30 Ocak 2009 Cuma

mesaj

toplantıdayım.
telefon çaldı; sel.
açıp kısık sesle, toplantıdayız dedim. tamam dedi kapattı.
acaba ne diyecekti diye merak ettim, mesaj yolladım:
söyleyeceğin şeyi mesaja yazıp yollayabilirsin diye.
az sonra tık tık tık dedi telefon.
bir mesaj!
açtım:
"diycektim ki sana karşı bişşiler hissiyatım var karnım karıncalanıyo ümüğüm düğümleniyo koca bi çift ciğeri dolduruyom havayla ama tırıs gidiyo sen anla beni"
noktasız virgülsüz imlasız anlatım bozukluğu olan bi mesaj 8)

düşündüm de;
banka, telefon operatörü, mağaza, market ıvır zıvır gibi yerlerden gelen bi dolu gereksiz mesaj arasında, böyle mesajlar lazım, tutmak için telefon hafızasında 8)
bi de burda dursun dedim 8)

26 Ocak 2009 Pazartesi

daruma...

bilmem ki faydası olur mu?
yapmaya niyet edip, karar verip, isteyip, inanıp... ama yapamadığım şeylerin listesi ansiklopedi olacak miktarda.
bir daruma bebeği alsam faydası olur mu diye düşündüm içimde oturup duran ve ancak poposunu büyütmeyi başaran tembel yaratığa.
daruma bebekleri japon inanışında irade ve sabrı temsil eden bir geleneksel "şey"
ne desem bilemedim adına.
oyuncak desen değil, süs değil, biblo desen değil...
şey işte.
japon kültüründe önemli bir yere sahip olan bu daruma zamazingosu şu:

kişi bunu aldıktan sonra bir şeye niyet ediyor (niyet ettim allah rızası için demeye gerek yok, karar ver yeter yani) ve o niyet ettiği şeyi unutmamak için bunun bir gözünü boyuyor.

sonra iş verdiği kararı uygulamaya, onun için çalışmaya geliyor.

artık o kararı gerçekleştirmek ne kadar sürer bilinmez, tüm o süre boyunca bu yukardaki sevimsiz iblis suratlı şey daha da biçimsiz biçimde böyle tek gözlü olarak sana bakıyor:

ta ki sen karar verdiğin şeyi gerçekleştirene kadar.

oldu! dediğin o mübarek gün geldiğinde ise eline kalemi alıyor ve (muhtemelen gözlerinden yaşlar süzülerek... e yıllardır çaba sarfetmişsin bir küçük siyah nokta yapabilmek için. nihayetinde gün gelmiş. o gün ağlamayacaksın da ne gün ağlayacaksın!!! hem ağla açılırsın!!) evet, eline kalemi alıyor ve, diğer gözü de boyuyorsun.

oh! şükür!

işte ben de uyuz uyuz oturup, günden güne liste büyütmekten mağdur olduğumdan, acaba dedim kendime bir daruma bebesi mi alsam. esasında bir daruma bebesi de paklamaz beni ama bir yerden başlamak lazım değil mi?

üüffff...

daruma dedin bari hakkında iki bilgi ver de bi şe yarasın manasında not:

bu daruma bebekleri budist zen inancının kurucusu olan Dharma'yı temsil ediyormuş. bu Dharma insanı 8 senesini bir mağarada meditasyon yaparak geçirmiş. ayakları da meditasyon sırasında oturmaktan kaybolmuş bunların inancına göre. (anacım, bi inanç uyduracaksın, bari akla mantığa yakın olsun ama dimi.. 8 sene oturunca ayak nasıl kayboluyor yahu! ) neyse bu sebeple ayak yapmamışlar bunlara. böyle yuvarlak bişey işte. bi nevi hacıyatmaz. devrilmiyor. eğrilip sallanıp yine eski haline geliyor. bu yüzden de "hayatta ne kadar sallanıp, çalkalanıp, devrilmeye yaklaşsan da sonunda doğrulabilirsin" şeklinde bir mesajı daha var yani bu cin bakışlı sevimsiz suratların.

allahım yarabbim hepimize iki gözü boyanmış daruma kolleksiyonu nasip etsin der, hafta başı öpücüğü ile birlikte huzurlarınızdan ayrılırım efem.

