğüm en “kitap dolu” ev onunki oldu şimdiye kadar. Bir yaz tatilinde önce aramış, adresini öğrenmiş, sonra bi pasta alıp gitmiştik kahve içmeye. Gözleri ışıldamıştı bizi görünce. Boylamasına yarıdan bölünmüş, genişliği 2 metre ise 1 metresi yerden yukarıya kadar dizilen kitaplara ayrılmış koridorundan geçip, duvardan öne çekilip, arkası yine yerden tavana kitapla doldurulmuş kitaplığının önündeki kanepeye oturup, kadınlardan aşka, dinden mitolojiye, burçlardan fala, annesinden hayata.... sohbet etmiştik.
Önerdiği harika kitaplar da kazancım oldu, yaptığımız sohbetler de.

Bunları yazarken düşündüm:
E? Bu kadar mı? 16 sene okudun da aklına gele gele bu kadar mı geliyor? Düşün bakayım, bulursun belki birkaç kişi daha?
Ama düşünmedim.
Düşünmeden aklıma gelenlerle düşünüp de bulacaklarımı aynı kefeye koymak istemedim.
O yüzden sadece bu kadar yazacaklarım.
Bu yazı burada dursun istedim.
Hayatta olan veya olmayan ama bana kattıkları benimle yaşayacak olan öğretmenlerim anısına.

25 Mart 2009 Çarşamba

KAN-ada

istiyorum ki;
öldürenler, ölenlerin hissettiğini, her nefes alışlarında hissetsin.
her gece rüyalarında fok olsunlar.
her nefeste, her saniye hissetsinler diye diliyorum fokların acısını.
KANada.
ne zavallısın!

23 Mart 2009 Pazartesi

ama ne yazsam saksağan olacak....

hatta bak yazı başlığı bile öyle.
bi saçma. alakasız.

hafta sonu çoğunlukla kardeşlerle beraberdik.
cuma akşam geldiler, daha doğrusu biz annemlerdeydik, onlar da geldi.
biz o sıra sel ile baya ciddi tartışma halindeydik.
yani gözlerimi kısıp öyle pis baktım ki, öldürmeye teşebbüs bakışı.
uzatamadı tartışmayı, yoksa kavga ederdik.
babam kızdı, sinirlendi, uzatıyoruz diye canı sıkıldı.
annem araya girip sonlandırmaya çalıştı
ama sonlandırmak değil derdim, gerekirse saatlerde uzatırım.
haklıydım çünkü.
konu mu ne?
yok yav, bizle alakalı bişey değil.
bak gülmeyin de,
yahudi soykırımı, hitler, yahudiler, israil ve filistin çevresinde dönen ve rusyaya falan da sıçrayan tarihsel bi mevzu üzerinde kavga ettik.
bak dikkat, tartıştık bile demiyorum, neredeyse kavga ettik.
biz eni konu tartışıyoruz diye babamın canı sıkıldı.
bana ne yaa, uzatıcam ben dedim.
mutfakta tartışmaya devam etmek üzere çektim sel'i.
o sıra kardişler geldi.
neyse, fazla sündürmedik biz de konuyu.
sel geldi cıvıdı bana.
komiklik falan yapıp gönlümü aldı.
(tartışma konusu ikimizle alakalı değil evet ama, sinirlendim işte. beni sakinleştirmek zorundaydı!)
sonra biraz oturduk, kalktık.
kardeşler de geldi bize.
tv falan derken geç oldu.
kızceğiz baya uzakta oturuyor.
kalın burda dedik, ertesi gün cumartesi diye.
kaldılar.
yattık, kalktık cumartesi sabah.
sel erken kalkıp işe gitti, biz evdeyiz.
kahvaltı hazırladım, biraz atıştırdım falan derken bizimkiler de uyandı.
kardişin yumurtalı falan bişeyler yapası geldi, girdi mutfağa.
soğanlı-patatesli-yumurtalı bişey yaptı.
süper oldu.
yedik.
kahvaltı sonrası çayları, biz sohbet eder ve annelerimizi çekiştirirken, kardiş yine yattığı yerde uyuya kaldı.
öğlen oldu, kahve mahve içtik.
sonra eeee hadi dedim, ne oturup duruyorsunuz evde, kalkın çıkın bişeyler yapın, dolaşın.
beraber çıkalım dediler.
ay yok dedim.
ben ne gelecem, gidin bi başbaşa dolaşın.
kovaladım bunları.
yalnızlık da güzel.
müzik, kitap, kahve....
akşama doğru aradı yine bizimkiler.
eeee ne yapacaksınız diye.
valla dedim sel çıkar 1 saate, bilmem ki bi planımız yok.
ozman biz de geliyoz yine, beraber takılırız dediler.
mobilya fuarı vardı.
oraya gittik, gezdik beraber.
sonra yine bize.
ayıptır söylemesi, soya kıymalı makarna şöleni...
patlayana kadar yedim.
film almıştık, onu izledik.
e geç oldu.
gitmeyin artık bu saatten sonra dedik yine.
kaldılar 8)

