27 Mayıs 2010 Perşembe

kitap dediğin yorulur mu?

her yerden kitap alabilme potansiyelim var.
bu her yer içinde bilimum havalı kitapçılar,
internette kitapyurdu,
gittigidiyor gibi ikinci el satan yerler,
sahaflar,
ve hatta ayıptır söylemesi korsancılar da var.
zamanında kütüphanelerden almışlığım da olmuştu.
ama tüm bu kitap haşırneşirliği içinde hiç bir kitabın bana yorgunum diye dert yandığını duymadım, şahit olmadım.
dile gelemiyor olmalarının da payı var tabi bunda.
ama işte her neyse, hiç bi zaman yorgunum, vay nefesim kesildi, oram buram ağrıyor demez bu kitap milleti.
gel gelelim,
ikinci el jargonu mudur nedir,
gitti gidiyordan kitap ararken karşıma sürekli bu ifade çıkıyor:
kondisyonu iyi
kondisyonu kötü
yorgun!
hadi kondisyonu anladım
her ne kadar bana gayet fiziksel aktivite gücünü, dayanıklılığı falan çağrıştırsa da
nihayetinde durum manasında kullanılmasını mantıklı buluyorum
ama
yorgun ne kardeşim!!
eski diyince bozuluyor mu bu kitap denen şey.
yaşlı de o vakit.
ihtiyar de.
ne bileyim olgun de, bişey de...
ama yorgun niye diyorsun.
okunmanın kitap üstünde yorucu bir eylem olduğu mu ifade edilmeye çalışıyor?
kaç kişi okuduysa o kadar mı yoruluyor kitap?
sesli okununca daha mı yoruluyor misal?
yatık durduysa iyi de, kitaplıkta dik vaziyette kaldıysa mı takati tükeniyor?
yatakta bıraksan geceden, dinlenme şansı da yok ki bunun.
e yorgun ne o zaman?

yok valla anlamıyorum.
saygıdan mı, sevgiden mi, adetten mi bilmem ama
kitaba "yorgun" diyemiyorum.

not olamayacak kadar alakasız bir diğer konu:
böyle diz boyu, belleri sımsıkı oturan geniş eteklerin altına kabarık jüponlar giymek moda olsun. kat kat kabarık kabarık dursunlar. kırmızı rujlar sürelim, uzun kirpiklerimizi açıp kapatalım istiyorum. moda dünyasına seslenmek istiyorum burdan:
belim kalınlaşıp da, yanlarımda can simidi olmadan
yaşına başına uymuş mu hiç, cık cık cık diye kınanacak hale gelmeden
kırmızı ruj sürebiliyor, yüksek topuklu ayakkabı giyebiliyorken
yani henüz vakit varken
lütfen o modayı geri getirebilir misiniz?
hem düşük bel sayesinde iyice kalınlaşan bellere korse satmak yoluyla yeni bir tüketim ekonomisi de oluşur, bak iyi düşünün!

26 Mayıs 2010 Çarşamba

saksağan kaskı

olan var mı?
saksağan için olmasa da normal inşaat kaskı da olsa olur.
ama bi kask lazım oldu.
meyve yemek için dışarı çıktık.
saksağan çift yine cakcakcakcak bağırmada.
kediko da yok ortada.
ne oluyor bunlara derken bir bakayım ki ne göreyim
yavru var arabaların orda.
azıcık palazlanmış ama hala uçamayan bi saksağan yavrusu.
bu gürültücü ve beceriksiz çift yavruyu yuvadan mı düşürdüler, kedi peşinde koşarken mukayyet mi olamadılar nedir...
düşmüş bebe.
bi bağırtı bi gürültü.
-ah yazıııık, ay kedo görmesin bunu valla alır intikamını, dedim.
elimdeki içi meyva dolu kağıt bardağı bir arabanın üstüne bıraktım, emin adımlarla yürüdüm saksağanbebeğin yanına.
bebe koca siyah gözleriyle şaşkın şaşkın bakıyor.
ana-baba yukarda allah ne verdiyse bağırıyor.
bir iğde ağacı vardı, bebeği alıp bunun üstüne koyayım dedim
salak şey tutunmayı bilmiyor.
şahane bi dal buldum sandım ama tepetaklak yere yuvarlandı gerzek saksi.
ebeveynler isyanda.
laf anlatmaya çalıştım:
-ya valla bişey yapacak değilim, lütfen, yardım etmeye çalışıyorum
anlamamış olacak ki, ötüş şekli daha endişe verici hale geldi.
arkadaşım seslendi:
-çete oldular, 4 kişiler. toplanıyorlar.
korktum.
yalan değil, valla korktum.
saksağanlardan biri dibimdeki lambanın üstüne konup, yuvarlak muhafazasına gagasını vurmaya başladı.
bunu az sonra bana yapmayı düşündüğü şeyin provası olarak gördüm.
saksağan yavrusunu olası bir tehlikeden korumak uğruma, bıngıldağımı saksağana deldirmek istemedim.
elimi başıma koydum, çaresiz gözlerle yavruya baktım.
salak şey öyle duruyordu düştüğü yerde, otların arasında.
çaresiz kaldım, uzaklaştım.