23 Ocak 2009 Cuma

bir "sual"

şöyle yazmıştı bana suret kitabından yolladığı ve "sualdir" başlığı koyduğu bir mesajda:

"Convallaria majalis zehirli diyorlar, bir kere zehirlenen bir daha iflah olmaz diyorlar, bilmemki doğru mudur? Majalis zehirlenmesinin şifası nerededir, bir ot, bir ses, bir bakış,bilemiyoruz....Çaresiz ve sessiz bekliyoruz bekliyoruz.."

kocaman gülümsedim.
takma isimli şahsın kim olabileceğini tahmin ediyordum, cümlelerini tanıyorum.
kelimelerini değil, tarzını tanıyorum.
gülümsedim.
çok önem verdiğim biriydi, senelerdir görmüyorum ama hala öyle aslında.
beraber çalışırken olan ilişkimizden farklı ve bence çok değerli bir arkadaşlığımız vardı.
tanıdığım çok özel adamlardan biri o.
her neyse.
tekrar denk gelince mesaja,
yine kocaman gülümsedim içerdiği imaya 8)
o sebeple, bir de burda dursun istedim.
8)

21 Ocak 2009 Çarşamba

flört engel tanımaz!

Bilmeym ne ka gerçek.
Ama Afganistan’da arkadaş arama sitesiymiş bu.
Gerçek olduğu var sayımı ile hareket edersek:

Mumu zarif bi kız. İnce kemikli bi yapısı var.

Coran gezmeyi dolaşmayı, açık havada bulunmayı seven bir kişilik. Mütenasip ölçülerde.

Lara balık eti. Güneşlenmek en büyük hobisi.

Nadine içine kapanık, fazla dikkat çekmeyi sevmeyen bir kız. Ancak ciddi tekliflere olumlu bakabilir.

Semoule_de_reve asi bir kız. Tarzındaki Gotik etkileri giyiminde görmek mümkün.

Açık saçık giyimiyle dikkat çeken Tajine 501 ise biraz hafif meşrep görüldüğü üzere. Dekoltenin dibine vurmuş. Her bişey (o şey göz mü - gözlük mü) ortada. Ayıp!

Loukhoum adından da anlaşılacağı gibi lokum gibi kız. Fazla söze ne gerek.

Tata ise gür saçlarıyla iddialı. Uçuk mavi favori rengi.

Şimdi;
Şahsen, bu görüntüden benim yapabileceğim yorum bu. Ama asıl merak ettiğim şu:
Buradan kız bulan, ya da bulmayı uman afgan erkekleri tercihlerini nasıl yapıyorlar?
Loukhoum hanımın talipleri “vay yavrum benim, isme bak, yerim seni” diye mi mesaj yolluyor?
Tajine, kumaştaki kesikten görünen kısım sebebiyle çok afedersiniz, “yollu” muamelesi mi görüyor?
Semoule penceresindeki karaltı, altında bir canlı olduğu izlenimi veriyor mu?

Esasında çok acıklı yaaa..
Valla billa acıklı....

20 Ocak 2009 Salı

ilham geldi 8)

yazacak konum da yok falan diye kendi kendime çemkirip salak demek suretiyle içimi rahatlattığım aşağıdaki yazıya ilham perisi yorum yapmış. demiş ki:

Al bakalım sana konu: Adamın biri şişme bebeklere tecavüz edip kaçmış.(bkz. http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1044494&Date=31.12.2008&Kategori=yasam&b=Sisme%20bebeklere%20tecavuz%20etti
Bu durumda suçun boyutu nedir sence?Tecavüz tek başına suç mudur?Yoksa işin içinde bir insan olmaması suçu hafifletici bir durum mudur?Benim çok ilgimi çekmişti bu konu. Hala blog yazıyor olsaydım kesin bahsederdim :)Bir de lütfen kendine haksızlık etme.Hangimiz salak değiliz ki? ;)İmza:İlham Perisi :p

ben de şahsım, cevaben dedim ki:

aha, ilham geldi 8)
okudum o haberi. gözden kaçacak gibi değildi zaten 8))
bence:tecavüz tek başına suç değildir.ama işin içinde insan olması veya olmaması değil konu, bir canlı olup olmaması bence.
ata, eşeğe tecavüz de suç bu yüzden. hem de ağır suç!
ama,şişme bebek olayında durum farklı epey 8))
şöyle ki şişme bebek seninse olay tecavüze girmez.
şişme'nin kulağına fısıldar, hoş sözlerle gönlünü yaparsın, baktın ters bi tepki yok. eyvallah.
lakin, bebek senin değilse, bu durumda olduğu gibi gidip de mağazadan zor kullanarak kaçırdıysan, o zaman ciddi suç 8)
bi kere allahın emri ile gidip tükkan sahibinden şişmeyi istememişsin
başlık paranı (ya da ücreti) vermemişsin
şişmeyle zoraki ilişki kurup bir de utanmadan sokağa atmışsın.
bu ne kepazeliktir, ne terbiyesizliktir.
bitti gitti artık o şişmenin hayatı.
kimsenin evinin şişme kadını da olamaz bu saatten sonra.
yazıklar olsun!!!!

ilham perim de hemencik cevap etmiş:

ahahahahah :)))İşte bu süper mizah gücün yüzden lütfen bu konudaki yorumun yorumlarda kalmasın. Lütfeeeeennnn

şimdi arkadaşlar,
zaten malumunuz olduğu üzere ilham perisinden yana pek şanslı değilim.
e kırk yılda bir ilham perisi gelip bi istekte bulunmuş. dikkate almamak ne haddime.
hemen ana yazı olarak buraya iliştirdim muhabbeti.
fakat ilham periciğime söylemeden geçemiyciiim:
zaten konu başlı başına mizah! ilaveye gerek bırakmayacak kadar trajikomik.
o adama güler misin, kızar mısın, üzülür müsün?
karşı cinsle ilişki konusunda pek başarılı olmadığı muhakkak.
ama ortada bi gayret var o da malum.
baştan çıkartma tekniklerini kanlı canlı bir xx kişisi üzerinde denemeden önce daha kalender bir kanalda tecrübe etmek istemiş.
ama para yok.
ne yapsın adamceyiz, çareyi bunda bulmuş.
gidip tükkanı basmış.
aslında buraya kadar çok şaşırtıcı gelmedi bana.
ha tükkan sahibi şaşırmış o ayrı.
zira olay avustralyada geçiyor.
bize normal olan onlar için akla zarar olabilir elbet.
dedim ya ben çok şaşırmadım.
şaşırdığım kısım:
adamın 3 ayrı mağazaya girmiş olması.
anlamadım ki, bir mağaza neden yetmemiş.
ürün çeşidi mi azdı, tiplerden mi elektrik alamadı bilmiyorum ki.
tabi bir de sonradan şişme kadınceyizleri (hemen -ceğiz ekiyle acındırma efekti yarattım bak! nihayetinde şişme de olsa mağdure mağduredir!) sokağa atmış.
orda biraz kızdım ben.
demek ki yaşanılan onca şeyin hiç bir anlamı yokmuş!
bu sebeple yazıklar olsun dedim adama.
ben burda onun psikolojisini düşünüp, maddi imkansızlıklarına acıyıp, yaptığı olayda bir mantık aramaya çalışayım,
o gitsin şişirdiği kadını sokağa atsın!!!
rezil!!!!

neyssse..
yani demem o ki, ilham perisi gelip bi ricada bulundu, onu bulunduğu ricadan pişman etmeden keseyim yazıyı. laf yine uzayıp elime yapışacak yoksa. ıyh!!!!