pazar sabah ben kahvaltıyı hazırlamıştım ki, bizimkilerin arkadaşlarla kahvaltıya gitme planı varmış meğer. hazırladığım kahvaltıyı sel'le beraber yaptık çocukları yollayıp.
sabah yağan kar, yağmura dönünce de kendimizi dışarı attık.
yağmur nasıl güzel bişey.
biraz dolaştık, biraz ıslandık.
iki erkek kedinin birbirlerine "efelenmelerini" gördüm.
gördüğüm en hatırlanası şeylerden biriydi.
aynı mahallenin iki kabadayısı yavaş yavaş yaklaşıp birbirlerine,
alınlarını birbirlerine dayayıp beklediler.
ne kavga, ne kaba kuvvet, ne bağırma...
ufak, çok kısık hırıltılar,
sadece bakışlar,
ve birbirlerine tos vurma hareketi.
alın alına bekleyen iki kabadayı kedi.
ikisine de bayıldım.
ama "aman da pisiko, canım canım..." falan diye sevmedim.
öyle karizmatiktiler ki, saygısızlık etmek istemedim "pisi" diyerek.
kameraya alamadığıma çok üzüldüğüm,
tanık olduğuma çok sevindiğim bir manzaraydı.

işte...
ne yazayım ki
tüm hafta sonu bu.
güzel bir hafta olsun diye diliyorum şimdi.
sanırım baya bi ihtiyacımız var.

20 Mart 2009 Cuma

gugıla sormak

simurgum gugılın yolladıklarını yazmış da, ordan aklıma geldi.
anahtar sözcüklere bakınca saçma sapan sorular görüyoruz hani.
misal bende şey var:
"kahverengi göz kalemi her renk kıyafetle gider mi acaba?"
yani adam/kadın oturmuş baya sorusunu yazmış.
kahverengi göz kalemi diyip aramamış.
ya da kıyafetler gözkalemleri makyaj renk uyum falan gibi anahtar kelimelerle arama yapmamış.
direk soru yazmış "mi acaba" diyerek.
hatta üşenmese "gugıl apla bi söyleyiver be bacım, sen bilirsin, ben bu elbiseye ne renk kalem sürsem?" falan diye danışacak.
bu tuhaf arama biçimi acaba birilerinin birşeyleri ararken kullandığı "gugıla sordum" ifadesinden mi kaynaklanıyor?
bu kişiceğizler gugılı bi sanal karakter sanıp, sorarken ne kadar düzgün cümle kullanırsa o kadar doğru cevap alacağını mı zannediyor?
sormuş garibim "ben sevdiğimi nasıl belli edeyim" diye.
sonra,
kadersizler ne yapmalı var mesela.
bi de,
kısmetsizler ne yapmalı var ayrıca
bu bahtsız da habire beni bulmuş. 8)))
hakikaten kadersiz kısmetsiz garibim.

neyse, ne diyordum.
yani gerçekten öyleyse yazıktır yav.
illa ki düzgün bir soru cümlesiyle danışmak lazım, sorarken üstün başın temiz düzgün olursa daha iyi cevap alırsın falan zannetmesinler.

huuuu....
tesadüfen buraya düşen dertli arkadaşlar!
soruyu yazıp cevabı alacağınız bir bilge değil gugıl.
soru cümlesi yerine anahtar sözcükler yazın be anacım.
hadi pes etmek yok, bi daha dene bakiym.