1.5 saat kadar sonra çıkma vaktim geliyor.
sel beni almaya geldiğinde, yavru hala oradaysa, yeni bir kurtarma girişimi tertip etmeyi düşünüyorum.
belki o tutunabileceği daha uygun bir yere koymayı başarır yavruyu.
oldu oldu,
olmadı yok yere saksağan kinine maruz kalıp, düşmanlık kazandık demektir.
kediye yaptıklarını gördük.
intikam duyguları kabarırsa bunlar beni burada barındırmaz valla.
gel gör ki, yavrucak pek şirin
cahil ana babası yüzünden telef olmasına gönlüm razı gelmiyor
8)

dün

o kadar net bi başlık attım ki
bi an sanki dün çok önemli bişey olmuş da onu yazacakmışım gibi hissettim.
yok ayol, yok! (ayol? bunu da yazarken hoşuma gidiyor, konuşurken bi kez kullanmışlığım yok ya olsun. yazı dilinde olsun, varlığını sürdürsün. güzel bence. teklifsiz. insan kendini hüseyin rahmi gürpınarın bi roman kişisi gibi hissediyor)

ben henüz bi araba almayı başaramadığımdan kreş çıkışı ebeveynini bekleyen çocuk modundayım ya, sel gelsin beni alsın diye...
dün de öyle oldu.
sel geldi beni aldı.
ama daha işi bitmemiş, bi yere gitmesi gerekiyormuş.
ben de onunla gittim mecburen
zaten birini görecekti o kadar
uzun sürecek bişey değil.
arabada oturur kitap okurum dedim.

eve dönmeden önce dışarda bişeyler yiyelim dedik.
ben dedim daha doğrusu.
gidince yemekle uğraşmak istemedim.
hem de mayıstayız ya, havalar limonata, günler de uzun ya
seviyorum dışarda olmayı.

gittik bişeyler yedik.
azıcık dolaştık, tükkan falan bakındık.
kendime bi kot aldım 10 liraya.
zaten açık renk bişey istiyordum, baktım bu tam istediğim gibi bişey.
bedeni bana göre.
fiyatı bana göre.
almayıp ne yapacaktım 8)

sonra eve döndük.
dünkü liste aklımda.
başlamak konusunda da azimliyim.
sel'e dedim ki:
eve gidelim sen perdeleri indir, yıkıycam ben.
8)
e hem listeye başlamak hem de yorulmamak adına en uygun iş oydu.
üstünü başını soyun dökün, makyajını çıkar, yüzünü yıka falan derken ben..
baktım sel insanı geçmiş tv karşına kanal geziyor.
-e seeeel?
-efendim?
-ya perdeler yıkanacaktıııııı.. ay geç mi oldu, yarın mı yapsak yaa.. hı?
-farkındaysan hiç girişmedim zaten ben o işe.
-üf. tamam o zaman, öyliyse çekmece toparlıycaz. mecbur başlıycam listeye, kaçış yok.

gidip bi boş torba aldım geldim,
açtık çekmeceyi.
allah sizi inandırsın 2006 yılına ait derlenip toplanmış, ataçla tutturulmuş fiş öbekleri bile bulduk.
vakti zamanında vergi iadesi için mi derleyip toplamıştık neydi.
artık bunlar fazla mıydı, az mıydı bilmem, öyle kalmışlar.
karadeniz fıkraları cd'si 8)
gazete promosyonu orhangencebay ideal aşk cd'si
deryabaykal çarşaftandöpyesyap vs. dergisi
süresi dolmuş sağlık sigorta poliçeleri
bitik piller
milyon tane çakmak, aksi gibi hepsi de çalışıyor.
falan filan işte.
atgitsinlerle hadibudursunları ayırdık
ayaklarım uyuştuğu için bu derleme toplama işine son verdik.
ama hiç yoktan iyiydi tabi 8)

sonra tv'yi kapattık, kitap okuduk.
şimdi atıştırmak için meyve mi , cips mi tercih edersin konulu bir tartışma yaptık.
ben elbette cips dedim, 10 kilo alsa "zayıf" denecek sel bünyesi "elbette meyve" dedi.
bi de cipsi meyveye tercih edebilecek insan olduğunu kabul etmekte zorlandı.
kızdım.