19 Ocak 2009 Pazartesi

çelişkiler

canım yazmak istemiyor ama sayfada yeni yazı olsun istiyor.
e ne yapaciz bu durumda?
hayır zaten yazacak bişeyim de yok.
bi gıcık oldum kendime.
ıyh.. salak!!!

14 Ocak 2009 Çarşamba

vay ben duymadım, vay ben bilmiyorum demeyin 8)

Capone kollar açılır
Gögüsler yana saçılır
Herkesin gözü açılır
Adına da derler seks

Seks Seks Seks

Kağıttan elbise moda
Mini etek giymiş oda
Yaşasın der en son moda
Adına da derler seks

Seks Seks Seks

Seks bombası olmuş meğer
Herkesin dilinde gezer
Sosyete böyleymiş meğer
Adına da derler seks

Seks Seks Seks

Kalçaları bomba gibi
Kollarıda asma kabak
Gören gözler şaşı olur
Amanın kadına bak
Adına da derler seks

Seks Seks Seks

Seks bombasımı neymiş
Allahıma güzel şeymiş
Gözlerimiz yaptı bayram
Dayan kesene al
Adına da derler seks

Seks Seks Seks

Çıplaklar kampına döndü
Görenin gözleri döndü
Bu gidişle ocak söndü
Adına da derler seks

Seks Seks Seks

Ne ferman dinler ne kadı
Sosyetik cıkmıştır adı
Cennetenmi gelmiş tadı
Adına da derler seks

seeks seeks SİİEEEEEEEEEKKSSSS

Söz-Müzik: Arif Sami Toker
Yorum: Sevil Öztatli

ha, diyorsanız inanmam, böyle şarkı mı olur,
öz be öz kendi kulağınızla dileyin anacım 8)
bana da hayır duası edin!

http://etrafta.com/2008/12/15/seks-seks-seks/

denizbilmemnesi

deniz fili
denizaslanı
denizköpeği

deniz ayısı
denizineği
bildiniz mi?
yani bildiğimiz cümle mahlukatın başına bi "deniz" lafı getirilerek oluşturulan ve denizde yaşayan aynı model hayvanatlar.
bunlar,

kara hayvanından yani bildiğimiz köpekten ayıdan adını alıyor ama benzemiyor pek.
ortak özellikleri yüzgeçayaklılar sınıfından olmalarıymış.
bu yüzgeç ayaklılar 3'e ayrılıyormuş.
fokgiller,
morsgiller,
denizaslanıgiller,
zaten de aşağı yukarı hepsi birbirini andırıyor.
da,
benim merakım neden isimleri böyle?
bak deniz atına sataşmıyorum farkındaysanız.
heyvancık kafa tarafından bi truva çağrışımı yapıyor nihayetinde.
ama deniz ineğinde bir meme
deniz köpeğinde bir kuyruk
deniz ayısında bir pençe bekliyor insan.
hadi hepsini geçtim de,
pazarcının deniz brokolisi diye bize salladığı şu sebzenin gerçek adının romanesco olduğunu da öğrenince,
bu denizmemelilerinin gerçek adlarından ne kadar uzakta olduğunu tahmin ederim artık.
buyrun romanesco
kendisi dizayn manyağı bir sebze.



















pazarcıya bakarsan "deniz brokolisi"
bundaki isimlendirme deniz ayısından bile mantıksız.
zira deniz ayısı en azından denizde yaşayan bir canlı.
buncağız denizde yetişmiyor ki?
neyse,
yine saçma sapan bir yazıyla daha sayfamı doldurmuş olmanın verdiği huzurla huzurlarınızdan ayrılırken sevgiyle kucaklarım.
esen kalın.