not: bakarken şey gördüm bende.
sayfaya nerelerden gelinmiş de ne kadar kalınmış kısmında dikkatimi çekti.
amerika ve ingiltereden yapılan ziyaretlerde gelenler hemen çıkmış.
e normal tabi.
ama puerto rico'dan gelen ziyaretçim gezmiş dolaşmış blogda.
canım ayol.
burda huzurlarınızda kendisini öpüyor, yine beklediğimi bildiriyorum.

eveeeettt..
bu hafta da bize ayrılan sürenin sonuna geldik.
yayında ve yorumda emeği geçen arkadaşlarım adına iyi hafta sonları diliyorum.
esen kalın efem 8)

19 Mart 2009 Perşembe

19032009

başlık bulamayınca günün tarihini atmak iyi aklıma geldi bak.
aferim.
gelelim yazıya:
anacım bir rüzgar bir rüzgar...
kedi uçuran cinsinden.
yok bizzat görmedim ama, benim hissettiğim sarsıntıyı göz önünde bulundurunca, dışarda dolanıp duran küçüğün fazla ortada dolaşmasının iyi fikir olmadığı kanaatindeyim.
bi de bugün-niceee zaman sonra- postiş taktım.
mevcut saçlarımın tepesi yukardan büzülecek kadar oldu. (dikkat edin, toplanacak kadar değil, büzülecek kadar)
altta kalıp yukarı yetişmeyen kısımlara da tel toka denen süper icat çare oldu.
taktım postişi.
ama onu da topladım haa 8)
atkuyruğun etrafını dolandırıp topuz gibi yaptım, birkaç kısım sallanıyor sağdan soldan.
neyse diyeceğim şu:
arabadan indim.
aman o ne!
fırtına, yağmur, kar...
len?
saç uçar gider mi kafamdan?
valla bak rezillik.
komedi film gibi olurum.
peruğu düşmüş kel adam gibi kalırım.
geçirdim kırmızı beremi kafama.
da,
dedim ya saç tepede kocca bi topuzumsu halde diye.
oldu mu sana minyatür eminerdoğan!
kafa böyle kuzeydoğuya uzuyor.
püf?
(bere yerine türban taksam bu kafaya, sel'in işleri açılır mı yav?)
neyse allahtan yol uzun değil, seğirttim şirkete doğru.
yüzüme yüzüme yediğim kar taneleri kirpiğime yapıştı, maskaram dağıldı.
girdim içeri.
odaya benden önce gelen arkadaşım savaştan çıkmış gibi.
zorlu şemsiye savaşlarında gazi olmuş.
şemsiyesi ters dönmüş,
eli doluymuş.
evden makyaj yapmadan çıktığı için gözlük varmış yüzünde, onu çıkarıp nereye koyacağını bilememiş.
saç baş ıslanmış
8))))
bi güldük.

kahvaltı edemeden çıkmıştık evden.
sel sandviç yapmıştı bana.
gidip çay aldım ki yiyeyim kahvaltımı.
çaya giderken bi arkadaşı gördüm
arkadaş dediğim şahsımdan epey büyük bi bey.
falanca bey diye hitap ettiğim biri.
"saçları iyi sulamışsın, çabucak uzamış, e yağmur da var tabi" dedi.
ehi ehi diye güldüm.
çayımı aldım geldim.
baktım kısçe kedi dışarda dolanıyor.
evden eski bir süveterimi getirmiştim buna.
yok yav giydirecek değilim herıld. (herıld mı!!!)
bi karton kutudan kulübe yapmışlar da buna, içine sereyim demiştim, sıcak tutsun deyü.
gidip serdim.
sevindi.
allah razı ossun ablam dedi.
buna da bi isim bulmalı aslında yaa..
irma mı desem.
sokak kızı hesabı?
neys.
hemen içeri girip oturdum yerime.
böyleyken böyle.

17 Mart 2009 Salı

bugün- canlı yayın

üf'ler tren oldu içimde.
üf + üf + üf....
kuyrukları olsa değmez birbirine.
neyse,
canlı yayın yazayım bugün.
40 kere gelir gider ekleme yaparım.

