30 Aralık 2009 Çarşamba

çerçey öldü.

.

üüfff

sorun bi bana yeni yıla nasıl gireceksin, yılbaşında ne yapıyorsun diye.
yolda olucam 8(

biletim tam saat 12
biyerlerde konfetiler atılıp, sırıtan insanlar birbirine sarılırken ben otobüs koltuğunda tek başıma oturmuş ve aşağıda acıklı gözlerle bana bakan sel'e el sallıyor olucam sanırım.
hareket saati tam 12 çünkü.
sel'in durumu daha da beter.
aşti'de beni yolcu edip köskös eve dönecek 8(
ne şahane yılbaşı kutlaması!
üff bilmiyorum ki..
biletimi aldık.
ama sabahın köründe kısçe aradı ve biz bir gün erteliycez gidişimizi, sizi bekliycez, beraber gidelim dedi.
perşembe için aldıkları izni yakmak niyetindeler kardişle kısçe.
ben tek başıma gitmeyeyim diye.
hatta kardiş tehdit etti, bileti iade etmezsen bile otobüsün arkasından geliriz, olay çıkar diye.
yapar biliyorum.
şüphem yok.

antalyaya gidiyoruz.
çerçey hasta 8(((
güzel kızım çok hasta.
bana iyi haber verdiler sözde.
yoksa, birkaç gün önce çok kötüymüş beklenti.
kanser demişler.
bizimkiler perişan tabi.
bana söylememişler.
filmler, röntgenler, tahliller vs.
karaciğer yağlanmasına bağlı sarılık olduğu ortaya çıkmış sonra.
bunu duyunca sevinmişler tabi bizimkiler.
iyileşme şansı var.
ama çerçey çok hasta.
günlerdir hiç birşey yemiyormuş.
tuvalete gitmiyor.
hareket etmiyor.
kolunda kelebekler, serumlar.
sabah akşam eve gelen veteriner kontrol ediyor.
üüfff.....

ne hissediyorum anlatmıyım.
anlatamam zaten.
ama gidicem.
gidicem de, nasıl?
biletim hazır ama kardişle kısçe bırakmıyor.
sel'i tek başına bırakacak olmaktan da üzgünüm.
sel gelmek için çabalıyor ama hiç mümkün görünmüyor.
para lazım ona.
aklı kalıyor ama işi bırakma lüksü yok.

kardişle kısçe başka yol bırakmayacak şekilde ısrarcı.
ya onların 1 günlerini harcayacak ve yılbaşında sel'i tamamen yalnız bırakacağım.
ya da saat tam 12'de sel'le kucaklaşıp tek başıma bi otobüs koltuğunda yolculuk edeceğim.

yılbaşı bi tuhaf olacak ama.
yeni yıldan ilk dileğim belli.
dileklerinize çerçeyimin eski sağlığına kavuşmasını da ekler misiniz lütfen.
lütfen.

25 Aralık 2009 Cuma

kazık çaktım dünyaya!

bak bu sefer bilimsel konuşuyorum, kanıtlarım var yani.
haber şöyle diyor:
boyu uzun olanın ömrü kısa!
inanmayan baksın.
yaaa.. yaaa... 8))))
100 yaşına kadar yaşama genlerim var, naaber 8)
bırak uzun yaşamayı, ben bu boyla "dünyaya kazık çakanlar" derneğinin başkanı bile olurum
hahaayyy..
hayır, boydaki noksanlıkla kalmadım, diğer şartları da sağlıyorum bi de.
kontrol ettim işaret parmağım yüzük parmağımdan uzun değil, kireçlenmeyecem de yani.
koku desen fazlaca hassasım, illallah dedirtecek kadar.
sonraaa..
kollarım da kısa değil, allahıma şükür ihtiyacıma yetecek kadar uzun 8)
südyen ölçüsünden de bahsetmiş ama onu da aşikar etmiyim şimdi.
velhasıl
100'ü rahaaat rahaaat geçerim ben anacım.
1.90'a yakın sel kocasının durumu da kısmet artık.
zaten "allah senden önce benim canımı alsın" diye dua eder hep (e bencilll.. bu yani. ölüp gidip kurtulup üzüntüyle sıkıntıyla uğraşmayı bana bırakacak aklı sıra), bu boy farkıyla o ikinci turu yaşarken ben hala çene çalıyor olurum.
e hi 8))

24 Aralık 2009 Perşembe

kendime not

bi gün Çağan Irmak'la karşılaşırsan, Murathan Mungan'ın "Geyikler Lanetler" adlı tiyatro oyunundan bir sinema filmi yapmasını arzu ettiğini söyle. Dilerse oyuncu seçimidiiir, bizzat bi rol almaktıııır, o da olmadı çay götürüp getirmektiiiir gibi her türlü yardıma hazır olduğunu da ilave et.
tamam.

17 Aralık 2009 Perşembe

derman bacı, yetiş!

fazla söze gerek var mı bilmem.
durumum değişmedi.
ilişki danışmanıydım.
evlilik terapisti oldum.
birinden 70 dakika telefon konuşması
birinden 70 cümle dertleşme maili.
bunalan sıkılan bana başvuruyor.
hayır bi de aklı başında, kuralları belli, kaidesi doğru, fikir verebilitesi olan biri olsam neyse.
ikisine de hak verip
üzülüyorum.
şunu yapın diyebilmek şöyle dursun,
ay ne yapsak oluyorum.
anacım bende akıl yok ki bana danışıyorsunuz.
ama olsun.
başka işe yaramasa da beraber üzülüyoruz 8)
kardiş aradı vıdıvıdıvıdıvıdvıvıııı.....
kısçe yazdı vıdıvıdıvıdıvıdvıvıııı....
işin iyi tarafı ikisi de beni yanında görüyor.
dertlendikleri şeyler bi tarafa
bunu görüp seviniyorum.
biri için halden anlamaz abla
öbürü için gıcık görümce olmuş olabilirdim.
şükür ki değilim.
ay neyse..
anlatacak bişey yok zaten.
dedim ya resim olayı tastamam izah ediyor.
bu haldeyim
dinleyip duruyorum
8)

15 Aralık 2009 Salı

resimli bilmece


yok yok çekinmeyin allasen söyleyin, deli miyim ben? işim gücüm mü yok?
*değilim (sanmıyorum)
*var (yapmıyorum)
onunçün canım sıkılıyi.
sokaktan bi top aldık böyle.
pilli.
satıcı pili de satmaya çalıştı 10 tanesi 2.5 liraya ama uyanıklık yaptım, aldırmadım sel'e.
yoksa alıyordu valla.
baktım elinde bi sıra pil.
bu ne dedim.
bunun pilleri dedi.
e var içinde pil işte, alma şimdi, ne gerek var dedim.
söz dinledi, bıraktı.
ne bu canım, hem pilli top sat, hem hemen pil kakala.
gerçi alsaymışız iyiymiş, 1 günde bitirdim pilini.
olsun.
işportacı oyununa gelmedik.
pilsiziz.
ay ne mi diyorum ben?
bu yukardaki şey, top yani, böyle durduk yerde renk değiştirip yanıyor sürekli.
habire bi renkten bi renge geçiyor pastel pastel.
işportacı kendi çevresini çepe çevre bunlarla sarmış, aman karanlıkta ne güzel görünüyordu bilseniz.
ama biz 1 tane aldık, o kadar güzel olmadı.
e herhalde 30 tane top mu alıcam işportacı sevinsin diye.
ben bizzat kendim de sevinirdim o ayrı ama.
bedava mı sadın, 5 lera verdik buna.
o gün otoparka girmeden güzel bi park yeri bulmuştuk.
otopark parası yanımıza kar kaldı diye sevinince, bunu görüp aldık.
neyse o değil diyeceğim de...
böyle kendi kendime ev yapımı pop art yaptım.
darısı başka şeylerin başına.
8)

14 Aralık 2009 Pazartesi

hafta sonu - gezdiklerimiz, gördüklerimiz.

bu ne mi dediniz?
e ama aşkolsun!
hafta sonu gezip gördüğüm yerlerin resmini koyayım dedim.
evet bu yandaki buzdolabı kapağı, yanlış görmediniz.
ya ne olacağıdı!
hafta sonu dağ bayır, göl deniz, dere tepe gezdik de sizden mi esirgedik.
bu işte.
hafta sonu evden çıkmayan bi insan için malzeme bu, buzdolabı.
yemek yapmadığım için içini çekmedim.
kapakla yetinelim.
sonra bu.
madem mutfaktan başladım, mutfakla devam edeyim.
mutfak duvarındaki saat.
dandik bişey.
işportadan almıştık, yüksel caddesinde yere sermişler.
iyi işte, tam hedefe uygun.
ucuz
ve çalışıyor.

mutfaktan çıkmamışım mübarek
burası da mutfaktan nadide bir köşe.
duvarda çakılı duran not tahtası.
genel olarak amacına hiç de uygun olmayan biçimde abuk subuk yazılar, resimler olur üstünde ama
bu sefer alınacak listesi yazmışım.
lakin ısrarcı değilim görüldüğü gibi "alınsa iyi olacak şeyler" listesi.
alınanlar, üstü çizilmek suretiyle listeden çıkartılmış.


sonunda mutfaktan çıkmışım.
hayır bunca süre mutfakta durdum da ne yaptım.
yemek mi, pasta börek mi, temizlik mi...
yoo...
kahve-çay falan en fazla.
antreden geçip kahve içmeye gitmişim.
burası da geçerken "antre" işte
duvarda sallanan çiçekler.
tavandan yere kadar uzanan ve 2-3 metre genişliğinde bir "perde" bu
şirin evet.
eve girerken gülüyor insana.

salon.
uzun duvarda boydan boya gazlı kalemle çizilmiş bir porte ve üzerinde renkli ve bir noktadan sonra dağılmış yamulmuş yumulmuş notalar.
tavana ve karşı duvara sıçramış olanları bile var.
biz bunu çizdiğimizde duvar stiker'ı modası yoktu ne yapalım.
hem fakiriz, durumumuz yok =)
kendi stiker'ını kendin yap kampanyası yaptık.
çizdik, boyadık.
eğlenceli oldu.
notalar, yani gazlı kalem biraz soldu seneler içinde ama..
olsundu.
eveeett.. bir hafta sonu gezdiklerimiz gördüklerimiz köşesinin daha sonuna geldik.
yayında ve yapımda emeği geçen kendim adına teşekkür ederim.
artık kusura bakmayın.
hafta sonu evde olunca böyle oldu.
ha bi de cumartesi akşam kardişlere yemeğe gittik ama, onların evi çekemediğimden, sadece bizim evden köşeler ile yetinelim.
sevelim, sevilelim.
gereksizse susalım.
peki.



11 Aralık 2009 Cuma

iş konusuna çok profesyonel yaklaşırım!

mevcut işim ile ilgili bir kısım şikayetlerim var ya,
maddi-manevi.
ama yine de yeni bir iş aramıyorum.
aslında burada çalışmayı seviyorum çünkü.
sebeplerim var,
çünkü..lerim var.