12 Ocak 2009 Pazartesi

bir konu-bir konuk

louis wain (1860-1939)
kedi ressamı olarak ünlüymüş.
ama şizofren olmuş.
olmadan önce kedileri insansı hallerde çizerken,
olduktan sonra bi acayip görmeye başlamış herhalde.
aşağıdaki resimler şizofren olduktan sonra çizdikleri.
ben sevdim.
bu mesela, ince iş. dantel gibi, iğne oyası gibi

bu, köylü kadınların renkli yemenilerine benziyor. çiçekli falan.

buna bayıldım. tüylü yelpazeler gibi. koca gözlerdeki ifade de pek hoş.


gözleri çiçek olan da çok sevimli, yakışmış o gözler. diğeri garip. transa geçmiş kedi rüyası gibi.

bunu fazla sevmedim:

bunda da sanki muzur bi bakış var:

sadece kedi çizmekle kalmayıp, kedilerin refahı için çalışmalar da yapan bu adamceyize rahmet diliyorum 8)

9 Ocak 2009 Cuma

beş dakika belgeselleri serisi -genel izleyici-

insanı en çok rahatlattığını düşündüğüm şeylerden biridir banyo yapmak.
buna rağmen, hayatları boyunca banyo yapmadan yaşayan insanlara hayranlık duyacağımı düşünmezdim. ama duyuyorum.

himbalar namibyada yaşayan bir kabile.
herero kabilesiyle akraba oldukları ve benzer bir dil konuştukları biliniyor ancak hererolardan kimseyi tanımadığımdan olsa gerek, bu bilgi benim için pek tanımlayıcı değil. 8)
göçebe bir kabile oldukları yazılıyor.
gerçi şimdilerde koruma altındaki bir bölgede yaşadıkları düşünülürse pek göçecek halleri kalmamış sanırım.
ama zamanında bu hererolarla beraber göçüp gelip namibyaya yerleşmişler himbalar. sonradan alman misyonerler yüzünden hererolar değişmiş. batılılar gibi giyinmeye başlamışlar (kocalarının bu kadınların hep açıkta duran göğüslerini görüp fikirlerinin bozulmasından korkan misyoner kadınlar, onları uzun elbiseler giymeye alıştırmış. adam misyoner, kendini tanrı yoluna adamış ama kabile kadınının memesini görüp niyeti bozma ihtimali var yani karısına göre. eh!) ve hristiyan olmuşlar.
himbalar ise bozulmamış. zaten taptıkları bir tek tanrı varmış mukuru adında. ona inanmaya devam ediyorlarmış halen.
göğüsleri açıkta gezen, zaten pek az örtünen bu kadınlar için mahrem olan yer neresiymiş dersiniz?
ayakbileği.
bu sebeple ayak bileklerine böyle uzun, geniş, bileklik benzeri şeyler takıyorlarmış, deriden, ağaç kabuğundan, boncuktan falan örerek imal ettikleri.
görünüşlerindeki esas belirgin husus ise tenlerine ve saçlarına sürdükleri kızılımsı bir çamur. boya, yağ vs. karıştırıp cilterini bununla sıvıyorlarmış. zaten banyo manyo yok hayat boyu ama sanırım her gün de yeniliyorlar bunu. hem güzellik hem bakım.
saçlarını da aynı biçimde bu karışımla sıvayıp örüyorlar. böyle kızılımsı, halat halat bişey o saçlar. geniş aileler olarak yaşıyorlarmış. hem anne hem baba tarafının ailelerine, klanlarına dahilmiş bir birey. veraset ise anne tarafından devam edermiş. yani babanın malları değil, anne tarafının malları miras kalıyormuş.
son zamanlarda turistik gezilerin ilgi odağı olduklarından biraz tehdit altındalar sanırım. ziyaretçiler çocuklara çikolata bisküvi kola, erkeklere alkol vermek suretiyle onları bozmaya başlamışlar. çocukların her yabancıdan birşey dilenir hale gelmesine, erkeklerin ise alkolik olmasına sebep oluyormuş bu davranışlar. yani aklınızda olsun, giderseniz kimseye kola çikolata şarap falan vermeyin. sattıkları şeylerden almak onlar için yapılabilecek en iyi ve zararsız şey sanırım.
eveeett.... beş dakika belgeselleri serisinin ilk bölümünün sonuna geldik sayın izleyiciler.
cümleten öper, "oh beee" dedirtecek bir hafta sonu dilerim.