o istemediği için, ben de istememe rağmen kendimi tuttuğum için cips yemedik.
meyveler de buzdolabından yeni çıktığından soğuktu, onu da pek yemedik
8)

"11.5 muuuu, ay kalk, ben yatıcam, geç olmuş" dedim.
ev soğuktu diye üstüme kalın sivetşört giydim, bi de hırka giysem mi sorusuna olumlu yanıt ve destek alamadığımdan öyle yattım.

sabah 6 civarı gözümü açtım, baktım yan taraf boş.
evli olduğumu hatırladım ama seslenemeyecek kadar uykum vardı, uyudum.
sonra bi takırtı tukurtu oldu
tekrar açtım gözümü.
yan taraf yine boş.
-seeeeeelllll....
-efendim?
-nerdesin, ne yapıyorsun ya bu saatte? saat kaç?
-6.5 canım.
-napıyorsun?
-mavi gömlek ütüleyeceğim kendime?
-var salonda, ütüledim ben dün (yaaaa.. dün o soyun dökün faslı arasında "beyime" bir de gömlek ütülemiş hamarat bir insanım kendim. fekat önünde çamaşır askılığı olan dolabı açıp askı çıkartmak zor geldiğinden gömleği salonda sandalye arkasına asmıştım)
baktım sel insanı giyiniyor.
-niye erkenden kalktın yaa
-ekmek almaya gidiyom fırına?
-sebep?
-ekmek yok!
-e daha erken, bayram ekmek dağıtmamıştır, yaz kapıya getirsin.
-yok o bakkaldan alıyo, ben fırından alıcam. hadi kalk erken kahvaltı edelim.

valla açıkçası o saatte kalkmak hiç konforlu gelmedi bana o sıra ama, fırın ve taze ekmek sözcükleri bir anda midemde bi hareketlenme oluşturduğundan, uykum da kaçar gibi oldu.
iyi tamam hadi git gel sen, ben de kalkarım.

kahvaltıya oturduğumuz saat normalde yataktan kalktığımız saatten önceydi 8)
o derece!
ama valla iyi oluyormuş böyle.
daha evden çıkmamıza epey vakit varken iş bitmişti.
bunu değerlendirdim:
-seeeeell... ya şu perdeleri bi indirsen diyorum? atsak makineye, kursak, yıkansa, gelince assak ha? hem gece gece perdesiz kalmayız böyle, ev ayna gibi.....

ay işte böyle.
perdeler makinede.
sel işte, ben işteyim.
listem kenara atılmadı, uygulamada.
(şunu da söyliyim de gurur duyun bennen 8) işe gelince, resim dosyamı elden geçirdim ve çerçeyin tüm resimlerini, videolarını bir yeni klasöre toparladım. bunu cd'ye yazıp, güzelce etiketleyip kaldıracağım. sonra da evdekileri aynı biçimde...)
kahvaltıyı erken yaptığımızdan karnım aç.
geçen gece bi kısım arkadaşlar şirkette sabahlarken benim bilimum gıdalarımı tüketmiş olduklarından da şu an atıştıracak bişeyim yok masamda, ne galeta, ne leblebi, ne bişey.hepsini yemişler yahu çekirge gibi...8)
allahtan saat 12'ye geliyor.
hem bu arada yazı da çıktı bak.
hahay 8)
çok becerikliyim çoookk..
öpiym de tam olsun.