çünkü masamdan görünen manzara bu.

bir kol uzağımda cam var
camın dışında içeri bakan kedi.
onun arkasında da yeşil çimenlik bir alan, ağaç mağaç..
şimdi ben başka bi iş bulsam,
böyle rahat rahat da giyinemiyor olsam
kot şort giyip işe gitmek şöyle dursun, fazla renk bile yasak olsa.
kırk tane güvenlikli kapıdan geçip,
asansöre falan binip,
bi açık ofisin göbeğinde,
bi kübik içersinde hapsolsam...
olur mu yaa..
böyle bir manzaram varken nasıl bırakıp gideyim ben burayı.
not: kazara resimdeki tarihe ve saate bakıp şaşırmayın. salak makinanın ayarı bozulmuş. resim çarşamba gününden yoksa.

9 Aralık 2009 Çarşamba

hişşş..blog..bak bi.

canım sıkılıyor blog.
bak farkındaysan direk, aracısız olarak senle konuşma moduna girdim, anla yani o derece sıkılmışım.
hep söylerim zaten yıl sonuna yaklaştıkça modum düşer, enerjim azalır benim.
pilli miyim neyim?
yıl sonunda niye böyle oluyorum.
neyse, sen nerden bilecen bunu.
zavallı bir blog sayfasısın.
zavallılığın blog sayfası olmandan kaynaklı değil, yanlış anlama.
ne blog sayfaları var o - hooo..
ben şu insan halimle kıskanıyorum onları.
ama sen öyle mi yaa..
düşe düşe bana düşmüşsün.
yazık kız sana!
fekat kendimi bırakıp sana üzülemiycem şimdi.
kendim üfleme, püfleme durumundayım fultaym.
hem sen aralık ayının adı neden aralık diye hiç düşündün mü?
biliyorsan allasen söyle.
böyle hep insanı ikilemde bırakan bir hava yok mu?
aralık.
ne tam açık, ne tam kapalı.
öyle aralık duruyor.
gıcık ediyor insanı.
ittirip kapatasın, ya da tekmeleyip açasın gelmiyor mu?
bi ben mi deliyim?

öff..
canım sıkılıyor blog.
bak hatırlar mısın senin eski evde bi konuşmuştuk geçen sene.
teröre de, şehide de alışıyoruz diye.
tepkilerimiz azalıyor, belki üzüntümüz, duygularımız bile azalıyor.
ne korkunç değil mi.
duygunun ve tepkinin azalması insan için yaşamdan kopmak demek.
dön bak şimdi
geçen gün aynı şekilde pusuya düşürülüp de ölen 7 çocuk için kaç balkona bayrak asıldı bi say.
hayır zaten asılmasın da, o değil derdim.
assan ne assamasan ne ki!!
laf!
ama bi düşün tv programları iptal edecek tepkiye sebep olan 7 şehitten, haber olarak kalan 7 şehidin nesi farklıydı?
belki adı.
belki o bile değil.
bu işte.
alışıyoruz.

doğal gaza %50 zam yapılacakmış yeni yılda.
haber yorumcularından biri "size verdiğim oylar haram olsun" demiş.
vermeyeydin, aklın nerdeydi dedim içimden.
ama onlar kuruysa, biz de yaşız blog.
canım sıkılıyor.

şu dünyanın süsü olan hayvancıklar var ya,
hah işte onlar bile dert kaynağı artık.
magissa son günlerde bahsetti hani, bu lanet olası sirk eziyetlerinden
ve dahasından....
işkence ile öldürülen, öldürülmekten beter edilen o masum canların deney merkezlerindeki yaşamlarından.
midem kasılıyor, kusacak gibi oluyorum blog.
ağlamıyorum ama gözlerim yaşla doluyor.
içimden kin, hırs, intikam duyguları yükseliyor.
insan olmaktan değil hayır ama
insanlığın durumundan utanıyorum.
güvercini ürkütmeyeyim yazık şimdi konmuş oraya diye pencere açmayan ben,
bir insanı içimin yağları eriye eriye yüz parçaya ayırıp aç hayvanlara yedirme arzusuyla yanıyorum.
e ben de nihayetinde 6 karış 4 parmak, 47-48 kilo bir insanım.
bu kadar yoğun duyguyu kaldıramıyorum.
çöküyorum.

sıkılıyorum blog.
gönlümden geçenin yüzde birine yetecek param yok.
bana milyarlar milyarlar çıksın istiyorum piyangodan.
o kadar çok para istiyorum yani, kazanılamayacak kadar çok.
iddiaya girdim allahlan. (tövbeeeee....)
ama yok o biliyor ya içimi, kızmıyor bana.
allahım yaaa, dedim ona.
bak bi ver bana para, yemin olsun layıkıyla kullanıcam, hiç de şaşırmıycam, telefonuma pırlanta, tuvaletime plazma taktırmıycam dedim.
duymuştur muhakkak,
bekliyorum.

bekliyorum da, bunalıyorum blog.
bunaldıkça ne yapacağımı şaşırıyorum galiba.
dün duştan sonra, biraz kuruyan saçlarımı büktüm.
ufak ufak tutamlar yaptım, kendi etrafında büke büke döndürüp, etrafında dolayıp tepeme tokaladım.
yattım da öyle.
sabah da kalktım.
ayna karşısına geçip çıkardım sayısını bilmediğim tel tokaları.
saçlar fark etmemiş olacak, kıpırdamadılar.
elimle müdahele ettim, dağıttım, açtım.
bi gör ne oldu!
bonus reklamlarının yeni yüzü gibi oldum.
yusyuvarlak, dapdağınık, kıpkıvırcık.
öyle de geldim işe.
sel beğendi beğenmesine, kaçınılmaz olarak ama..
şirket soförlerinden ipraam abi "saçın dağılmış" dedi bana 8)
evet, bonustan teklif geldi, bir gün böyle gezersem 5 lira bonus yükleyeceklermiş kartıma dedim.
5 miiii.. yapmasaydın ben 10 lira verirdim dedi.
e iyi bugün 5 bonustan, yarın 10 senden.. geçinir giderim dedim.
o haldeyim blog, anla beni.

özetle, çok canım sıkılıyo benim.
o yüzden öyle afilli bi yazı bekleme benden e mi.
kendi kendini oyalayacak bişeyler bul hatta.
ben bi ara gelirim.
hadi öptüm seni.

7 Aralık 2009 Pazartesi

bugün böyle...

bugün böyle. canlı yayındayım:

09:25
işe geldim masama oturdum, bilgisayarın açılmasını beklerken esra ile hafta sonu kritiği yaptık. lafladık biraz.
09:35
türkan geldi ve "saklambaç maman var mı" dedi. normalde mantıksız gelebilecek bu laf, tarafımdan gayet mantıklı biçimde cevaplandı: "arabada olacaktı biraz, getireyim"
bizim kızın maması kalmamış, dışarda, kapının önünde 4 göz bekliyor. arabaya gittim, mama alıp geldim, miyyv,moouv,miii,meeevv...lafları arasında boşalttım mamayı, nefessiz daldı mamaya 8)
10:05
ayşearman kişisinin yazısını okuyup "len, hayatın anlamını burda mı bulurum ki? evet evet ben de beyin tekniklerine dalacam, bundan sonra korkun benden" dedim kendi kendime.
10:06
anam zor iş bu beee... bu yaştan sonra beynimde ekran görecem diye beyaz ışığa kavuşmayayım temelli.
10:35
annemden mail geldi. ona cevap yazdım.
10:42
ben pencere önünde oturuyorum ya, sabah geldiğimden beri de jaluziler kapalıydı. şimdi yarım açtım. bi açtım ki tam camın önündeki sandalyenin üstünde kedoş oturuyor. bi an göz göze geldik. şirin suratına bakıp gülümsedim. işte bu yüzden az paraya çalışıyorum burda. üüfffff.....
11:40
an be an yeni olaylara, gelişmelere, süprizlere gebe bir gündem yaşıyorum da, canlı yayın yapacakmışım! peeeh. şu bir saat içinde ne oldu peki? iyi aferim sen bunu düşüne dur iki saat sonra buluşuruz! sersem saklambaç!
12:05
bu yoğun gündem biraz dinlenmeye muhtaç tabi ki. şu saate kadar yaşadıklarıma bakan her bünye bunun böyle olması gerektiğinde hem fikir olacaktır değil mi a canlarım! öğle tatili oldu, çıkıyorum ben. gidip kendime sessiz ve rahat bir köşe bulup -ki köşe olmasa da olur- kitap okuyacağım. sonra gelir, kaldığım yerden devan ederim bu renkli, olaylı, fırtınalı yaşama 8)
13:33
gittim okuma mekanıma, havanın dışarda oturmaya müsait olduğunu düşünüp kendimi palto ile dürüm yaptım. zira üstümde kısa bi şort var. şu etli butlarımın, çarpık bacaklarımın ona buna görünmesinden rahatsızlık duyuyor değilim lakin, oturduğum sallanan koltuğun üstünde minder yok. e metal iskelet de haliyle biraz soğuk oluyor. o sebeplen sarıldım, sarmalandım. kitap okudum, bişeyler yedim, müzik dinledim, annemle, kardişle ve sel ile telefon görüşmeleri yaptım yerime geldim, lokum yedim, rujuma baktım, çıkmamış, sevindim. bu kadar yoğun geçen bir buçuk saatin yorgunluğuyla yazıyorum size. az önce güneş açtı. ay severim ben bunu. nasıl da güzel açarmış, nasıl da ışıl ışıl parlarmış, aman da aman diyerek iltifat ettim kendisine. mahcup bişey olsa gerek, utanıp geri kaçtı. manyak! diyip sinirlendim. yarım açık duran jaluziyi kapattım. işime odaklanayım bari. püüff...
15:04
kısa bir çalışma toplantısından çıkıp oda arkadaşım olan kızlardan biriyle lafladım. bir köşe yazarına mail döşenmiş, bana okuttu. güzel dedim 8) ağzımdaki karpuzlu sakız tadı azalmıştı, tazeledim. masamda duran aynaya baktım, gözünü sevdiğimin ruju öyle narçiçeği narçiçeği sırıttı bana. bak işte sonra neden palak ruj sevmiyorum diye açıklamam gerekiyor kozmetik satıcılarına. bu yüzden işte! sür parlak ruju, ilk çayda vedalaş, oysa bu mat serisi öyle mi ya! sabah sürdüm hala benimle.
sel kocası aşkını ilan etmek için telefon etti. iyi tamam o zaman dedim. allah müstehakımı vermesin! 8)
16:06
sıkıldım sıkıldım işim yok diye mızıklanır mısın gidip gidip. aferim. böyle ol. ol da gör gününü!
zaten sabah saç düzleştirici kullanarak itina ile kıvırıp dalgalandırdığım saçlarım, itina ile inerek mısır püskülüne benzedi, canım sıkkın. sıfatımda bozulmayan tek şey şu ruj. sırf sıfatım değil, moralim de bozuldu zaten. ikisi berabere. sıfat:1 - moral:1 - saklambaç:0
karnım desen aç. kemirmekte olduğum ve kırıntıları ile üstündeki haşhaşların heryere döküldüğü şu galeta da nefsimi köreltmekten aciz. bi nutella olaydı da bandıraydım, tadından yenmezdi bu kuru galeta şimdi. evdeki nutellayı da adına sel dediğimiz zayıf insan saklamış benden. hak ettim ama ben. ona da söylendim çünkü. niye? şu sebepten: kendi acizliğimi bildiğimden eve nutella falan almıyorum ben. ama sel adlı kilo alamayan kişinin iyi niyetli ablaları utanmadan, çekinmeden 1 kavanoz nutella almışlar bize. öte beri almıştık, bunları da size aldık" diye elimize tutuşturdukları poşetin içinden nutella da çıktı. kendilerine " ay ne gerek var, hay allah, niye aldınız" diye kibar kibar sitem etmş olsam da, yalnız kalınca sel'e söylendim: "alkolik adama bi şişe rakı götürmek gibi bişey bu yaaa... ben kilo almayayım diyorum, ablanlar nutella alıyor" diye. demez olaydım. her ne kadar söylensem de çaktırmadan parlayan gözümden anlaşılacağı gibi, açıp kaşıkla dalmayı hayal ettiğim o güzelim kavanozu saklamış sel olacak kilolara gelesi bünye!!! üüff..
16:20
deminden beri ne anlatıyorum ben yaa. ne alakası var şimdi burda? en iyisi gidip meyve soyayım. biizm odanın geleneksel meyve yeme saati gelmiş de geçiyor. bakiym, kızlardan biri burda değil, toplantıda herhal. öbürünü dürteyim de gidip mutfakta vakit geçiririz hem biraz.
17:40
bakınız ne kadar güzel bir saat, ne kadar tatlı bir dakika. saat 18 itibariyle dışarı salınacak insan güruhu için ne kadar sevinçli bir zaman 8)
ay zaten bıraktım çalışmayı ben yaa. gülmece eğlenmece modundayım. kızlardan biri çöpçatanlık konusunda kariyer yapmaya karar verdiydi. bu sebeple de sağdan soldan, etraftan, aile çevresinden, şirketten falan bulduğu bekar çoluk çocuğun çöpünü çatmak için harekete geçmişti. bu çalışma sonucu olarak da şirketten bi evladımla, ahbap çevresinden bi kızceğize pazar günü görüşme ayarlamıştı. konu ordan açıldı bi zaten, ne oldu diye... ordan da gevşedi gitti artık. öyle söyliyim. zaten 15 dakika sonra "bugün de bana ayrılan sürenin sonuna geldim" modunda kaçıp gidecek olduğumdan dolayı, yaydım kendimi. dedim şu saçma sapan yazıma da bir nihayet vereyim de, utanmazlığım devam etmesin.
efendiiim...
macera, coşku, atraksiyon, neşe, kahkaha, gizem ve heyecan dolu bu sıradan günüme şahitlik etmiş olduğunuz için şu anda hissettiğiniz yorgunluk ve sersemlik normaldir. her bünye böyle bir günün ritmine dayanamaz elbet. olsun. derin nefes alın 3-5 kere. kendi sakin ve rutin yaşamınıza dönün.
ben yarın, bilemedin öbürgün, hadi ben de bilemedim 2 gün sonra falan yine burda olurum.
en içten duygularla, teklifsizce öperim.
8)

