24 Eylül 2009 Perşembe

bayram-antalya-şimdi-ben-şarkılar....

jaluzi açık
güneş sıcak sıcak vuruyor masama.
d klasöründe müzik dosyası içinde taş plak adını verdiğim bir dosyadaki şarkılar çalıyor kulağımda.

"yaktın yıktın kül ettin, erittin beni
mecnuna döndürdün mahfettin benii"

diye şakıyor müzeyyen senar.

mayıştım.
çay uykumu açmaya muktedir değil.
yine de hoşuma gitti.
posta kutum açık.
benimle çok ilgisi olmayan mailler gelmeye devam ediyor.
okuyup-bazen okumadan geçiyorum.
okumak istediğim bunlar değil.
çantamda duran kitabın 54. sayfası.
sonra 55
sonra 56
......
güneş pencereden bana gelmesin, ben dışarı güneşe çıkayım istiyorum.
miskinim.

antalyadan salı gece döndük.
bi çırpıda geçiverdi bayram.
ilk günü fasilis'te, bardak boşanırcasına yağan yağmurun altında, ailecek denize girdik.
annem, babam, ben, sel, kardiş, kısçe.
ne keyif!
ıslanıyorum endişesi olmadan yağmurun altında olmak.
anne kedi ve mucizevi güzellikte iki bebeğini besledik.
arabamızda her daim bulunan kedi maması sonuna kadar kullanıldı.
tarihi kalıntılar arasında yemyeşil ağaçlar altında duru bir koy.
deli yağmur
şahane bi su.
güzel olan şeyler neden çabuk bitiyor.

"elbet bir gün buluşacağız
bu böyle yarım kalmayacak"
diyor zeki müren şimdi.

bayramın ikinci günü Adrasan'dayız.
bu kez annemler yok, sel ben, kardeş, kısçe.
yarı belimize kadar denizde, voleybol oynadık.
o top o kadar şişirilmezdi ama...
bizimkine de voleybol denmezdi zaten.
hesabı fazladan 8 lira şişiren gözlemecide yediğimiz gözlemeler de fena değildi ama...
hesabın fazlasını fark edip parayı kurtarmak daha eğlenceliydi.

" şarkılar seni söyler, dillerde name adın
aşk gibi, sevda gibi huysuz ve tatlı kadın"
diye devam ediyor şarkılar.

akşamı, babam, sel ve kardiş rakı-balık-muhabbet halindeler.
kısçe ve ben mızıldanıyoruz:
e ama dışarı çıkacaktık.
babam, kocam, kardeşim
bir masada
muhabbette.
bozulmaz ki.
artsın azalmasın keyifleri.
saat geç olsa ne olur, çıkarız nasıl olsa.
kaleiçinde çay, kahve, soda...
kaçmadı işte, sohbet devam.

"ben gamlı hazan, sense bahar, dinle de vazgeç
sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç"
yine zeki müren. bugün ölüm yıldönümü madem, analım rahmetliyi.

bayram 3 gün, 3. gün son gün.
sağa sola gidicez, güneş peşinde koşacaz diye zaman kaybetmeyelim diyoruz.
konya altından girelim denize.
ne iyi ediyoruz.
konyaaltı bu kadar sakin, böyle dalgasız, pırıltılı, sakin olur muymuş.
deniz muhteşem.
dalga sıfır.
güneş sımsıcak.
top da biraz inmiş 8)
suda voleybol oynuyoruz.
ona sebep tüm göz çevrem kapatıcı, beyazlatıcı sürülmüş gibi.
zira gözüme güneş giriyor diye su gözlükleri gözümde.
yüzüm, yanaklarım, burnum yanmış, göz altlarım beyaz 8)

"avuçlarımda hala sıcaklığın var inan.
unuttum dese dilim, yalan. billahi yalan."

o gün o sıcaklığın izleri yüzümde, sırtımda, kollarımda.
ankara ile konuşuyoruz, kış!
beynime güneş geçmesin diye kafama sarıp sarmaladığım tişortumla, sırtımda havluyla okuyorum kitabımı şezlongda.

"ağlama, olma mahzun, gülerek bak yarına
sanma ki güzelliğin o ipek saçlarına dökülen akla biter.
böyle bir kara sevda, kara toprakla biter"

iş yerinde gözün saatteyken ilerlemeyen saatler
bütün o dinlenmelerinin acısını çıkartırcasına koşuyorlar.
akşam üstü çıkıp ankara'ya dönmemiz gerek.
istemiyoruz.
istesek de istemesek de kalkıyoruz.
güneş sulara vuruyor, deniz ışıldıyor.
aklımızı bırakıp arabaya biniyoruz.

dönüş yolu 5 kişi 2 araba.
annem diş tedavisindeki bir aksilik yüzünden tekrar ankaraya dönmek, 2 gün daha kalmak zorunda.
bizle geliyor.
babamı çerçeye
çerçeyi babama emanet ediyoruz.
annemi alıp, önümüze de kardişle kısçeyi katıp çıkıyoruz yola.
gece yarısı ankaraya varmak, ertesi gün de işe gitmek için acele edecek bişey yok ama...
yol beklemez işte.

sonuç:
3 günlük bayram tatili güzeldi, keyifliydi, çabucak bitiverdi.
özeti bu.

"sevgimizin aşkımızın üstünden sene geçti, mevsim geçti, ay geçti
hülyamızın, rüyamızın üstünden yağmur geçti, dolu geçti kar geçti"