25 Mayıs 2010 Salı

prokrastineyşın illetinden kurtulma adımları listesi

ataletim "yapılacaklar listemizi bloglara ekliyelim demiyorum" demiş ama,
bilen bilir, denilenden ziyade denilmeyeni yapmaya yatkın bi insanım zaten.
yine bi kendine sinir olma, gıcık olma,
işleri aklından geçirip üfleme,
herşeye üşenip söylenme
yapmayıp dertlenme halindeyim.
geçen zamana geçtiği için
geçmeyen zamana geçmediği için sinir oluyorum.
bi dayaklık haldeyim ki, sormayın gitsin.

erteleye erteleye
bekleye bekleye
sallaya sallaya yaşıyorum.
utanmadan da geçen zamana şaşıyorum.
yazıklar olsun.

gidip aynaya baktım,
tüü yazık sana dedim kendime
kendim de o kadar mahcup oldu ki, cevap veremedi.
geldim yerime oturdum kararlı bir tavırla, kaşlarım kalkık.
bi kağıt aldım ikiye böldüm,
başlık attım kırmızı kalemle.
ve tam 18 maddeyi bir çırpıda döktüm kağıda.
her bir maddenin üstünü çizmedikçe rahat yok bana.
buyrun burdan da yayınlıyorum.
size de söz, her hafta durum hakkında haberdar edeceğim sizi ve bu vesileyle de esas kendimi.

kılını kıpırdatmayan,
söylenmeye devam eden
ama kıçını da kaldırmayan saklambacı...
böcekler kovalasın!
(bak, o kadar da büyük yemin ettim ki dönüşüm yok)

işte listem:
* giysi dolabı boşaltılıp giyilmeyenler ayrılacak
* ayakkabılar için de aynı ayıklama yapılacak
* perdeler yıkanacak
* saksısına büyük gelen salon bitkileri yeni büyük saksılara taşınacak
* su borusu patlayıp da tamir edildiğinden beri önüne ayakkabılık çekilmek suretiyle kamufle edilmiş olan antre duvarı boyanacak
* mutfak halısı yıkamaya verilecek
* baharat dolabı temizlenip boşaltılacak
* ütü odasındaki çekmece elden geçecek, fuzuli şeyler atılacak
* aynı şey banyo dolabındaki çekmece için de yapılacak
* cd'lik alınıp cd'ler düzenlenecek
* balkon temizlenecek, çiçekler alınıp süslenecek
* yazın giyilmeyecek kazaklar ile kışın giyilmeyecek giysiler yer değiştirecek
* göz doktoruna gidilip yeni bir gözlük alınacak
* evdeki ve iş yerindeki bilgisayardaki resim dosyaları düzenlenecek, özellikle çerçey için özel bir klasör oluşturulup, yedeklenecek
* hobi malzemeleri düzenlenecek
* yeni bir kitaplık alınacak veya yapılacak
* şekersiz çaya alışılacak
*araba bulunup alınacak

hadi bakalım
başlıyorum.
8)

21 Mayıs 2010 Cuma

geri geldiler!!

kediko'nun belalıları
saksağanlar
yine taarruzdalar
8)
hatırlarsanız geçen sene bahsetmiştim bu olaydan
bizim kedi artık ne hata ettiyse 2 saksağanı kendine düşman etmiş, peşindeler bunun demiştim.
yaklaşık 1 hafta 10 gün sürdü sanıyorum
kedi canından bezdi
psikolojisi bozuldu
allah var "bu bi halt etti belli, yoksa saksağanlar niye saldırsın bu kadar inatla" diyordum.
ama şimdi....

dönüp yazıya baktım, daha doğrusu tarihe.
yine 3 aşağı 5 yukarı aynı tarihler.
hatta miladi değil de hicri takvimi esas alırsak neredeyse tas tamam aynı tarih!
aynı tarih!
bu kedi geçen senenin takvimine not düşüp de "bu tarihte saksağanlara saldır" yazmadıysa eğer,
garibimin bi suçu yok belki de.
belki geçen sene de yoktu
ay belki saksağanlar psikopat! 8)

dünden beri farkındayım
zaten farkında olunmayacak gibi de değil
mütemadiyen cakcakcakcakkkkkkk diye bi bağırtı dışarda
iki saksağan kediyi tepeleme derdinde
bu yavrum, hanımefendi kızım da ne olduğunu anlayamadığından olacak, şaşkın.
insanlardan medet umup ayağına bacağına sürünüyor milletin.
kimse yoksa bi kenarda durayım diyor ama rahat vermiyorlar.
arabaların altına kaçmaya çalışıyor, yine peşindeler.
8)
çıktım dışarı, bunu okşadım sevdim
şikayet etti bi de zavallım, miiiy miiiyy diye kısık sesle söylendi.
gel kızım, gel yavrum, ah kıyamam dedim.
saksağanı kovaladım (ki onlara da bayılırım esasında.)
azıcık moral verdim içeri girdim
girmemle birlik kabus gibi çöktüler yine üstüne.
en son bunu kaçarken gördüm 8)

miladi takvime göre mayıs sonu
hicri takvime göre cemaziyelahir başı
saksağanlar için hassas bi dönem mi acaba?
8)