2 Aralık 2009 Çarşamba

şimdi

günün "şimdi"sini yazmak üzere huzurunuzda bulunuyorum muhterem kariler.

kızlardan biri geldi "efkarım birikti durmaz içimde" diye bi şarkı vardı neşe karaböcek miydi neydi, sabır taşı mıydı, dilek ağacı mıydı neydi dedi.
hemmencik internet araştırmamızı yapıp bulduk:
neşe değil gülden karaböcek imiş.
dilek taşı.
bildiniz mi
hah işte onu dinleyip, acıklı bir bakışla yutkunuyorum.
yok şarkıya hisleniyor olduğumdan değil de,
boğazım acıyo.
zavallı bünyem tişortla terlerken, ertesi gün palto ile üşümeye dayanamadı galiba.
sel de hasta zaten.
onun da boğazı gidik.
birbirimizin ateşine bakıyoruz, bişey yok.
domuz momuz değiliz diyoruz.
iyiyiz.

birazdan çıkarım.
ay allah sizi inandırsın ev bir piiiiis, bir dağınıııık, bir kötüüüü...
dün kardeşle kısçeyi çağırdık yemeğe, evin rezaletine aldırmadan.
onlar gelmeden önce bulaşık makinasını çalıştırdığımız için de yemek bulaşıkları olduğu gibi ortada kaldı.
onlar gittikten sonra da, makinayı boşaltıp yerleştirmedik
oldu mu sana tezgah üstü çıfıt çarşısı, çingene çadırı
ne varsa ortada
yağlı mağlı bulaşıklar, tatlı kaseleri, meyve çöpleri üstüne sabahki kahvaltı tabakları, yetmedi sıcak şaraptan çıkmış pörsük elmalar, portakallar, sağa sola serpilmiş kabul tarçınlar....
bööööğğkkk....
bi de utanmadan yazdım ya, yuh olsun bana.
ay neyse, işte eve gidince daha bismillah ayakkabıyı çıkartıp mutfağa girişmemiz lazım.
öfff...
ya da dur, ben üstümü başımı değişip, makyajımı falan temizleyene kadar sel halletsin o işleri.
evet evet bu iyi fikir 8)))

oldu o zaman 8)

2aralık1derelik

başlığın saçmalığına takılmayın.
diyeceklerini belli bir başlık altında toplayabileceğine inancı olmayan şahsımın bari tarih atayım diyerek girişmekle beraber, anında cıvıttığının kanıtı, ve hatta bunu açıklama çabasını bile nihayete erdiremeyecek kadar saçmaladığımın ispatıdır şu manasız cümle. (hı?)
söyleyecek lafım yok, yazacak takatim yok yine de bi yazma çabası, bi gevezelik isteği. 8(
dur o zaman şeyi diyim bari:
bayramda antalyaya gittik biz.
daha doğrusu arife günü aniden antalyaya kaçtık biz.
önceden planlamamıştık.
zaten paramız yoktu.
gel gör ki sel kişisi gerginlikten yarılmış durumda.
dedi ki "benzin param var, kaçalım!"
canıma minnet.
çerçey kokusu burnumda tütmüş zaten.
annem-babam-fundam orda zaten.
sel'in cümle sülalesi burda zaten
ben kaçmıyım kim kaçsın.
sağolasıca koca kişisi de kaçalım diyinceeee
attık çantaya 2pantolon 2kazak
yola!
gece 4 falandı eve ulaştığımız.
çaldık kapıyı, her şeyden habersiz uykuda olan ev halkının kulağına kulağına!
meraklı, temkinli, hayırdır'lı bakışlarla açıldı kapı.
aman bir şenlik bir şenlik.
e sevindiler tabi, çok şahane rol yapmıyorlardıysa 8)
o değil de,
yav zarıl zarıl kapı çaldık, açıldı, bağrış çağrış gürültü kahkaha falan...
kapıya en yakın odada yatan anneannemin ruhu duymadı be!
nasıl uyumaktır o yarebbim, gece yarısı 1 saat bağrıştık evde de, kadınceğiz ancak bayram sabahı şaşırdı bize. 8))
neyse işte,
öpüş koklaş faslı sonrası yattık 1-2 saat uyuduk.
oy çerçeyyyiiiiiimm oy kuzuuuuuum, oy datlıııııım, kediler padişahının kızı prensesiiiiimm...
bizim odamızda uyuyormuş meğer.
öpmelere doyamadım, oyyşş. bak vallaha da ağzım sulandı şimdi ha!
valla bütün bayram oturduk desem yeridir.
her gün gittik sel ile beraber deniz kıyısına, attık kendimizi bi sallanan koltuğa, artık çaydır kahvedir, koladır, biradır allah ne verdiyse...
açtık kitabımızı.
güneşe oramızı buramızı vere vere okuduk saatlerce.
aman bi güzel oldu bi güzel oldu.
üüffff....
(ses efekti yanlış verilmedi, güzel bişey anlatırken de üfff denir gayet normal.)
sonracığıma....
ay yazasım yok yaaaa..
valla bak.
bu yani.
gittik, şaşırttık, güneşlendik, yedik içtik, okuduk.
uzatamıycam kaçtım ben.
içim sıkılıyor zaten burda.
hadi.
gelirim yine.

26 Kasım 2009 Perşembe

yazarınız yazılarına teee öbür haftaya kadar ara vermiştir

valla hiiiç ekran-klavye ikilisiyle haşır neşir olasım yok.
zaten bugün de yarım gün diye bi boşvermişlik, bi tatil havası, bi cuma modu içersindeyim.
hadi saat 13:00 olsun da gideyim isteğindeyim.
amaaaaa
elbet gitmeden bi kase taze öpücük (sınırlı sayıda)
bi kase çikolata (sınırsız sayıda)
bi şişe lavanta kolonyası (e bi şişe işte)
yeteri kadar da etiketlenmiş sarılıp sarmalama kucağı (etiketlenmiş zira rasgele gelip uğrayanlarla sarmaş dolaş olmayayım fuzuli) bırakıyorum.
muhattapları kendini bilir.
bayramınızı samimiyetle kutluyorum.
bayram psikolojisi içersinde geçsin dilerim şu 4 gün.
salıya görüşürüz inşallah
amin.
8)