11:48
öğle tatiline az kaldı.
menü belli: kitap okunacak.
da, ışıkları kısıp, içeceğimi alıp yerimde mi okusam, oda halkı boşaltırsa odayı
yoksa dışarı mı çıksam da okusam.
hava soğuk mu ki?
soğuktur tabi ne olacak.
bi kapının önüne çıkıp bakayım bari, şu minnoşu da okşarım hem.
duman da volta atıyordu az önce.
tırsıkbey'i ne zamandır görmüyorum oysa.
duman manyağı tek kişilik çete gibi terör estiriyor zaten.
dün bi baktım kafa göz yara bere içinde
tüyler çekiştirilmiş, kırpıklanmış, kopuklanmış...
ayakta bacakta çamur bulaşıkları.
hala miyiv diyo.
elini kafaya yaklaştırırken daha, ayağa kalkıp kafayı avucuna yerleştiriyo.
neyse, ben çıkıp hem bi havayı koklıyım, hem minnoşu okşıyım.
sonra da kitabıma gireyim.
geri gelecem haaa!!!!

11:59
farkındayım çabuk geldim:
dışarı çıkmamla birlik bi cayırtı koptu.
duman manyağı uzaktan gördüğü tırsık beye bi bağırdı, çocukceğiz dört nala koşup gözden kayboldu.
duman kafayı iyice yemiş.
kafa göz harap
boynu yara bere içinde
psikopata bağlamış.
yemeğine passiflora karıştırmak şart olmuş.
yoksa hem kendini, hem gördüğü bilimum erkek kedileri harcayacak.
esasında sadece erkek kedileri değil, bütün erkekleri dövme arzusunda.
kapı önünde sigara içen bi arkadaşın paçasına tokat patlattı.
çocuk kediyle kedi olmadı da, sataşmayı görmezden gelip bulaşmadı.
mart manyaklığı mı acaba?
minnoş hanımın namus gitmiştir çoktan kanımca ama, bilemiyorum.
hanım kızımız 2 erkeğe de eşit mesafede duruyor.
biraz yaklaşıyor, fazla yaklaşınca tokadı patlatıyor.
yine de bence mayıs ayında bebeklerimiz olacak büyük ihtimal.

13:24
hafifçe bişeyler yedim.
abartmamak lazım tabi.
kendimim diye söylemiyorum, iddiaya girsem haftada 5 kiloyu kasmadan alabilecek kapasiteye sahibim.
sel insanı "ya nasıl oluyor da kilo alabiliyorsunuz, kilo almak eziyet, oysa yemedin mi ne güzel kilo verilebiliyo kolaycacık" diye dursun
ben iştah iştah yerim kendimi tutmasam
neyse, yedik çorba morba bişeyler işte.
oda halkının dişi kısmı öğle arasını dışarda geçirmek üzere çıktı ama
erkek tayfa masa başında sipariş tercih etti.
hiiç umursamadım.
değilmi ki öğlen saati, kıstım ışıkları.
açtım kitabımı, uzattım ayağımı,
müzik kulağımda, girdim kitaba.
üüüfff. bi solukluk zaman resmen.
fark edemeden bitti tatil.
gittim dişleri fırçaladım.
rujumu sürdüm.
sadece gülümsememin yeterli olduğu bir şirket çalışanıyla gülümseştik.
ya daha ne yapacağıdım!
ee daha daha naber desem, öncesini bilmiyom ki 8)
tuvalet mutfağın yanında olduğundan bir de kahve aldım yerime geçmeden.
geldim.
ışığı da açtım.
pencere önündeyim, gözüm dışarda.
duman ve minnoş hanım 1 metre aralıkla sırt sırta farklı yönlere bakıyorlar.
yazık yav.
duman ıssız kedi pozunda.
kimse bunu anlamıyor sanki.
sen ona buna giriş, sonra kızdan ilgi bekle.
kısçe tam bi hanımefendi oysa.

kahve acımıymış, ben mi fazla sert yapmışım?
böğğ..
şeker koymayı desem tatlılaşır tabi de,
kaideyi 34'en 36'ya taşımış bir insan olarak dikkat etmekte fayda var.
bu yaştan sonra boyu uzatamayacağıma göre, kiloyu dengede tutayım bari.
eeeee..
daha daha nassınız inşallah?
yok yok böyle olmayacak.
şimdi gideyim, birden gelirim.