20 Mayıs 2010 Perşembe

kim onlar?

az evvel istatiklere baktım da....
günlerce, neredeyse 1 ay boyunca hiç bişey yazmadığım süre içersinde bile en az 3 kişi her gün istikrarla sayfaya girmiş.
en az 3
8)
bir gün girdin bişey yok, 3 gün 5 gün...
1 hafta 2 hafta 3 hafta
ama yılmamışlar
eeehh yazmıyor ki bu da bişey dememişler
ısrarla her gün gelip bakmaya devam eden o 3 kişiyi bi merak ettim.
ah canlarım benim.
adresinizi falan verin de bari mail falan atayım 8)
ne bileyim mesaj yollarım,
olmadı çaldırıp kapatayım bişey yapayım.
kötü hissettim kendimi böyle.
kimsiniz?
bari bi öpiym.

başlık koymaya üşendim.

camları zangırdatan bir gök gürültüsü,
ardından, o gürültüye değmeyen 3-5 damla yağmur,
şimdi güneş.
hava böyle.
soğuk mu sıcak mı bilemiyorum.
üşendim öğlen yemeğe çıkmadım.
bi sandviç yedim oturduğum yerde
bi de sahibinden araba bakındım.
kardişi aradım 3-5 kere.
şuna ne diyorsun, şu iyi mi, bu nasıl, bunlar kötü mü.....
anlamıyorum zaten bişeyden.
onun kasası değişti diyor.
eeee?
e'si eski kasa alırsan sonra satmakta zorlanırsın.
hıı..
e fiyat iyiyse kasa eski
kasa yeniyse km fazla
km azsa kazası var
kazası yoksa yılı eski
aayyhhhhh...
eldeki para belli zaten.
sel dün ekmekle beraber umut da almış gelmiş
uzattı torbayı
ekmek aldım, gazoz aldım, gofret aldım, umut aldım.
ekmek, gazoz, gofret işe yaradı da
baktım bugün, aldığı umut yalanmış.
hiçbişey tutmamış.
velhasıl osu da olan, busu da olan, orası da böyle, burası da şöyle bi araba aramaya arıyoruz da
para belli.

dün evde kendi kendime iş, yemek ve keyif yaptım ya,
bugün pazar zannediyorum.
çünkü dün cumartesiydi zannımca.
dolayısıyla bugün pazar olmalıydı.
gerçi bugün pazar olsa yarın pazartesi olacaktı.
bu durumda bugünün perşembe olması pazar olmasından evladır, evet.

evlendirme programları seyrettim.
bence çok eğlenceli.
bekar olsam katılmazdım ama
evliyken bekar rolü yapıp katılma şansım olsa, dakika durmam.
bence çok zevkli olur.
-evi olsuun, emeklisi olsuun, bakımlııı, yaşını göstermeyeeen, 26 ile 55 yaş arasııı, biretpite benzesin 8)

sel'in bekar ablaları katsak mı diye düşündüm.
allah var talipleri çıkar.
güzel olabilecek kadınlar.
kaldı ki, kimlere kimlere talip çıkıyor, şaşıyor insan (tövbe yarabbim)
ama bi çay içtikten sonra ayrılırlar bence damat adaylarından.
çünkü büyük olan adamı tersler bir anda.
küçükle görüşen de hayatından bezer, gider evine kapanır.
program 2 damat adayından olur.

akşam olsun çıkalım eve gidelim bihtergili seyredelim istiyorum.
o değil de, sel çıkışta beni vaktiyle alsa keşke, hava yürümeye imkan verecek gibi değil.
zaten ayağımda çok yüksek topuklu pembe ayakkabılar var.
yağmasa da yürüyemem.
mahrumiyet bölgesinde çalıştığımdan da tolu taşımayla gitme şansım yok ki.
toplu taşımaya ulaşmak için en az 30 dakika yürümem gerek.
olsun.
şikayetim yok burda çalışmaktan.
masamın az önceki hali buyken nasıl şikayetim olsun ki 8)
not: benim makinanın tarihi niye kafasına göre takılıyor yahu!
not2: sabah arabaya binerken yolda ölü bi fare gördüm. araba ezmiş! hayır zaten sokak öyle sürat denemesi yapmaya müsait bir sokak değil, e fare desen hızlı olmasıyla bilinen bi hayvan.
araba, karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir fareyi nasıl ezer ki!
-aaa farecik ölmüş, dedim.
yoldan geçen bi adam bi bana bi ezik fareye bi daha bana baktı
sel de "farecik dediğin eşek kadar lağım faresi" dedi.
olsun. araba altında kalması gerekmezdi!
not3: yağmur şu anda az önceki gök gürültülerini fazlasıyla hak edecek şiddette yağıyor. ay ne güzel!
not4: haftaya annemler geliyoorrr.. 8) bu cumartesi değil, bir dahaki cumartesi kahvaltıya çağırabilirim, çok özledim.
not5: sel için zor 3 gün var önümüzde. bi hayır duası etseniz ne güzel olmaz mı 8)