7 Ocak 2009 Çarşamba

aramızda kalsın.

merakla bekliyorum.
şirketimizin müstesna insan kaymakları bana neredeyse bir senedir boşu boşuna para verdiğini ne zaman anlayacak.
hayır söyledim de ha!
işim yok, boş boş oturuyorum. sıtkım sıyrıldı benim dedim.
evet doğru haklısın hemmen geliyor yeni proje dediler.
bekledim.
baktım bunlar başka alemlerde,
ben de dürüst insanım, boşa para almak içime sinmiyor ya, tekrar söyledim.
aman da tamam da valla da billada...
eee...
allah sizi inandırsın birkaç defa daha söyledim.
yav bir senede yaptığım toplam işi, çok yoğun dönemlerimde 1-evet yanlış görmediniz, bir- günde yapardım ben.
bir sene diyorum bak.
12 maaş.
hayır o değil, çalışmaktan da sıyrıldım ha.
blog mesaisi, çay, kahve, gazete, yazar...
utanmasam örgüler, şişler falan da getirip kışlık kazağa giricem.
kimse de bişey diyemeyecek.
napıyors..? diye ağızlarını açmalarıyla,
gözlerimden kıvılcımlar çıkartarak dönüp bağırma hakkım var:
ya ne yapacaktım!!! ha! ne yapacaktııım!!!!
haklıyım.
şirketimiz gül yüzümü görmeyi yeterli sayıyor maaş ödemek için. sağolsunlar. zevk meselesi tabi. ama ben boş oturmaktan sıkılıyorum.
aslında o maaşada ancak boş boş oturulur o ayrı.
ona da ayrı carladımdı ama,
henüz bi fayda göremedim.
içtiğim çay-kahve,
tükettiğim tuvalet kağıdı
harcadığım elektrik falan umrumda değil artık.
iş var da yapmadık mı!
bildiğim dili unutturdu bunlar bana be.
manevi tazminat davası açasım bile var da (sürekli oturuyor olmaktan mütevellit alt bölgede meydana gelen genişleme de mahkeme heyetince manevi tazminat için sebep sayılır mı. simurgum?)
hadi kriz mriz diye duruyorum.
neyssss..
az evel tuvalete gittim.
donumun kenarındaki marka yazan küçük etiket ile,
kotumun iç astarının aynı renk olduğunu fark edip sevindim.
böyle uçuk pembemsi, gül kurumsu bir renk.
kime söyliyim ben bunu şimdi.
ikisinin aynı renk olması ötesinde,
zaten bireysel olarak bile halka açık konumda değiller ki.
biri pantolonun bel tarafındaki astar
ötekisi don etiketi.
esasında aynı dünyanın insanı sayılırlar.
e hi 8)
(bu farkındalığa ermiş olmak ve bunun için seviniyor olmak işsizliğin bende yarattığı tahribata bir diğer örnek işte. o tazminat hakkım!!)
ooff..
işten çıkmama 1.5 saat falan var.
kendime yeni bi saç modeli ve yeni bir saç rengi arayışıma hız vereyim bari.
gerçi model üstünde ne yapılabilir pek bilemiyorum.
uzatmayı başaramadığıma göre, bir miktar daha kestirmenin de pek fark yaratmayacağını biliyor olduğuma göre,
en kolayı renk değişikliği yine.
ay yoksa, en radikalinden platin sarı mı yapsam kııııız????

yaptı yapacağını...