14:02
ecemin yazısını okudum.
ataletimle sevimsizlik tokuşturmuşlar 8)
ayol onların her bir yeri sevimsiz olsa ne olur ki.
hahaha 8)))
sevimlilik bakan gözdedir miirim..
seviyom ben ikisini de bi kerem.
sevimli sevimsiz fark etmez bana.
neys.
ecem demişkine (hahah.. bi de bu vardır. demişkiNE, yazmışkiNE...)
atılacak pılı pırtı var, atmıyorum, aynı şeyleri giyiyorum.
yaramı deşti.
efems şimdi ben akşamdan karar veririm genelde ertesi gün ne giyeceğime, ne takacağıma.
yoksa sabah cinnet hali zuhur ediyor.
onu giyiyorum yakışmıyo, bunu giyiyorum yakışmıyo.
giyecek şey bulamıyorum diye terör estiriyorum.
sel zavallım üstüne alınıyor durumu:
"üstünde başında bişey kalmadı!"
ya nereye kalmadı, eriyen kumaştan mı kıyafetlerim?
ama olmuyor, o günkü ruh halime sinmiyor işte bazen.
bi gün kumaş pantolonlar, gömlekler, yakaya fularlar, topuklu ayakkabılar, kuyruklu göz kalemleri, abarık maskaralar isteyen ruhum
öbür gün salaş pantullar, tüylü botlar, bol gömlekler istiyo.
işte "dolap kıyafet dolu ama giyecek şeyim yok" durumu da, kendi psikolojimin bozukluğundan kaynaklanıyor.
giysileri atsam atamıyorum, giysem giyemiyorum.
(mini etek giymeyeli yıl oldu misal.)

dün sabatümer'in programında asuman krause vardı.
aaa.. hakketten bunun şarkısı güzeldi yav demiştim duyunca.
şimdi aklıma geldi, buldum da dinliyorum.
hahayy pek eğlenceli.
"hoşlandım demekle herşey bitmiyor
sevmenin de kendince bir adabı var
aşk gemisi kuru lafla gitmiyor"
falan diyen bi şarkısı var ya
"bilmeliyim önce huyunu suyunu
sonra çok önemli tenimizin uyumu" diyor hani.
hahaayyy, oh oh oh....
çok eğlenceli müziği...
bak not edeyim bunu bir yere
kardişlerin düğünde çaldırır etekleri savura savura oynarım.
tabi! 8)
onlarınki de bizimki gibi olacak.
canlı müzik değil
dj.
çaldır çaldır oyna.
ay ben bizim düğünde ne oynamıştııııııım...
bak aklıma geldi.
sel'in ablalar ilerleyen saatlerde "e artık bitse mi, gitsek mi" deme densizliğini yaptılar da,
ben "bana ne be, giden gitsin, ben oynuyom" diye zıplayıp durmuştum ortada.
ay aklıma geldi sinirlendim yine.
manyaklar!
düğün benim, sana ne!
kendileri kenarda kibar kibar durmuş üşüyor tabi.
biz ailecek ortada oynuyoruz eski 45'likler eşliğinde, üşüme müşüme yok.
kardişin kankalarla eller omza çember olmuş zıplarken,
seni mi dinleyecem ben?

o değil de,
ne giycez ya biz düğünde?
ne renk giysem acebağı?
dur ben bi düşüneyim.