25 Kasım 2009 Çarşamba

iş-güç-kedi-hava-bayram-tatlı

dünkü yazımda dile getirdiğim ve "eeehh.. yakarım ulen bu şirketi" minvalindeki hislerim değişmiş değil.
bu mevzuda görüşmek ve yer yer köpürmek, yer yer "e ama canım kardeşim" kıvamında sitem etmek üzere dün ayarlamış olduğumuz, bugün tarihli öğle yemeği ve kurultay ise, bahtsız saklanbacınızın bir bahtsızlık örneği olarak bayram sonuna ertelenmiş durumda. zira katılımcılardan biri aniden ortaya çıkan bir ailevi durumu sebebiyle şirketi terk etmek zorunda kaldı erken saatte.
"çok üzgünüm, yarın öğlen yapsak olur mu" teklifi ise kabul görmedi çünkü e yarın zaten arife anacım, gideciz öğlen, ne durayım burda.
neysss..
bu ka bekleyen şahsım 3-5 gün daha bekler.
öğlen tatilimi madem boşa çıkardım, e madem de hava günlük güneşlik, madem kitabım da var, e ne duraydım, helva yapsaydım ya.
gittim yaydım kendimi bi yere, kitap okudum. işime faydası olmadıysa da bana oldu.
geri geldim şirkete.
sel'i aramak için dışarı, kapının önüne çıktım. kedoş yan cenahındaki tüm tüyleri paçama sıvamak suretiyle bir geçiş gerçekleştirdi, yetinmedi, döndü bir daha süründü. e aferim, kadir kıymet bilen bi kedi demek ki.
neden mi kadir kıymet?
e ben söylemedim di mi?
pazar günü sel 2-3 saat uğraşıp, kesip, biçip, delip, çakıp, testereler, vidalar, matkaplar, yalıtım malzemeleri.. falan uğraşıp ona bi kulübe yaptı.
kedi kulubesi mi olurmuş deyip geçmeyin, baya konut oldu.
bak yan tarafta resmini gördüğünüz, neredeyse masa boyunda, üst üste 3 kedinin ayakta durabileceği yükseklikte bir kulübe yaptı. bir kedi değil, 5 kedi + ortancalarından bir köpek güzelce yaşar içinde 8)
malum kış geliyor. bu kedoşcuk da artık şirketin demirbaşı bi kedicik. sokak kedisi desen değil, ama ev kedisi konforuna da sahip değil. yazın mutlu mesut yaşar, çimenlerde göbek ısıtırken, kışın soğukta büzüşüp, bi karton kutunun, içine konan bi eski kazağın falan üstüne uyumaya çalışıyordu.
söyledim sel'e. şuna yağmurdan sudan soğuktan etkilenmeyecek bi şey yapsak diye. hah işte, o da şahane malzemeler almış geldi.
su geçirmez OSB ahşap denen bi malzemeden kulübenin dışını yaptı, fombort denen yalıtım malzemesiyle de içini kapladı. mis gibi sıcak bi yuva oldu kediciğe. getirdik pazar günü şirkete, koyduk. kedicik mutlu. artık bu doğurur da valla 8))
ay neyse yaa.. amma uzattım, ne diyordum.
ha sel'le konuştum işte. stres, mtres.. valla bu adam stresten, sıkıntıdan, gerginlikten ve endişeden ölmezse (allah muhafaza), bi insan bunlardan ölmüyor demektir. daha fazlası zor olur çünkü.
o değil de,
bayram da geliyor.
telefonu, kapıyı, hatta akşamları ışığı falan kapatıp oturasım var. ne bi yere gidesim, ne birine tatlı ikram edesim, ne de bayramlık giyesim var. bayramlık mı.. hahahhaaa. diye gülünmesin rica ederim. bayramda bayramlık giyilsin! haaa ben giymem o ayrı!
huzurlarınızdan ayrılmadan evvel, bir bayram datlısı tarifi de vermek suretiyle ağızlarımız tatlansın temennisine katkıda bulunmak istedim. ben yaptım hemencik, çok güzel oldu valla.
şöyle ki:
marketten bi tahin helvası alınır.
afiyetle yenir 8)))
hahhaaaa.. yok yav şaka şaka... daha zahmetli bişey.
marketten helvayı aldınız mı, bunu bi ufalıyormuşsunuz, artık çatal matal.
sonracığıma içine bir portakal suyu sık.
sıktın mı.
portakalın kabuğunu da rendele.
baktın zor oluyor, ulen önce kabuğu rendeleyeydim keşke diyorsun,
bi daha sefere öyle yap 8)
kabuğu rendeledin, suyu da sıktın, bunu da karıştırdın mı?
koy bunları tek kişilik fırın kaplarına (tek kişilik kabım yok diyorsan, vazgeçme, normal bi kaba koy. ehemniyetli olan kap değil, içi zaten. kabı yemiyeceksin)
at anacım onları fırına.
bekle ha, unutup gitme, 10 dakkada oluyor zaten.
beyle köpür köpür, kabarık bişey fokurduyor.
çek al fırından.
cazibeye kapılıp da kaşığı daldırma ama hemen
bak tat memeciklerini yakarsın, günlerce geçmez sızısı, söylemedi deme.
az bi bekle ılısın.
yi sonra.
ay pek güzel oldu kııızzzzz.....
8))))
muhtelif konulardan derlediğimiz bugünkü yazımızı da sonlandırken,
sabah sürmüş olmama rağmen, üzerine far da sürdüğüm için (evet ruj üstü far. noolmuş!) hala dirayetli biçimde mevcudiyetini koruyan kırmızı rujumla öperim.
8)

24 Kasım 2009 Salı

bi başlık yok. burundan soluma sesi efekti bulamadım zira.

bak sinirleniyorum ama.
ve sinirlenmiş bi saklambaç, gerçekten yıkıcı, yıpratıcıdır.
inanmayan sel'e sorsun.
ve ben şimdi sinirlendim.
bu şirketin kifayetsiz yönetim denemelerinden,
her bir sürecin acıklı gelişiminden,
kör tuttuğunu öper tarzı yaklaşımlardan daraldım artık.
kulağımda çalıp duran en huzurlusundan klasik müzik terapisi bile zerre fayda sağlamadığına göre,
gerçekten kızdım artık.
tekrar ediyorum:
sinirlenmiş bir saklambaç yorganı, evi bırak mahalleyi yakar.
biline!
not: hayır sen bilsen, ben bilsem, sel bilse ne olacak, bilmesi gerekene söylesene saklanbacım mı dediniz.
dur söyliycem de, alıştırma yapıyorum ayna karşısında 8)

18 Kasım 2009 Çarşamba

istatistiksel mevzular

canım sıkılıyor.
kendimi eğlendirmek için bişeyler aradım, bulamadım.
bari oyalanacak bişeyler bulayım dedim.
sayısal ifade yolunu seçtim.
yani onu bunu sayıp yazayım bari dedim.
evet o kadar sıkılmış ve bunalmış durumdayım.
buyrun: (istemezseniz buyurmayın, ısrar edecek değilim)

*blogspota geçmeden önce, yani blogcuda yazdığım toplam yazı sayısı: 347, blogspotta yazdığım yazı: 126 (rahmetli blogcu daha mı kullanışlıymış acaba, ben mi tembelim ki yaşlanınca?)
*mevcut parmak sayısı: 20 (6 parmaklı insanlara hiç özenmediğimden bu sayı beni mutlu ediyor)
*ağzımdaki diş sayısı herhalde 38dir. (20likleri çıkartırsak, başka eksik dişim de olmadığına göre öyle olmalı. yoksa valla sayamıycam)
*evdeki koca sayısı:1 (ya ne olacağıdı?)
*evdeki çocuk sayısı: 1 (kendim bizzat çocuğum)
*evdeki kedi sayısı: malesef 0 (bööhüüüüü)
*şu anda okumakta olduğum kitap sayısı: 2 (bir evde, biri işte)
*sene başından beri okuduğum kitap sayısı: 21 (yazık!)
*yerden yüksekliğim: 6 karış 4 parmak (ölçüyü up uzun parmaklarıyla sel kişisinin aldığı kayıtlara geçsin!)
*kilom:47-49 arası değişiyor (evet günde 2 kilo yiyorum galiba)
*kafamdaki saç teli sayısı: her geçen gün azalmakta.
*cüzdanımdaki kredi kartı sayısı: 1 (neyime yetmiyor!)
*kredi kartı ile yapılan taksitli alışveriş yüzdesi: 0 (peşin alamıyacağım hiç bir şeyi almıyorum. takıntılıyım.)
*an itibariyle ojesi bozulmuş tırnak sayısı: 4.5 (biri tam bozuk değil)
*çantamdaki ruj sayısı: 3 (hepsi farklı renk)
*acıyan batan sulanan göz sayısı: 2 (alnımın orta yerinde üçüncü göz daha açılmadı)
*şehir içinde bulunan 1 dereceden akraba sayısı: 0 (annemler antalyada, kardiş desen şehir dışında görevde. ailem türkiyenin dört bi yanında.. böhüüüü..)
*şu an itibariyle ojesi bozulmuş tırnak sayısı: 5.5 (sinirim bozuldu)
*bu saçma sapan yazıdan siniri bozulması muhtemel okuyucu sayısı: bak allasen doğru söyleyin!
*yazının bitme ihtimali: yüzde yüz.

17 Kasım 2009 Salı

sanki pazartesi sanıyorum bu günü.
ama pazartesi değil, salı olduğunu düşününce bile oh demiyorum, çünkü keşke cuma olaydı.
mızıklanasım, tembellik edesim, kitap okuyup, sıcak şarap içip, film falan izleyesim var.
dün şirketciğimiz bizi omurgamızı sevelim koruyalım konulu bir eğitime yolladı.
sürekli masa başında çalıştığımız için düşünülmüş olacak.
bi nevi kıyak.
tüm gün süren bi eğitim, o yüzden hiç gelmedim şirkete.
ingiliz bi abi yatırdı bizi yere, anlattı, gösterdi bişeyler yaptırdı.
oramızı buramızı eğip büküp,
daha da olmadı yanımızdaki arkideşe oramızı buramızı elletip durduk.
bence sorun yoktu da,
misal oda arkadaşım bir erkek bir miktar işkillenmiş:
"bu ne abi ya, yazılımcı çocuk kuyruk sokumum nerde başlıyor iyice bi tecrübe etti" dedi.
8)
eğitim sonunda bi arkadaşımla geldik eve
hafta sonu sıcak şarap yapmıştım da, 2 kupa artmıştı.
içtik, spor salonu çıkışı iyi oldu 8)

hafta sonu genelde evdeydim.
biraz nostalji yaptım.
kamerayı alıp, eski görüntüleri izledim.
annem-fundam-ben-kardiş
bi tiyatro oynamıştık.
dekor değilse de kostümler şahaneydi 8))
1950li yıllar
kardiş benim babam.
annem esas annem olmakla beraber benim sadece kalfa sandığım bir kadın.
fundam esas annem sandığım ama babamın annemle beni bırakıp kaçtığı ve 1 sene sonra eve beraberinde getirdiği diğer kadın.
izledim, güldüm.
ne eğlenmişiz, iyiki soytarmışız.

yeni eğlenceler tertip etmeli, yeni anılar biriktirmeliyiz.

siyah bi polar şalım vardı.
toz tüy tutuyor diye kullanmıyordum da durup duruyordu.
onu kesip biçip çanta yaptım, üstüne de renkli renkli ponponlar diktim.
pek şirin oldu.
kalan kumaştan 2 tane daha yapıp bizim odadaki kızlara hediye ettim.
makbule geçti.

ağaçların ve bodur yer bitkilerinin fosforlanmış renkli yapraklarına hayranım.
keşke hep böyle kalsalar.
ve ankara sadece sohbaharda güzel herhalde.

sustum, bitti.

12 Kasım 2009 Perşembe

ahmakların vasıfları*

ahmaklığın dört alameti vardır. sana söyliyeyim de öğrenesin.
kendi ayıbını görmeyip de başkalarının kusurlarını aramak.
gönlüne cimrilik tohumu saçtığı halde cömertlik ummak.
huyu ile halkı hoşnut etmiyen kimsenin Tanrı kapısında hiçbir değeri yoktur. adeti huysuzluk olanın işi daima nefret kazanmaktır. kötü huy tende canın belasıdır. huysuz kişi insandan sayılmaz.
cimrilik cehennem ağacından bir daldır. zavallı cimricik de mezbaha köpeklerine benzer. cimri nerede cennet yüzü görsün. o fil'in ayakları altına düşmüş bir sivrisinektir.cimriliğin pintiğinden kendini bir tarafa çek ki ahmaklar zümresinden sayılmayasın.