Kadın güzel, zeki, başarılı.
Evli.
Kocası uzaktan bakıldığında ideal koca.
Örnek insan.
Ama...
Ama’lar var işte.
Uzun zamandır.
Kadın aşk filmleri meraklısı.
Romantik filmler hastası.
O filmlerdeki aşklar,adamlar, hayatlar....
Ne güzel.
Aşk ne güzel!
Kadın aşık değil kocasına.
Bilemiyorum aşık mı kocası ona.
Ama kadın değil.
Kadının aklı, kalbi yarım gibi aşk olmayınca.

Sonra aşk oldu.
Aşık oldu.
Bu adam farklı kocasından.
Bambaşka düşünen, başka yaşayan, ilgi alanları, yaşam tarzı, yaklaşımı bambaşka olan biri.
O da aşık oldu kadına.
Önce ortak ilgi alanları
Sonra ortaklaşan ilgi alanları...
Ortak duygular,
Ortak korkular...
Kaçamadılar.
Ben şahidim, kaçamadılar.
Ama dedim ya,
Kadın evli.
Adam da evli.
Üstelik.....
Üstelik kadının dünyalar güzeli bir de kızı var.
Adam ve kadın çalabildikleri zamanları birbirlerinin gözlerine bakarak konuşmak,
Belki konuşmadan bakışmak için değerlendirirken...
Olan oldu!!!
Adamın karısı olayı fark etti ve,
İlk durağı kadının kocası oldu.
Sonrası tatsız tabi.
Köpürmüş ve saldırganlaşmış bir kadın
Hiddetlenmiş bir adam
Ne yapacağını bilmeyen bir çift aşık.
Kadın arkadaşım.
Dünyalar iyisi bir kadın.
Tanıdığım en iyi insanlardan.
Pırıl pırıl biri.
Bu aşka nasıl düştüğüne, nasıl karşı koyamadığına, nasıl savaştığına şahidim.
Aşık olduğu adam da arkadaşım.
Değişik biri.
Alışıldık adamların çok dışında, çok nazik, çok ilgili, çok renkli biri.
Adamın ve kadının eşlerini tanımıyorum.
Her ikisinin de canlarının yandığından ve haklı kızgınlıkları olduğundan eminim.
Ama...
Ama işte....
Ortada o dünyalar güzeli çocuk olmasaydı, daha kolay hallolabilecek bu olay,
6-7 yaşlarındaki o kıza zarar vermeden çözüm yolu bulmak zorunluluğu sebebiyle daha yıpratıcı olacak.
ayrılmalılar mı,
cocuk yüzünden devam kararı almalılar mı,
aşktan vazgeçmeliler mi,
devam edip sonu ne olursa razı gelmeliler mi,
hataydı diye öne mi eğmeliler başlarını,
kaçamazdık diye dik tutmalılar mı?

Aşk yine yaptı yapacağını.
Bir ateş yaktı ve şimdi izliyor sanki, kimin yanıp, kimin kalacağını.

5 Ocak 2009 Pazartesi

insan?