11 Mayıs 2010 Salı

işte bişeyler...

yazma yazma
sonra da ay ne yazsam ki boş boş bak ekrana.

kafam çorba oldu.
işim vardı
yani aslında sabahtan beri habire ders çalışıyorum da denebilir.
işim bu zira.
fiziktir, kimyadır, matematiktir....
sor bana şimdi trigonometrik fonksiyonları birbiri cinsinden bulmayı
ya da,
omurgalıların genel özelliklerini sıralayayım size.
omurgasızları da biliyorum ama onu istemeyin
ıyh
sevmem omurgasızları hiç. tiksinirim.
sünger hayvanı var bi, o hadi neyse.
biyolojiyle işim olmaz derseniz
çözeltilerle ilgili problem çözelim, kimyasal türler arasındaki etkileşimleri inceleyelim....
yaaa..
sabah akşam ders çalışıyorum bi nevi.
negzel dimi 8)

dışardaki kavak ağaçları iyice terbiyesizleşti.
durdukları yerde öbek öbek pamuk üretip heryere saçıyorlar.
çimenlerin üstüne bakınca insanın elektirik süpürgesini çıkartıp temizleyesi geliyor, o derece.
oraya buraya pamuk saçtıkları yetmiyor gibi bi de tükürüyor bu ağaçlar!
valla billa.
insana tükürdüğü bişey değil, altında park edili arabalara da tükürüyor. (mala geleceğine cana gelsin yaklaşımı!)
ama bana ne, zaten arabam yok.

ankara yaz oldu ben yazmayalı.
birden bire.
hatta öyle birden bire ki
burnu kapalı baharlık ayakkabı arıyordum
e burnu açıkları daha giyemem, mevsimi gelmedi diye diye
bir anda geldi o mevsim.
beni bir sabah burnu, sağı solu, arkası açık ayakkabıyla gören sel "hayırdır" dedi.
giyiliyor artık dedim.
iki günde neyin değiştiğini anlamadı tabi, sordu:
"siz kadınlar bir merkezden fetva falan mı alıyorsunuz, onay mı çıkıyor?"
öyle bişey aslında.
açılış yapmak için bir gün önce Esra ile konuştuk çünkü "yarın açık ayakkabı giyelim" diye
nitekim şirketteki kadın nüfusu aynı şeye odaklıydı "aha! mevsim açılmış, yarın ben de giyeyim"
bu işler böyle galiba.
ve fakat ben hala burnu kapalı ayakkabı arıyorum o ayrı.

evde yemek yok.
biri kilo almaya, biri de almamaya çalışan iki insan aynı evde yaşayınca iki tarafın da memnun olması kolay değil.
akşam ne yesek sorusuna sel:
"kızartma yapalım, patatese girelim" diye coşkuyla fikir beyan ederken
"ama kalori" diye mızıldamak olmuyor.
adam yediğini bi şekilde ne yapıp edip yok ediyor içerde ama benim butlarım biraz tutucu 8)
yine de bağrıma taş basıp ona her türlü abur cuburu, pastayı, tatlıyı teklif ediyorum, özellikle de dışardaysak:
-seeel, sufle istermisin?
-yok canım, ne söyleyeceğimi biliyorum ben!
-gıcık!

zıplamanın ilk okul çocuklarına iyi geldiğini okudum bir yerde.
akşamları zıplıyorum.
valla.
(ilkokul çocuğu olmadığımın farkındayım, evet.)
durduğum yerde salak salak zıplıyor olmama ve bunu bir sağlıklı yaşam, bir kilo kontrolü, bir spor aktivitesi olarak değerlendiriyor olmama biraz gülüyor sel ama allahı var, destekliyor yine de.

e hadi artık ben gidiyorum.
arayı bu kadar açmayalım allasen, özlüyo insan 8)
hadi öpiy.