*Pendname (öğüt kitabı)
Feridüddin-i Attar

1963 basımı bu kitabı buldum da, okuyorum.
bu kadar öğüt almışken birini de paylaşayım dedim 8)

10 Kasım 2009 Salı

keşke biraz daha kalabilseymişsin...

belki çok şey farklı olurdu...
1881-193

9 Kasım 2009 Pazartesi

yüz buldum astarını da istiyorum 8)

kitap dedim, bi sürü öneri geldi. aman pek sevindim. ohh kolaymış böyle dedim.
elini veren kolunu kaptırıyor demezseniz,
bi de şey sorsam,
film.
ama komedi film.
ama öyle romantik komedi falan değil de,
bayağı böyle kahkaha attıracak komedi film.
tabi herkesin güldüğü şey farklıdır, farkındayım.
biri katılır gülecem diye, öbürü sırıtmaz.
iyi biliyorum.
zira genellikle o sırıtmayan tarafta oluyorum. 8)
ama hiç mi yok derseniz, var tabi.
beni çok güldüren filmler de var.
hah, işte onlardan istiyorum şimdi.
bana biraz film tavsiye etsenize...
dur ben örnek de vereyim size aklıma gelen gülünç filmlerden
misal eskilerden "parti". hani peter sellers'in oynadığı (evet gülüyorum ona çok, çocukça ama gülüyorum!)
sonraaa...şeyin filmlerinin de hastasıyım, fransız yönetmen francis veber. salaklar sofrasından bildiniz mi?
işte böyle komik filmler var mı aklınızda.
çok güldüm dediğiniz?
noooluuuurrr bi söylesenizeee...

oldu, teşekkürler, öpiym 8)

4 Kasım 2009 Çarşamba

kendim düşüneceğime size sorayım

huu-huuuu...
bana birkaç kitap önerseniz ne güzel olur 8)
böyle akıcı
dili güzel
konusu kadar kullanılan kelimeleriyle de etkileyen
ne biliyim romantik oluur, tarihi oluur, roman olur, biyografi oluur...
bilemiyorum işte.
bunların hepsi ya da hiçbiri.
bana bişeyler önersenize.
alınacaklar listemde tek bir kitap kaldı sadece.
genelde kitapyurdundan sipariş ediyorum.
o zaman da kargo parasından kar etmek için 4-5 kitap falan istiyorum.
ama şimdi ne alıyım bilemedim.
istiyorum ki beni alsın götürsün bi yerlere.
ne olduğu, edebi değeri falan da önemli değil ha!
şu çok güzeldi dediğiniz 3-5 isim yazsanıza
hı?
yazar mısınız?
imza:
armut piş ağzıma düş insanı, tembel saklambaç.

3 Kasım 2009 Salı

kayıtlara geçsin diye...

kişisel tarih kayıtlarıma geçsin yani, yazayım da.

ben antalyadaydım ya hafta sonu.
perçembe cuma ve pazar öğlene kadar.
sel kişisi özlemiş beni.
e normal.
yok estağfurullah, ben çok özlenecek biriyimdir manasında değil de,
sel özlemiş işte.
neyse..
sonuçta kısıtlı zaman bitti gitti.
döndüm ankaraya.
karşıladı beni otogar'dan.
geldik eve.
mutfağa girdim, buzdolabının kapağı komple yazılı.
şu beyaz tahtalar için olan yazı kalemleriyle yazmış, doldurmuş dolabın üstünü.
bi de diyor ki:
seni sandığından ve sandığımdan daha çok seviyorum.
sağolsun 8)
neyse, silmedim.
duruyor yazı.
bu sabah mutfağa girdim.
yazılar artmış bi kalabalık görüntü.
"sandığından ve sandığımdan" kısımlarından oklar çıkmış.
yeni bir açıklama yazılmış.
--> burada geçen "sandık" değil "sanmak"tır. yoksa seni bi sandıktan daha çok seviyorum demek değildir. hayır zaten benim bi sandığım da yok. öyle bişey söylendiyse yalan, iftira.
ay bi dolu yazı.
bi sandığı olmadığının,
sevgisini sandıkla kıyaslamadığının falan açıklaması.
bitmiş dolap 8)
hayır işin tuhafı ilk okuduğumda aklımın köşesinden geçmeyen "sandık" lafı,
şimdi yazıyı her seferinde "seni sandığım'dan çok seviyorum" şeklinde saçma bi kıyaslama yapılmış gibi algılamama neden oluyor.
8)

27 Ekim 2009 Salı

şimdi ben....

ayıptır söylemesi tuvalete gittim, çıkışta da antibakteriyel sıvı sabun ile ellerimi uzun uzun yıkadım.
bi kahve aldım mutfaktan, bol sütlü, az şekerli.
yerime geldim.
odamızda bulunan antibilmemne el dezenfektanı ile de ellerimi yeniden dezenfekte ettim ve hiiç dezenfekte edilmemiş mausumu avuçlayıp, muhtemelen bakteri yuvası olan klavyemi mıncıklamaya başladım.
efendim şirketimizde bir domuz gribi coşkusu yaşanmakta. 8)
valla bak, coşku diye dalga geçmiyorum.
şöyle ki, malum sebepten ötürü çarşambanın yarım günü ile cumanın arada derede kalmış bir günü tatil ilan edildi.
e coşma mı insan!
zira, dün şirketten 15-20 kişinin malum sebepten işkillenilip evine yollanması ve yollanmadan önce saçmış bulundukları mikropların ise şirket bünyesinde köşe başlarını tutmuş olabilme ihtimali, çalışanlar üzerinde gayet enfektan etki bırakmıştı.
yaş ortalaması 25 civarı olan bir yerde çalışıyorum.
ikiyüze yakın çalışan bulunduğu ve ortalamanın da 25-30 olduğu düşünüldüğünde, çoluk çocuğun "öh-hööö.... ay burnum aktı. neeaaa? domuz gribi mi, hapşuuuu... aha! bittim ben" psikolojisinde olacağını tahmin etmek zor değil.
bu vesileyle "en iyisi salıdan sonrayı tatil edelim de, toparlanılsın" fikri kabul gördü.
çok da iyi oldu.
ben kendim de zaten rüyalarında çerçey görüp uyanan, sokaklardaki kedilere bakınca salyaları akan, çerçey resimlerine konuşan bir hale geldiğimden en iyisi antalyaya koşayım dedim.
"ooohhh.... fundan da geldi, denize gittik, aman bi güzel bi güzel" şeklinde beyanatta bulunan annemin ise kararımda etkisi olmadı.
neyse efendim, diyeceğim o ki, yarın aaşama antalyaya gidiyom ben.
sel kocasını yaşlı gözlerle arkamda bıracağım.
zira onun çalışması, para kazanması gerek.
hem de özlesin beni.
amin.

gelelim ikinci mevzumuza.
saçlarımı kestirdim hafta sonu.
yok yok, öyle oğlan çocuğu olmadım bu sefer.
daha uzun ama kullanışlı bi model.
insan içine çıkmam 7-8 kıytırık tek tokanın mevcudiyetine bağlı değil en azından.
zira sabahları acıklı gözlerle kendime bakıp, tel toka kutusunu da yamacıma alıp, kafamı iğnedenliğe çevirmek suretiyle evden çıkabilmekten çok sıkılmıştım.
uzamış, şekli şemali bozulmuş bir miktar saç, beni benden soğutmuştu ki bu kadar olur.
eeeee-eehhh!! dedim sonunda.
kestirecin!
de, nerde kestireyim?
kardişlerin düğünde annemlerin orda bi kuaföre gitmiştik de allahı var, güzel şekle sokmuştu bizim kafaları.
gideyim kestireyim orda dedim.
sel de sahibini tanıyor.
gittik
sel dedi "ben de geleyim mi bi?"
yok be dedim, ne alaka.
iyi o zaman gidip arabayı yıkatayım ben de dedi.
gitti.
ben girdim kooföre
iyigunner diyip oturdum.
baktım bi kısım teyzeler boyanıyor.
sıramı beklerim dedim.
dedim de anacım ne bitmez boyanmakmış, ne tükenmez sohbetmiş.
bana sıra mıra geldiği yok.
annesini bekleyen kız çocuğu gibi oturuyorum köşede.
kimse kaale almıyor.
40-45 dakika falan geçti.
beni bi fönlemeye kalktılar, yok bee kestirecem ben dedim diye de bi daha yanıma uğramadılar.
derken sel geldi.
bu gelince benim farkıma vardılar!
ama ben cinlenmiştim.
yok dedim, gidiyorum ben, beklemiycem daha, yeter beklediğim.
adam da demesin mi
"ama bilmiyorduk, baştan söyleseydiniz eşi olduğunuzu!
manyağın zoruna bak!
sen kocamı tanımasan saçımı kestiremiyorum yani!
len kuaförde de torpil mi olur yaa!!
"ne münasebet, niye söyliyim" diye tersledim adamı, çıktım.
çıktım da kaldım gıcık saçlarla.
iş yerimden çok uzakta değiliz.
saçımı son kısa kestirdiğimde de iş yerime yakın bir yerde kestirmiştim.
oraya gidelim bari dedim.
gelgelelim orası da kapalı değil miymiş.
ay delirecim.
terör estirdim estirecim.
kalk dedim eve gidiyoz, bizim arka sokakta sıra sıra kooför var,
giderim birine kestiririm.
valla iyi ettim.
girdim birine.
dedim kesilecekti.
aha şöyleyken şöyle, şurasını şöyle yapma, burasını da böyle yap.
oohhh misler gibi kesti valla.
tamamı 20 dakikamı almadı 8)
gittim eve
kaçınılmaz olarak sel kocası pek beğendi.
(yazık ayol, ne olsa beğeniyo ya zaten)
geldim işe arkidişler felan iltifat miltifat.
kardişle kısçe gördü, kısçe bayıldı, kardiş beğendi (çok büyük olay bu!)
ohh dünya varmış. 8)

bir de son bahis:
çok yakın arkadaşlarımdan biri, yemekteyiz yarışmasına katıldı 8)))
dünkü ilk bölümde ev sahibiydi kendisi.
bu vesileyle şunu anladım ki:
yarışmacılar kendilerine ve yemeklerine habire burun kıvıran, çamur atan rakiplerine tahammül edebiliyor olabilir ama,
kendilerini sevenlerin, o rakipleri köşe başında sıkıştırıp dövmemesi için epey kontrollü olmaları gerekiyor.
sel bile "dövelim şu herifi" dedi 8))))

çok uzattım farkındayım,
e çenem düşüyor işte bazen.
8)

22 Ekim 2009 Perşembe

şahsımdan güncel havadis

hastayım birazcık.
ama öyle saniyorum ki domuz gribi değilim.
ateşim yok zira.
üstelik kötüleşen değil, iyileşen bir seyir halindeyim.
dünden iyiyim.