15:35
pencerenin önünde zayıf, dalgalı saçlı, keçi sakallı bi oğlan çocuğunun eline bıçak vermiş alkışlıyorlar. evet mantıksız bir ifade oldu ama,
doğum günü pastası önünde sırıtıyor çocuk. muhtemel ki yaşgünü bugün.
alkış malkış bişeyler.
tüm sesler içerde.
pencere önünde oturmak da eğlenceli yav.
kediye bak
kalabalığa bak
kara, yağmura bak.
bakmakla kalmayıp size de yetiştiriyorum bak.
aferim.
tam da bi çay alıp çıkayım diyordum.
kalabalık dağılsın da öyle çıkayım bari.
ay başım da ağrımaya başladı ha.
süper şahane odamızda da
pilates boy uzatıyormuş muhabbeti var.
gittin de boyun mu uzadı dediler herhalde birine
o da "ha uzadı!" dedi zaar.
yoksa şahsen bu yaşta pilates tanrısı gelse uzatamaz beni.
bunu söylen insan kaymakları yöneticimizden şüphe duyuyorum.
hah kalabalık dağıldı.
du ben bi dışarı çıkayım, hava alayım
gele gide konuşa konusa
soğurdular odadaki tüm oksijeni ha!!!!

16:42
usanmadınız mı benden?
bu kadar yazı mı olur a manyak demediniz mi?
napiym yaa, valla canım sıkılıyor, alper doğru tespit etti zaten.
önce deriiiin bi nefes aldım
sonra sel'e telefon edip aldığım tüm nefesi o efendim der demez verdim.
ppfffffff...........
nooldu dedi
e sıkıldııııım dedim.
o da sıkılmış.
iyi diyip kapattım telefonu.
meyva saati geldi, meyve doğradım geldim.
tabi işe yaramadı
niye?
çünkü doğradığım şey meyve
bak yukarıya,
saati gelen neydi: meyva
farklı farklı şeyler...
(ayyhhhh
bi harfi silip düzelteceğine şebek şebek uzatıyorsun saklambaç!
cıvıma.
doğrusu meyve!
hadi yediysen uzatma da kes artık.)
sabah beri ipe sapa gelmez bi dolu kelime yazdın şuraya!
ne anlattın?
Hiçççç..
bi daha hiç desene 8)))
sen de 8)))
bak dayak geliyor ama!!!!!
taaam ya valla billa bitiriyorum artık da son bişey diycem:
masa lambam patladı sabah.
haber verdim, gelip değiştirdiler.
bi süre sonra bi snıf snıf halindeyim.
orayı kokluyorum olmuyo
burayı kokluyorum olmuyo
ay deli olacin
ayıptır söylemesi gübre kokuyo.
baya bildiğin gübre!
(bilmeyen varsa bilene sorsun)
iyi de akıl var mantık var, ne işi var gübrenin yahu.
dışarı bakıyorum sağa sola toprağa falan gübre mi döktüler diye
yok öyle bişey.
hah dedim sıkıntıdan kafayı yedin sen.
acayip kokular almaya başladım demek ki kafayı yiyorum.
"olasıksız" değil yani.
kimseye de diyemedim ki anacım bura gübre mi kokuyo diye?
kaldım kendi zavallı fikrimle.
ve fakaaat
az önce bi arkadaş içeri girdi ki ne desin?
burada yeni lamba mı takıldı?
evet dedik, nerden bildin?
gübre kokuyo dedi.
8)))))
biliyorum çok mantıksız ama idari işler amcasına sormuş geçenlerde aynı şey başına gelince
bu seri öyle çıktı demiş abi.
amcayla abi aynı kişiler.
bizim aramızda yaş farkı var da ondan o sorarken amca, ben anlatırken abi oldu şahıs 8)
yaaaaa...
yeni lambalar takılınca gübre kokuyo.
e bu kadar mantıksız bişey varken, benim burada saçmalamam mı dokundu yani!

saklambaç!
eşek zeytini gözlü ayçöreği!
kırpık!
bi sus!

tamam sustum.
daha da olsa yazmam.
ama bi de öpiym mi ha?

16 Mart 2009 Pazartesi

çok ciddiyim

hiç şaka maka değil, gayet ciddi soruyorum.
ankaralı olup, seçimlerde oy kullanacak yaşta olup, bir şekilde de bu yazıyı okuyanlar arasında acaba oyunu gökçek insanına verecek olan var mı?
eğer varsa, nasıl ve ne gibi bir gerekçeyle böyle bir tercih yapacağını açıklayabilir mi?

gazetelerin açıkladığı anket sonuçlarında bu insanın önde gittiğini görüyorum.
anlayamıyorum.
yo, hakikaten anlayamıyorum.
ne olur okuyanlar arasında biri olsun ve desin ki, ben gökçek'e verecem çünkü şu sebeple.
zira aklım almıyor benim.
"nası yaaaa!"
diyip duruyorum.

gökçek'e oy verecek birinin gerekçelerini şiddetle merak ediyorum.
söyleyeceklerim bundan ibaret.