insan olmanın en önemli şartı, olmazsa olmazı nedir?
düşünmek değil.
hissettmek değil.
merhamet ve vicdan duygusu da değil.
el kol ayak bacak değil.
göz, ağız burun değil.
fiziksel özelliklerden bağlayan bişey var mı?
zeka değil şart.
insan kılığında olmak değil, giyinmek değil.
ne bileyim işte ağlamak, gülmek falan değil.
insan olmanın şartı ne?
dna'mı?
bence değil.
"insan" olan bir anne-babadan doğmak mı "insan" yapıyor canlıyı?
"anne baba insansa, o doğan canlı da insandır" mı demeliyiz?
belki.
yani başka bir şart gelmiyor aklıma şu anda.
keşke yazılı kanunları olsaydı bunun da demek istiyorum.
bir canlı doğduğunda önce "insan adayı" gibi bişey olsaydı belli bir yaşa kadar.
belli bir yaşa geldiğinde,
o insan adayı bir takım testlere tabi tutulsaydı, araştırılsa, incelense, sorulup, soruşturulsaydı.
"insan" olduğu tespit edilirse "insan";
olamadığı tespit edilirse başka birşey olarak kalsaydı.
ne bileyim 5-10 yılda bir tekrarlansaydı bu testler "tür"ler arasında olabilecek geçişler için.
saçma mı?
bence değil.
az önce sinir bozucu bir haber okudum yine.
yaratığın biri mahallesinde köpek besliyorlar diye dövmüş bir anne-kızı.
daha sonra ise bir köpeği pompalı tüfekle gözleri önünde başından vurup "dikkat edin sıra size gelmesin" diye uyarmış (!)
şimdi;
bu yaratık bir nedir, biri bana açıklayabilir mi?
anne baba muhtemelen insan
kendi görüntüsü de benziyor.
el-kol-ağız-burun-kafa-göz yerinde
konuşabiliyor.
plan yapabiliyor.
alet kullanabiliyor görüldüğü üzere.
ama,
bu bir nedir?
önce tutuklanmış, sonra serbest bırakılmış ama işlediği cinayetten değil, adam tehdit etme suçundan yargılanacakmış.
eeee?
yani gerçekten "eeee?" diyesim var benim.
olmuyor ki.
yetmiyor ki.
insanmış gibi dışarda dolaşacak ve belki yanımızdan geçip gidecek bir yerde.
bilemiycez.
hayatlarımızı, duygularımızı, onurumuzu tehdit eden insan kılığında birşeylerle aynı ortamlarda yaşamaya devam edicez.
insanımsı cocuk tacizcileriyle olduğu gibi,
tecavüzcülerle,
orman yakanlarla,
hayvanlara işkence yapıp gülenlerle,
aşkına karşılık bulamadı diye bıçağı çekip bir kızı doğrayanlarla olduğu gibi.
inanmıyorum.
bu "şey"lerin insan olduğuna inanamıyorum.
ama ne olduklarını da bilmiyorum.
iyi insan ve kötü insan ayrımını anlarım.
ama insanı insan yapan şey'in ne olduğundan emin olmadıkça,
bu "şey"leri hangi sınıfa sokacağımı bilemiyorum.
dünyamız başka galaksilerden gelmiş ve insan görünümünde dolaşan iğrenç canavarlarca istila edilmişcesine korkuyorum.
çünkü tanıyamıyoruz onları.
insan kılığındalar.
ama değilller.
ne korkunç!!!

bu sebeple,
iki şey hakkında cevap arıyorum.
insan olmanın vazgeçilmez şartı nedir?
ve,
bu şey'ler nasıl oluşur?

karamsar ve gıcık bir yazı olduğunun farkındayım.
böyle aman da yeni eve taşındım falan tarzında cici bişeyler yazamadım ama,
yav ben çok sinirleniyorum!
öyle böyle değil çok sinirleniyorum ve çok da çaresiz hissediyorum kendimi.
üüfff......

kaçtım

aslında adı üstündeydi.
saklanıyordum.
bu sebeple, saklanamıyor olduğumu fark edince, oyunun devam etmemesi gerekiyordu haliyle.
biraz bozuldum açıkçası.
malum, pek sevmem taşınmaları, değişiklikleri falan.
ama şart oldu.
işte bu yüzden "burayakactim"
bundan sonra asıl adresim burası olacak.
eski saklandığım yer ise belki arada sırada, sadece devam ediyor süsü vermek için birkaç yazıyı konuk edebilir.
ama dediğim gibi,
sobelendim ve orada oyun bitti!
belki de iyi oldu.
hiç aklımda yokken, yeni bir başlangıç gerekti.
tamamen tesadüfü olarak da yeni yılın ilk çalışma gününe denk gelmişti saklanamadığımı fark etmem.
demek ki, taşınma zamanıymış.
şimdi,
etrafa çeki düzen vermek gerek.
yardıma gelirken çay kahve pasta bisküvi falan getirin bakiym.
hadi..... 8)