ay dün gece ben bir hastaydım ama, yazık banaydı.
ayıptır söylemesi geceden aşırı bi mide bulantısıyla uyandım.
hayır yatarken de bişeyim yoktu ha!
sapasağlam yattım.
sonra gece bi uyandım, midem fena.
daha da ayıptır söylemesi (fakat yine de söylemekte bunca ısrar!) motor aksamımı da bozmuş muyum!
öööfff..
banyo ile yatak odası arası 2 metre yok ama ben banyodan çıkıp -ki kendisine tuvalet diye de hitap ediyoruz- yatak odasına gidemedim.
sanıyorum tansiyonum falan düştü, gözlerim karardı, ellerim uyuştu, oturdum antreye, yattım halıya.
sel kalkıp beni o halde görse kalbine iner yeminle.
2 dakika yattım, toparlandım da gidebildim yerime.
gittim gitmesine de fenayım.
1 saat geçti geçmedi yine kalktım.
bu sefer kusmaya.
len domuz gribi belirtisi olarak da şiddetli ishal, kusma, halsizlik demiyor muydu!
anam!!!!
tabi sel de kalktı.
eli ayağına dolaşmış biçimde ne yapayım diye koşturuyor.
nane limon kaynattı bana.
su ısıtıp termofora koydu, ayaklarım, karnım falan sıcak olsun diye.
ateşime baktı, su getirdi vs.
mırın kırın yattım.
sabah kalkamadım, öğlen gittim işe.
iş yeri doktoru çıkmış.
görünemedim.
ama göründüğüm kişilere sorarsan pek acıklı görünüyormuşum.
oda arkadaşım "ay yazık yavru kedi gibi bakıyorsun, böyle başını falan sevesim geldi" dedi.
merhamet uyandırdım. 8)
zehirlenmiş olabileceğim de düşünüldü bizzat kendim tarafından ama
zehirleyecek bişey yemedim ki.
bir gün önce yaptığım tek farklı şey, cart pembe oje alıp sürmekti.
pembe ayakkabılarımı ve pembe kedili tişortumu giyeyim diye düşünmüş, çingene pembesi oje almış, sürmüştüm.
len oje zehirler mi insanı?
yemeği desen evde yedik zaten.
kendi yaptığım yemekten zehirlensem, sel de aynı şeyi yedi.
yok yok o da değil.
oje daha mantıklı 8)

neyse uzatmıyım.
mırın kırın bitirdim günü de eve döndüm.
yine sel bakım ve rehabilitasyon merkezinin ilgi alakasından yararlandım.
sana çorba yapiym mi bile dedi.
yemedim! 8)

işin aslı ben İstanbulda üşüttüm galiba.
hafta sonu İstanbul'daydık biz.
sel, ben, kardiş, kısçe.
gidelim de azıcık gezip tozalım, müzedir, saraydır falan dolanalım demiştik.
iyi de olmuştu.
cumartesi bi sürü yer gezip, km.lerce de yol yürüyüp, taban patlatmış,
akşamına kadıköy çarşıda canlı müzikli balıkçılara oturup, yağmur altında biralarımızı yudumlamıştık.
pazar da dolmabahçe'ye giderken yağmur yiyinceee....
hiç hasta olmam ben diye övünen salak şahsım şifayı kapmışım anlaşılan 8)

işte böyleyken böyle canımdan çok olmamakla birlikte (dürüstüm de ha! canımdan çok desem inanacak mısınız hem?) içten, yürekten çook sevdiğim okur-yazar'larım.
benim şiddetli kusma-ishal-halsizlik şeklindeki domuz gribi alametlerim geçti, nezleye döndü.
habire burnum akıyo, yüz kere hapşırıyorum.
od ahalisi çok yaşaaa demekten bitap düştü
ben hapşırmaktan yoruldum (hapşIrmak mı, hapşUrmak mı. en iyisi aksırmak mı?)
elimin altında bi paket ıslak mendil,
mikropla savaşıyorum 8)
bu vesileyle uzaktan gülücük yollar,
sarılıp öpmeden gayet mikropsuz biçimde selamlarım.
8)

8 Ekim 2009 Perşembe

bir hafta sonrası...

neyin 1 hafta sonrası diye merakla bakmayın!
son yazıyı geçen perşembe yazmışım ya, onun üstünden 1 hafta geçmiş onu diyorum.
ne oldu bu 1 hafta?
hiiiçç..
yani kayda değer bişey yok.
kedi derseniz hala düşünme aşamasındayım
muhterem bir düşünürümüzün söylediği gibi
"dereye su gelene kadar kurbağanın gözü pörtleyecek."
ben karar verene kadaaarrr...
o-hooo..
zaten aile faciası olacak nerdeyse, annem-babam şiddetle, ama gayet şiddetli bi şiddetle karşı çıktılar.
farkındayım, farkındayız... bu karşı çıkış çok mantıksız.
o kadar mantıksız ki bunu tartışmıyorum.
enine boyuna düşünme adına kendi bazı endişelerim var, onun için henüz karar veremedim.
ibre almaktan yana ama du bakali 8)
************
yaz bitmeden yazlıkları giyelim insanıyım.
şimdiden bot, çizme vs giyen o kızlardan değilim.
zaten bütün kış giyicem, şimdi niye giyeyim, değil mi ama?
bu vesileyle burnu ve arkası açık pembe ayakkabılarımı giymiş bulunduğum şu gün itibariyle, cart pembe rujumu da sürmüş, çingene pembesi çiçeklerle bizzat süslediğim siyah atletimi de giymiş durumdayım. ha derseniz ki bundan bize ne, aman ne biliyim yazdım işte . laf olsun.
**************
arabam pislik içinde. yıkanması gerek. ama elle gelen düğün bayram diyerek yıkatmıyorum. zira park yerindeki arabaların çoğu tozlu. hatta birinin üstüne "beni ve yanımdakini yıkat" diye yazmışlar. güldüm. arabalar arası dayanışma, birlik beraberlik ruhu! canım ayol. kıyamamış yanındakine de. 8)
******************
bizim bu iş yerinin bahçesinde bi kışçe kedi var ya. o şapşal dün bi fare yakalamış, sinir etti beni.
ay bi göreydiniz nasıl şiriiin, nasıl tatlııı, nasıl minnoş bi farecik. sanıyorum fındık faresi bebeği. böyle küçük parmak boyunda, dobik göbekli bişey. ölmüş. bizim salak sersem kedo da bunu atıp tutup oynuyordu çimenlerin üstünde. "püüüü rezil, sabah verdiğim mamalar zehir zıkkım olsun" dedim. umursadığını sanmıyorum. fareyi havaya atıp, iki ayak üstüne kalkıp tutmaya çalıştı.
******************
sıcacık güneşli güzel bir güz gününden şimdilik bu kadar,
esen kalın.

not: "esen" isimli bir kadının soyadı "kalın" ise buna sürekli esen kalın diye sesleniyorlardır.
oh ne ala!
8)

1 Ekim 2009 Perşembe

kafam meşgul, kıvranıyorum

iş yerinden bi arkadaşım bi mail atmış.
tam 21 tane resim.
anne kedi ve bebekleri.
bi arkadaşının ofisinde doğum yapmış bi kediymiş.
yavrulardan almak isteyen olur mu diye soruyor.

gitti aklım.
bembeyaz, üstlerinde bir kaç tane sarı, siyah benek olan şahane bebekler.
zaten anasına bak kızını al'dan yola çıkarsak, anne de bi güzel, bi güzel.
resmen çekiliyorum ekranın içine.
hep "e ama gün boyu yalnız kalacak evde, 4 duvar arasında yazık değil mi kediciğe" diye kendimce mantıklı bi sebeple uzak tutuyordum kendimi kedi alma fikrinden.
ama içim dinlemiyor ki.
çerçey, dünyalar güzeli, tatlı, dobik, prenses kızım annemlerde hep.
e annemler de antalya da.
olmuyor, yetmiyor bi çerçey hepimize.
sel de dünden razı, al gitsin diyor.
ben hep " e ama yalnız...." diye mırın kırın ediyorum.
derkeeeeennn...
şahane bi çözüm yolu dank etti kafama, şimşek çaktı.
2 kedi!
hep duyarım zaten "2 kedi 1 kediden çok daha kolay" diye.
o zaman gün içindeki yalnızlığı çok dert olmayacak bana.
bebekken alınmış 2 kardeş kedi de iyi anlaşacak.
........................
ay işte bi sürü ikna edici cümle var şimdi aklımda.
sel dün "al gitsin, bi şekil bakarız" dedi.
2-3 günlük gezilerde evde bırakabileceğimizi,
olmadı kardişle kısçeye bırakabileceğimizi (kısçe de kıvranıyor zaten kedi almak için)
beraber bi yere giderken de üst komşumuz olan arkadaşlarımıza anahtar bırakabileceğimizi
düşündük.

of ben ne yapayım yaaa..
çerçey gözümde tütüyor.
bu kedoşlar aklımı çeliyor.
sel kışkırtıyor
.....

2 kedi mi?
hiç kedi mi?

30 Eylül 2009 Çarşamba

elit insan olmak

öğlen klasiğim.
kendimi güneşe verdim, kitap okuyordum.
1 saatliğine farklı bir dünyaya ışınlanıyordum.
da,
ah bi de yakınımda bir yerde oturmuş, arkadaşlarıyla sohbet eden o kız olmasa.
anlatıyor:
-ay ben eskiden çok elittim.
-nası?
-valla. orta 2'de feng shui'ye göre yaşardım, her şeyi öyle düzenlerdim.
-hehe.. orta 2'de anca kalemlerini düzenlersin feng shui'ye göre.
-ay yok ama, dolabımı, giysilerimin renklerini falan hep fenh shui yapardım, hiç kötü enerji sokmazdım.
-hıı... evet.
-yaa, işte öyle elittim çocukken, sonra bozuldum.

şimdi:
birincisi, şahsen ben orta ikide fenhshui mui bilmezdim. bizim zamanımızda feng dese biri "fen" anlar, hiç de sevmediğimden strese girerdim ki, direk kötü enerji işte.
ikincisi giysilerimin rengini pozitif enerji durumuna göre ayarlamak falan şöyle dursun, zaten %50'si siyah, kalanlar da koyu renkti.
üçüncüsü elit falan olmak bir tarafa, "elit" denince aklıma gelen tek şey meşhur pastaneydi.

kızceğiz vıdı vıdı konuşmaya devam ettiğinden, orası da bir kütüphane olmadığından -şıışşttt diye susturmam mümkün değil- kalkıp daha sakin bir köşeye geçtim ki içine daldığım dünyaya giderken, üstümden bi parça bu tarafa takılı kalmasın.

24 Eylül 2009 Perşembe

bayram-antalya-şimdi-ben-şarkılar....

jaluzi açık
güneş sıcak sıcak vuruyor masama.
d klasöründe müzik dosyası içinde taş plak adını verdiğim bir dosyadaki şarkılar çalıyor kulağımda.

"yaktın yıktın kül ettin, erittin beni
mecnuna döndürdün mahfettin benii"

diye şakıyor müzeyyen senar.

mayıştım.
çay uykumu açmaya muktedir değil.
yine de hoşuma gitti.
posta kutum açık.
benimle çok ilgisi olmayan mailler gelmeye devam ediyor.
okuyup-bazen okumadan geçiyorum.
okumak istediğim bunlar değil.
çantamda duran kitabın 54. sayfası.
sonra 55
sonra 56
......
güneş pencereden bana gelmesin, ben dışarı güneşe çıkayım istiyorum.
miskinim.

antalyadan salı gece döndük.
bi çırpıda geçiverdi bayram.
ilk günü fasilis'te, bardak boşanırcasına yağan yağmurun altında, ailecek denize girdik.
annem, babam, ben, sel, kardiş, kısçe.
ne keyif!
ıslanıyorum endişesi olmadan yağmurun altında olmak.
anne kedi ve mucizevi güzellikte iki bebeğini besledik.
arabamızda her daim bulunan kedi maması sonuna kadar kullanıldı.
tarihi kalıntılar arasında yemyeşil ağaçlar altında duru bir koy.
deli yağmur
şahane bi su.
güzel olan şeyler neden çabuk bitiyor.