12 Mart 2009 Perşembe

evir döv çevir döv

çevre ve orman bakanı veyseleroğlu partinin seçim bürosu açılışında bir grup kadının "iş istiyoruz sayın bakanım" sözlerine "evdeki işler yetmiyo mu" diye cevap verip, dalga geçmiş.
vericen odunu bunun sırtına sırtına. yeter dediğini duymazdan gelicen. ah dedikçe "ne yapalım canımız sıkılıyo, maksat eğlence olsun" diye diye dövücen bunu.
evet şiddet taraftarıyım!

11 Mart 2009 Çarşamba

!!

keyiften dört köşe bir halde değilim.
dolayısıyla "ay okurken öldük bittik gülmekten" diyebileceğiniz bir kısım cümleler kuracak modum yok.
bi üf hali
bi amaaaann hali
bi bitse de gitsek hali
gazete mazete yazar mazar şu bu karıştırıyorum okumak için.
denk geldim.
şeye denk geldim, şu cümleye:
"erkek olduğunu anlayan çinli bayan atlet...."

tövbe estağfurullah.
allahım "bak gör ne dertler var" demek için mi karşıma çıkartıyorsun bunu yarabbim.
bu ne demek ben anlamadım ki?
hayır anlarım kendini erkek hisseden bayanları
bayan hisseden erkekleri
ay baydı yalnız bu bayan kelimesi.
kadın desem?
kadın hisseden erkek ya da erkek hisseden kadın mümkün.
atletmiş, donmuş o da umrumda değil.
de,
erkek olduğunu anlamak nasıl bişey ki?

sıkıntıdan ben mi anlama özürlü oldum?
şahsa bunca yıldır "bayan" demişler de, o da sanki bunca yıl sonunda tesadüfen bi gün tuvalette otururken elindeki kalemi yere düşürüp eğilinceeeee...
nasıl anladın be mübarek insan?
hiç mi işkillenmedin.
gerçi günahını almıyım "erkekçe hisler yaşadığını" fark etmiş önce ama
hayra yormamış demek.
hastanede tetkik yaptırmış.
erkek olduğunu anlamış.

şey gibi:
kalbinde bi çarpıntı falan hissedip hastaneye çekap yaptırmaya gidersin,
kalp damarının tıkalı olduğu ortaya çıkar
bu da bi tuhaflık var diye gitmiş
erkek olduğunu "anlamış"

bi de neye üzülmüş biliyon mu?
kazandığı madalyalara.
çöpe atmış onları.
derdi bu yani.
şahsen allah vermesin benim başıma gelse,
madalyaya gelene kadar çöpe atacak dünya kadar şey bulurum.
git bi dantelli donunu, ince çorabını, rujunu, küpeni, eteğini, ne bileyim cinse has şeylerini at çöpe.
bu madalyaları atmış.
manyağın başkanı!
bi git yaaaa!!!!

9 Mart 2009 Pazartesi

nostaljim geldi

bir altıngül mağarası'dır
bir maviay'dır
bir demsey ve makepeace'dir
ne bileyim
bir yedi kardeşe yedi gelin'dir...

olsa da izlesem.
ne güzel olurdu bilsen.

4 Mart 2009 Çarşamba

öyle işte...

kardeşten psikolojik destek danışmanlık ücreti alsam ihya olmuştum.
hayır bi de neye gülüyorum:
kelin ilacı olsa.... 8)))))
ama bak valla iyi konuşuyorum canım okur.
kardeşcim aradı.
bi süre sustuk telefonda.
bizim vardır öyle susuşlarımız.
dakikalarca.
evlilik sıkıntısı, duygusal susuzluk, maddiyat, maneviyat, için şişer bi yandan, doğruyu bilir uygulayamazsın, derdin derttir de anlatabildiğini anlayamazsın...
değişti.
öyle böyle değil hem, çok değişti o aşk acısından sonra.
gitti o ışıl ışıl çocuk, şimdiki, dengede değil.
canı yandı, hem ne çok yandı biliyorum ben.
iyi biliyorum.
o ne çok ağladı, ben nasıl ağladım onun acısına hatırlıyorum ben.
ilk aşk, en aşk, belki tek aşktı yaşadığı, benim çapkınlıkta adı çıkmış yakışıklı kardeşimin.
olmadı.
geride eskisiyle benzeşmeyen bir çocuk bıraktı.

