5 Ocak 2010 Salı

ardından....

daha mezun olduktan 20 gün sonra girip, (en ukala, en çok bilmiş, en tuzu kuru halimle gittiğim görüşmelerde nasıl beni işe aldılar bilmiyorum zaten) 1.5 sene çalışıp, sonra bir ekonomik kriz sebebiyle şirketin küçülmeye karar verip çıkarttığı %60 personelinden biri olup ayrıldığım ilk işimden sonra tam 2.5 sene çalışmamıştım.
çalışırken kazanıp biriktirdiğim ve tazminat olarak da aldığım param vardı. harcamam yoktu, annemlerle birlikte rahattım, aşırı seçiciydim.
olmazsa olmazlarım çok fazlaydı.
çalışma saatleri, hafta tatilleri, şirketin toplam nüfusu, yeri, maaş ve yaş ortalaması, sosyal imkanları vs. kendime layık şirket azdı. seçme lüksüm vardı. sonuna dek kullandım.
işte o sene, bizi 28 aralıkta kapının önüne koyunca şirket, 2000'e işsiz girince ben, madem okul bitti, madem işim de yok, artık bi kedi bakabilirim dedim.
kedi istiyordum.
bir kedi isteyen, almaya karar veren her aklı başında insan gibi sokaklara, ücretsiz kedi ilanlarına bakmaya, yuva arıyan kediler aramaya başladık. bir cumartesi günü gazetenin seri ilanlarında bulduk onu. acilen, mecburen vs. verilmek istenen yavru kediler ilanı.
adrese gittik. bir hastane. ilgili kişiyi bulduk. girdik odasına oturduk. ne uzmanıydı şimdi hatırlamıyorum. çok ilgili davrandı bize. çok sevinmişti geldiğimize.
bu, dedi, çok oyuncu, akıllı, sevgiye ihtiyaç duyan küçük bi kız. keşke ben bakabilsem ama, bakamıyorum ben. yalnız yaşıyorum, işim, nöbetlerim... annesi hastaneye doğurmuş bu yavruları. eski bir kanepenin içine. bütün bebekler gitti, bi bu kaldı. çok güzel değil ama, çok şirindir. çok da temizdir, anneleri kendisi verdi tuvalet eğitimini mesela, hiç sorun çıkarmaz, hiç sokakta kalmadı, tam ev kedisidir.
pembe bir piknik sepetini açtı. içinden zayıf çirkin suratlı, 3 renkli bir kedi çıkarttı.
-sindi, dedi. tam dudağının üstünde siyah bir kısım var ben gibi sanki, cindy crawford'dan dolayı sindi koydum ben adını.
ilk kez orda, öyle gördüm güzel kızımı.

tam 10 sene önce girdi hayatımıza çerçey. tam adıyla şerbet misket çerçebit.
ben, çerçeyin gelişinden tam 2.5 sene sonra işe girdim. 2.5 sene, yani 900 küsur gün biz sabah akşam beraber yaşadık onunla. gündüzleri yanımda peşimde kucağımda, geceleri yatağımda, tuvalete gitsem kapımda. (gece tuvalete kalktıysam, onu uyandırmadan yavaşça yataktan kalkar, sessizce çıkardım odadan, ama tuvaletten çıkarken kapıyı her açtığımda kapının önünde bekler bulurdum onu)
benim kızım'dı o.

evlendikten sonra sırf çerçeye kıyamadığımdan, bütün gün evde tek başına bırakamadığımdan, yalnızlığa alışık olmadığından, annemlerle bıraktım onu. aslında bıraktım da denemez ya... zaten gözünün içine bakılan, her dediği yapılan, prenses gibi davranılan, sevgiyle şımartılan bi evdi bizim evimiz onun için. günde kaç kere öpülüp seviliyordu bilmem.
evlendim ama, öyle sanıyorum onu görmediğim gün sayısı yıllar boyunca 15-20 midir, 25-30 mu bilmem.
her gün işe giderken sabahları ve işten sonra akşamları uğradım yanına. her gün sabah akşam sevdim, öptüm, konuştum, koştum, oynadım onunla. saklambaç, yakalamaca, ebelemece.... yerlerde emekleyip saklanarak, görünce ebeleyip kaçarak....
hafta sonları aldım bazen, geceleri beraber uyumak için.
annemler antalyadayken bizde kalırdı. iş çıkışları eve koştum. gezmekten, dolaşmaktan, arkadaş görüşmelerinden... evde olmamı engelleyecek şeylerden vazgeçtim. istediğim onun yanında olmaktı zaten.
çerçey, içinde mutlu olduğum bir dünyaydı.

şimdi ne yazsam eksik yani.
ne yazsam tam değil, yeterli değil.
ama yazmak istedim işte.
o kadar içten, öyle samimi paylaştınız ki duygularımı.
yorumaltı falan kar etmez şimdi.
aynı şeyleri hissedebilecek birileriyle paylaşmak üzüntüyü, önemli.
senay başsağlığı dilemiş, kedi için başın sağolsun denir mi diye düşünmeden.
esra gerçekten üzülmüştür, eminim.
magissa "Yaaa Cerceeeyyyy :((" demiş sadece. biliyorum bu duyguyu. daha ne desin ki.
ünsüm hissediyor üzüntümü, sarılmış, sıvazlamış sırtımı sanki.
lale, nasıl iyi hissettim o cümleyle. çerçey gerçekten artık her yerde. teşekkür ederim.
kumum, biliyorum, biliyorsun sen de. hepimizindi bu üzüntü. ailemiz içindi.
hayat'ım... aynı o tahmin ettiğin gibi işte. içinde acıyıp duruyor bi yer, bi de o özlem.. bi daha onu öpemeyecek, sevemeyecek olmanın, yaşayamayacak olmanın özlemi, sızısı. o kocaman sevgi'den boşalan yer.. bi gün yaşayacaksın bunu ama, umarım çok çok geç olur. güzel arthur yıllarca içinde acıtmadan durur.
ataletimm, biliyorum. bildiğini de biliyorum.
arayan, "bi kedi" demeden baş sağlığı dileyen hepiniz.
öyle teşekkür ederim ki.
kendi üzüntüsü sızım sızımken benimle konuşan ecemm, ne diyim sana.
alper, onlar sadece kedi, köpek değil, ailenin bi ferdi evet. bendeki özlem de pek geçmeyecek. anlıyor olduğunu bilmek ne güzel.
cidom, ta uzaklardan "nee! ne oldu? neden geçmiş zaman kullanılıyor çerçey için?" diye telaşlanmışsın. senin de çerçeyi sevdiğini biliyorum, onunla ilgili yazdıklarını hiç unutmadım zaten.

özetle,
çok özlüyorum onu.
her yerden çıkacak gibi hissetsem de, artık çerçey yok.
içimden sürekli seviyorum onu, konuşuyorum falan...
6. hisleri kuvvetlidir ya kedilerin.
buna güveniyorum.
benim inancım zaten ruhların yok olmadığı yönünde.
hayvanların da ruhları yok olmuyor, ölen bedenleri işte.
o yüzden içimden konuşuyorum, seviyorum, öpüyorum çerçeyi.
ne hissettiğimi biliyor olması rahatlatacak beni.
öyle işte.

unutmayacağım bir yılbaşıydı.
anladığınız, paylaştığınız için çok teşekkür ederim.