"elbet bir gün buluşacağız
bu böyle yarım kalmayacak"
diyor zeki müren şimdi.

bayramın ikinci günü Adrasan'dayız.
bu kez annemler yok, sel ben, kardeş, kısçe.
yarı belimize kadar denizde, voleybol oynadık.
o top o kadar şişirilmezdi ama...
bizimkine de voleybol denmezdi zaten.
hesabı fazladan 8 lira şişiren gözlemecide yediğimiz gözlemeler de fena değildi ama...
hesabın fazlasını fark edip parayı kurtarmak daha eğlenceliydi.

" şarkılar seni söyler, dillerde name adın
aşk gibi, sevda gibi huysuz ve tatlı kadın"
diye devam ediyor şarkılar.

akşamı, babam, sel ve kardiş rakı-balık-muhabbet halindeler.
kısçe ve ben mızıldanıyoruz:
e ama dışarı çıkacaktık.
babam, kocam, kardeşim
bir masada
muhabbette.
bozulmaz ki.
artsın azalmasın keyifleri.
saat geç olsa ne olur, çıkarız nasıl olsa.
kaleiçinde çay, kahve, soda...
kaçmadı işte, sohbet devam.

"ben gamlı hazan, sense bahar, dinle de vazgeç
sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç"
yine zeki müren. bugün ölüm yıldönümü madem, analım rahmetliyi.

bayram 3 gün, 3. gün son gün.
sağa sola gidicez, güneş peşinde koşacaz diye zaman kaybetmeyelim diyoruz.
konya altından girelim denize.
ne iyi ediyoruz.
konyaaltı bu kadar sakin, böyle dalgasız, pırıltılı, sakin olur muymuş.
deniz muhteşem.
dalga sıfır.
güneş sımsıcak.
top da biraz inmiş 8)
suda voleybol oynuyoruz.
ona sebep tüm göz çevrem kapatıcı, beyazlatıcı sürülmüş gibi.
zira gözüme güneş giriyor diye su gözlükleri gözümde.
yüzüm, yanaklarım, burnum yanmış, göz altlarım beyaz 8)

"avuçlarımda hala sıcaklığın var inan.
unuttum dese dilim, yalan. billahi yalan."

o gün o sıcaklığın izleri yüzümde, sırtımda, kollarımda.
ankara ile konuşuyoruz, kış!
beynime güneş geçmesin diye kafama sarıp sarmaladığım tişortumla, sırtımda havluyla okuyorum kitabımı şezlongda.

"ağlama, olma mahzun, gülerek bak yarına
sanma ki güzelliğin o ipek saçlarına dökülen akla biter.
böyle bir kara sevda, kara toprakla biter"

iş yerinde gözün saatteyken ilerlemeyen saatler
bütün o dinlenmelerinin acısını çıkartırcasına koşuyorlar.
akşam üstü çıkıp ankara'ya dönmemiz gerek.
istemiyoruz.
istesek de istemesek de kalkıyoruz.
güneş sulara vuruyor, deniz ışıldıyor.
aklımızı bırakıp arabaya biniyoruz.

dönüş yolu 5 kişi 2 araba.
annem diş tedavisindeki bir aksilik yüzünden tekrar ankaraya dönmek, 2 gün daha kalmak zorunda.
bizle geliyor.
babamı çerçeye
çerçeyi babama emanet ediyoruz.
annemi alıp, önümüze de kardişle kısçeyi katıp çıkıyoruz yola.
gece yarısı ankaraya varmak, ertesi gün de işe gitmek için acele edecek bişey yok ama...
yol beklemez işte.

sonuç:
3 günlük bayram tatili güzeldi, keyifliydi, çabucak bitiverdi.
özeti bu.

"sevgimizin aşkımızın üstünden sene geçti, mevsim geçti, ay geçti
hülyamızın, rüyamızın üstünden yağmur geçti, dolu geçti kar geçti"

15 Eylül 2009 Salı

kısa kısa

yazamıyorum.
yok çaba sarfedip de başarısız olmuş değilim, yazmıyorum yani.
ama bari kısa kısa bişeyler not olarak dursunlar burda.

-tüm hafta sonu geleneksel iftar yemekleri çerçevesinde geçti. cumartesi takım bizdeydi. 3 kişi eksikle. pazar da aynı takım (eksik 3 kişiyle birlikte) babamın kuzenindeydik. ev sahibiysen onca hazırlık ve yorgunluk biraz sinirini bozuyor ama, misafirsen şahane. yine de seviyorum bu cümbür cemaat durumları arada bir.

-çingene pembesi ayakkabı aldım. esasında öyle bir niyetim yoktu. hayatım boyunca "ay çingene pembesi, yüksek topuklu bi ayakkabım yok" diye sıkıntı çektiğimi söyliyemiycem. ama denk geldi. neredeyse dörtte bir fiyatına düşecek biçimde indirim yapan şahane bi mağazanın kurbanı oldum. ama iyi oldu. beğendim. ayaklarıma bakıp bakıp gülümsüyorum.

-çingene pembesi eski bir tişorttan bir karış yüksekliğinde bi kedi silueti kestim, beyaz tişortuma diktim. bu ayakkabıyı neyle giyicem diye düşünmem gerekmedi. kot üstü pembe kedili beyaz tişot ve pembe ayakkabı. oldu bence, evet.

-sel beni arayıp "pembe kediyle mi görüşüyorum" dedi. yüzlerce hitap şeklinden biri de bu oldu.

-sel demişken, sel gitti. en son bi berber salonunda görülmüş. eve gelen adam başkasıydı. 10 santimden uzun olan saçları şu an 5 milim. bi onunla kalsa iyi, sakalları da gitti. senelerdir sakalsız görmemiştim onu, acayip yadırgıyorum. alışamadım.

-insanın gözü 5 numara miyopsa, senelerdir dalga dalga saçları ve sakalıyla görmeye alıştığı adam da, 5 numara saç ve sakalsız biçimde yanında yatıyorsa, bi an gözünü açıp yanındaki siluetten korkması gayet mümkün oluyor. bu kim beeee... sel geri gelsin!

-yeni kocam 5 numara traşlı saç ve kirli sakal şeklinde bi imaj benimsedi ya, daha sert görünecekmiş. taksiciye yol sorduğunda adam "abi" dedi, eskiden hiç bir taksici abi demezmiş, yeni imajı işe yaramışmış. "bana bak kurtlar vadisi gibi dolaştırmam yanımda, peşin söyliyim" dedim.

-açım. artık bayram gelsin ne olur yaaa..

-cuma akşam saat 18 olduğunda artık antalya moduna girmiş olucam, sabırsızlanıyorum. annem, babam, çerçey, yeni kocam ve ben yola düşücez. erken gidecek olan kardiş ve kısçe de orda olacak. bayram ne güzel, ne güzel 8)

-ya valla açım! zaten sahura da kalkamadık. hayır kalktık da, yiyemedik. niye? çünkü saati yanlışlıkla gece 5'de çalan sel kişisi, hiç saate bakmadan kalkmış, kahvaltıyı hazırlamış, beni uyandırmak için gelirken bi saate bakmış ki.. o-hoooo.. bitmiş sahur falan. aç kaldık mı! ama henüz sadece 5-10 dakika geçiyordu, su içtik. babam "sahur öyle bıçakla kesilmiş gibi bitmez, üç beş dakika geçtiyse de yiyip içebilirsiniz, sıkıntıya girmeyin" der. içtim valla su.

-biraz işim var ama iş yapasım yok, kapının önüne çıkıp köpekle oynamak, kediye dalmak istiyorum.

-bu ka!

9 Eylül 2009 Çarşamba

normal mi bu şimdi!

gazeteleri okuyorum.
istanbul boğulmuş. 24 ölü.
dün trakya boğulmuştu. 8 ölü.
sebep?
yağmur!

gözlerimizi hüzünle aşağı indirsek ne görüyoruz?
güneydoğuyu.
dün eruh ve çukurca'da 8 şehit haberi vardı.
bugün van'da 2 şehit.

ne yapıyoruz?
günlük işlerimizi.
tv'de ne var?
son sürat yeni sezon diziler.
yarın gazete eklerinde ne okuyacağız?
Türkiye'nin praymtaym'da yaprak dökümü ile "ağladığını".

allahım sen bizi "normal" leştirdiklerimizden koru!

8 Eylül 2009 Salı

18 yaşındaki kızımla...

"hayır o kolyeyi bugün ben takıyorum" diye tartışmaya girmek istemezdim.
düşündüm, hayır, gerçekten istemezdim.

nerden mi çıktı bu mevzu.
mutfaktan.
şöyle ki:
mutfağımızda yeni bir çaycı var.
cici bi kadın.
bugün boynumda karmaşa içersinde darmadağın duran, inceli kalınlı kocaman füme rengi zincirlerime bakıp
benim kız da doluyor boynuna böyle karman çorman, bazen de beline takıyor" dedi.
güldüm.
evet ben de bu zincirleri bazen belime takarım, güzel oluyor, dedim.
konuşmamıza katılan bir diğer arkadaş, edinmiş olduğu bir bilgiyi paylaştı benimle hemen:
-biliyor musun, 18 yaşında kızı varmış.
-aaa, ne güzel, dedim.
kadınceğiz 18 yaşında kızı olduğu vurgulanınca, kendi yaşını söyleme gereği hissetmiş olacak ki, sordu:
-ben kaç gösteriyorum sizce?
en sevmediğim soru!
ben kemkümlerken diğer arkadaş kafadan ufak bir hesap yapmış olmalı, atladı:
-37-38? (kız 18 yaşında. bu da 18 de evlenip 19 da doğurmuş olsaaa.. 18+19=37 eder. fazlası varsa da kadın genç görünüyorum diye sevinsin)
gel gör ki hesap tutmadı.
kadın 35 miş!
çok ayıptır söylemesi ama
len benle yaşıt!!!!
peeeehhhh..
daha da lafım yok. nokta.

7 Eylül 2009 Pazartesi

ben de istiyorum!!

sel kişisinde kıskandığım çok fazla şey yoktur.
onun ancak göğsüne gelen boyumdan da memnunum, onunkiler kadar düzgün olmayan bacaklarımdan da 8)
uzun parmaklarını da kıskanmıyorum, bukleli saçlarını da.
ve fakat...
o rüyaları yok mu!
o rüyaları!!!

allahım bir insan hiç görmese haftada 3-4 kere, sinema filmi olacak lezzette rüya görür mü yaa.
hem de büyük bütçeli prodüksüyonlar.
yemin ediyorum dinlerken korkup gerisini anlattırmadığım gerilim filmi tipindekiler de onda,
izlediğim tüm bilim kurgulardan daha yaratıcı, fantastik olanlar da onda,
komediler de onda.

dün geceki rüya komedi filmmiş.
eski türk filmleri tadında, hani tosun paşalar falan.
bizimki çok kısa boylu bir iaşe memuruymuş.
iaşezade 8)))
öyleymiş adı.
sebebini bilmiyorum ama, o kadar kısaymış ki, konaktaki trabzanlara yetişemiyormuş.
bi dolu komik sahne falan...
dedikodular, kaçmalar, düşüp, kalkmalar...
sürekli yanında olan yardımcı oyuncusu da celal kadri kınoğlu imiş.
hani tatlı hayat dizisinde komşu irfan
acemi cadı da müdür dilaver falan olan şu tiyatro oyuncusu.

hey allahım yaaa..
pek çoğu yaratıcılıkta sınır tanımayan o acayip rüyalarını çok kıskanıyorum.
benzer ortamlarda yaşıyoruz.
benzer şeyler izleyip, okuyoruz.
benzer şeyleri yiyip içiyoruz.
o içerde neye dönüştürüyorsa artık......
çok değişik şeyler görüyor.

ben de istiyorum yaaaa 8((

4 Eylül 2009 Cuma

sensin serseri!