dedim ya kardeş değişti.
ve değişen huyları, bu evlilik öncesi streslerini atlatmasını kolaylaştırmıyor malesef.
sinirli, inatçı, diktatör oluyor zaman zaman.
tepesinden hiç inmeyen cinlerle yaşıyor.
çok çabuk huysuzlaşıyor.

anlattı bişeyler.
anladım onu.
hak da verdim aslında.
hissettiklerinin normal olduğunu söyledim ona.
ama kontrol edebileceğini de.
kontrol etmek istemiyorum dedi.
ne denir ki?

doğrularımız yakınımızdaki insanların doğrularıyla paralel olsa idi, ne kolay olmaz mıydı hayat?
doğru bildiğimizi uygulayabilseydik ya da.
doğru bu kadar öznel bişey olmasaydı, hele kriz zamanlarında.
ne kolay olmaz mıydı hayat?

kendime not:
makarna da en sade, haşlanmış haliyle tabağa konduğunda "kolay"dır. hatırla ki, tüm zahmet onu lezzetlendirecek soslar yapmaktadır.

kulağımda yüksek sadakat, aklımın iplerini saldım diyor.
ırmaklar denizlerde,
denizler sahillerde durdular.
arayanlar hiç bir yerde,
inananlar dualarda buldular.
kimbilir sen benim halimde, sakinliğimde ne buldun!

3 Mart 2009 Salı

oturma grubu

kardiş evlenecek ya temmuzda.
geçen hafta biraz salon takımı vs. bakındılar, pek beğendikleri bişey bulamadılar tabi.
internette geziyorum.
fikir verebilecek modeller arıyorum.
mobilya, salon koltuk, L takım falan filan yazınca da gayet fazla sonuç dökülüyor.

niye aramayı geliştirmek için başka kelime kombinasyonları denersin ki?
gayet masum ve amaca yönelik bir "oturma grubu" tamlamasından yaptığın görsel arama sonuçlarında,
havalı donlar giymiş kızların popolarından oluşan bir grup görüntüsü çıkar karşına tabi.
yalnız takdir ettim ha,
iki kızın poposunu "oturma grubu" olarak değerlendirmeyi hiç düşünmemiştim şahsen 8)

2 Mart 2009 Pazartesi

bi türkçe konuş, gözünü seveyim yaaa.. AAAAA!!!!

kulağımın dibinde (aynı odadayız zira, ne konuşsa, üç aşağı beş yukarı kulağımın dibine denk geliyor)
"benim için valid değil bu inform, kesinlikle acceptable değil" diyor.
hay eşekler kovalasın seni.

valid-->geçerli
inform-->bilgi
acceptable-->kabul edilebir

gayet günlük, kesinlikle teknik olmayan bu kelimeleri aklına mı getiremiyor da (yuh!) ingilizcesini seçiyor,
türkçesi dururken ingilizcesini kullanmak vurgu yapar mı sanıyor (kimmiş bunun türkçe öğretmeni acaba)
ya da ne halt zannediyor bilemiyorum ama,
benim cidden sinirimi bozuyor.
özenti midir, kompleks midir, bi nedir bu?

ayh!!!! bi git yaaaa!!!!

hu huuu

yaa, birileri Mart'ın geldiğini hatırlatabilir mi?
kar yağıyor dışarda.
hem de öyle "aman iyi, kar yağarken hava yumuşar" modunda değil.
resmen hırsından yağıyor, o derece soğuk.
sıkıldım.
kıştan, soğuktan, krizden, griden.....
apartmanın sadece 1 günlük kaldığı söylenen gazından
yanmayan kaloriferinden
üşümekten...
hadi amaaaa..
mart geldi.
baharın kendisi değilse bile kokusu gelsin artık lütfen!