"Serseri" dedi bana.
bi de tembelmişim işte.
ne şahane bi kombin.

Hiçbir disiplin yönteminden yararlanmadığı açık, kocaman bir zekânız var.
Her türlü zorluktan ve sorumluluktan onun yüksek kapasitesi sayesinde kurtuluyorsunuz. Açıkçası, biraz tembelsiniz de.
Yettiği kadar çalışmak, geriye kalan zamanı dünyanın, zamanın, aşkın, arkadaşlığın tadını çıkarmak için kullanmak istiyorsunuz.
Sizin için konfor kelimesi genel geçer anlayışın çok ötesinde kalitelere işaret ediyor.
Örneğin rahat uyumak için dört dörtlük bir yatağa değil, çok uzakta göz kırpan yıldızlara ihtiyacınız var.
İyi yemek lüks bir restoranda değil, değecek kadar acıktıktan sonra gürül gürül akan bir nehrin kenarında yenilir diyorsunuz.
Mutluluğun gerçek sırrını biliyorsunuz, tek sorun kimseyle paylaşamamanız…

hadi ordan!!!

27 Ağustos 2009 Perşembe

ayran gönlüm ve niyet'lerim

elin adamına ilanı aşk et,
niyetinin ciddiyetinden o kadar emin ol ki ele güne duyur,
seviyörüm deyü antalyalarda ağzından düşürme.
15 gün sonra esamesi okunmasın.
buyum ben!

itiraf ediyorum sayın okuyucu:
ayran gönüllüyüm ki öyle böyle değil.

aha da şuraya yazıyorum bu saatten sonra ağzımdan çıkacak tek kelime niyet olur.
nası yazılıyo bilmiyorum ama, niyet diye söylendiğini biliyorum.
e adama da mektup mu yollıycam, yüzüne baba baka "niyet"desem anlar herhal.
adam dediğim, vladimir'e karşı yani.
niyet viloşum, no putinim, nayn yani, olmaz, bitti!!!
ha, elini öper, saygımı sunarım o ayrı.
ama niyet!


böyleyim.
hatırlarsanız bir süre önce de garou aşkıyla yanıp tüten bir insandım kendim.
o gözleeeer, o gülüşşş diye inleye inleye dolaşıp,
garou resimli kırlentler
garou resimli duvar kağıtları
hatta kulağımda garou sesi ile yaşamaya devam edeyim istemiştim.
klasik saklambaç davranışıdır tabi,
bu aşkımı da pek anlayışı kocamla paylaşmış, helallik istemiştim.
-karısı garulara gitmiş, diye arkasından eğlenileceğini sanmış olsa gerek, icazet vermemişti.
seni garulara kaptırmam demişti.
garou gibi görünmemekle birlikte
bari onun gibi ses çıkartayım düşüncesiyle ağzına aldığı bir yudum suyu gırtlağa ittirip,
gargara yapar gibi bir kıvamda "jööö" demeye çalışmış
bu beceriksiz girişimi boğulma tehlikesiyle sonlanınca da küsmüştü.
ama olsundu.
beraber olamasak da garou benim aşkımdı ve öyle kalacağı garantiydi.
heyhat!
bu insan değildir, bu bir nedir diyerek gözlerine, gülüşüne kapıldığım garou'dan da ayran gönlüm çabuk caymıştı.
aşk ve gurur'u kimbilir kaçıncı kez tekrar izlediğim bir gün, eski ama asla bitmeyen sadık aşkım depreşmiş ortalıkta Darcyyy diye dolaşmamla sonuçlanmıştı.
garu yağuşuklu çocuk, allah sevdiğine bağışlasın, dünya ahret kardeşim olsundu.
ama ben darcy gibi bir tipe (matthew macfadyen olan) ve arttııı karaktere aşıktımdı.
sadece kaş, göz, gülüş değil, işin içine kişilik de girdiğinden bu artık (ve yine) sonsuz aşkımdı.


ve fakat!
ben artık gerçek ve sonsuz aşkımı buldum ey okuyucu, ey dost, ey canım arkadaşlarım, eyy.. ayy her kimsen işte.
vladimir ile 22 yaş farka evet diyen benim için bile Darcy imkansızdı ne olsa.
yaklaşık 200 küsur sene!
ama bu seferki gerçek aşkım benden 2 yaş büyük sadece
bak ordan belli, yüce rabbim bizi birbirimizin gözüne baka baka yaşlanalım diye yaratmış, hissediyorum.
yüce rabbime sordum wentwort dedi. 8)
hı? dedim
-şaşkın, aşık olduğun adamın gerçek adı işte, dedi.
gör bak işte okuyuculuktan çıkmış, dert ortağım, canım ciğerim olmuş okuyucu
nasıl bir büyülenmeyse adamın adını bile öğrenmemişim.
öyle bakmışım kalmışım.
bi kendime geldim.
böyle içim kıpır kıpır.
oruç olduğum için karnım gurulduyor olabilir, ondan zaar.
ama denedim iftardan sonra yine aşıkım.
sahurda baktım, yine aşıkım.
e daha ne bekliycem.
koştum geldim size haber vereyim.
niyetim ciddi bu sefer.
gönlümün kapısını kapatıyorum.
artık aşkımı wentworth'e adıyorum.












allahım büyüksün yarabbim, orucumu da sakatladım evet ama değer be rabbim! 8)

21 Ağustos 2009 Cuma

bizimsel

genelde pek resim koymam bu sayfaya.
hani öyle ayan beyan net resimler
beni merak eden için şu yandaki avatar yeterli zaten.
fikir verir.
ama bazen sel'i de merak eden olabiliyor tabi.
bugün iyiliğim üzerimde.
ramazan felan ya, böyle bi paylaşım maylaşım duygularım kabardı zaar.
bizimsel'in bi resmini koyayım şuraya dedim.
hem tek resmini koyayım boydan.
hem de onu nasıl avucumun içine aldığımı gösteren bir resim koyayım.
hadi bu iyiliğimi de unutmayın.
böyle hizmet herkese nasip olmaz
hahaha 8))
!
!
!
!
!
!
!
!
!
!
!
!
!
!
!
!
!
!
!
!
resim 1: bizimsel boydan
(%30 güçlendirilmiş olduğu da yazıyor, gözden kaçmasın)



resim 2: avucumun içinde bizimsel 8)


ve fakat acıklı not: kendisi çin malıymış yahu!!! peeeehh.....

19 Ağustos 2009 Çarşamba

antalya

'daydım.
birazcık yüzdüm geldim.
zaten hepi topu 3-4 gün işte.
evet sel ile gittim.
vladimir müsait değilmiş 8P
ama antalyada gördüğüm her rus vatandaşına viloş'u sordum.
sel'le de paylaştım tabi bu hissiyatımı
e insan kocasından bişey saklamamalı tabi.
o da "sen mutlu olacaksan aradan çekilirim" dedi sağolsun.
eklemeden geçmedi "ama sen 15 sene sonra vladimir'in tekerlekli sandalyesini iterken, ben hala 20'lik çıtırları tavlayabilitesi olan biri olabilirim"
peeeh...

phaselis'e gittik.
sel kayalıklardan girmeye çalışırken ayağını kesti.
ben deniz yatağının üstünde geçmiştim o tehlikeli kısmı, bana bişey olmadı 8)
deniz yatağı faideli bi icat.
akvaryum gibi, aşağıya baka baka gidiyorsun şeffaf başlık kısmından.
binen için eğlenceli ama izleyenler için de eğlenceli sanırım.
zira gerek yatağa çıkmaya çalışırken, gerekse yatakta ters dönmeye çalışırkenki denge bulma çabası esnasında kişi epey maskara oluyor.
ha bi de bikininin üstünün epey sağlam olması gerek.
niye?
ben bi ara deniz yatağında debelenirken sel ilerden
-saklambaaaç..saklambaaaaaçç.... yakan, yakan... hiiişş... yakanı düzeeeelltt diye bağırıyordu.
yakalı bişey giymediğimden olsa gerek üstüme alınmadım.
meğer benim bikini üstü sıyrılmış, onu kastediyormuş.
ayol yaka ne! diye çıkıştım.
dekolte bi bluz giyersin de adam yakana dikkat et der, tamam.
bikini üstünün yakası mı olur 8))))
-e ne deseydim elalemin içinde? dedi
-alooo saklambaç, memeler ayan beyan oldu diye bağırsaydın, hemencecik düzeltirdim, hem de gülecem diye boğulayazmazdım dedim.
neyse.
gittik geldik işte.
devamını bayramda yüzerim inşallah.
-bak zaten doğru dürüst tatil yapamadık, bayram devamı alırım 3 gün daha izin, atarım kendimi yine denize dedim.
-iyi bakarız, dedi.
tabi bayrama ulaşabilmek için arada ramazanı geçirmek lazım.
ay o kısma hiç girmiyorum.
çok gözümde büyüyor oruç bu sene.
du bakali.

şimdi bi ziyarete çıkayım ben müsadenizle.
özledim yav 8)

13 Ağustos 2009 Perşembe

açık konuşayım.. 22 yaş farkı bana uyar.

çünkü neden?
baktım adam 52 doğumluymuş.
7 ekim.
bi de terazi burcu yani.
valla bence çok çekici.
yok yakışıklı değil belki ama
karizmatik.
açık konuşayım, bu durumda 22 yaş farka fark demem ben.
gelse bana yazılsa
ilan-ı aşk etse...
da! derim.
o kadar rusça biliyorum 8)
vladimir'i diyorum.
putin'i.
22 yaş bana uyar.
varım diyoooorrrr....
8))))

12 Ağustos 2009 Çarşamba

ee...daha daha nasılsınız?

çünkü yazacak lafım yok yine.
ama yazmayınca özlüyorum.
o zaman...
bahçeye bi kedi daha yamandı. ufaklık bişey. bir parmak boynu var. leopar desenli bi oğlan. pek şirin.
mevcut kız kedi biraz bozuldu gibi.
oda arkadaşlarımdan birinin sürekli olarak birileriyle toplantı yapıyor olması ve en fazla 3 kelimede bir "tamam mı" demesi feci bişey. eğer konuşan kendi değilse, karşıdakinin konuşmasının arasına girip "tamam mı" diyor. o derece!
geldiğimden beri istanbuldan aldığım öte beriyi giyiyorum. her biri iltfat topluyor. "1.5 yetale kreasyonu" diye ilan ettim kızlara. anacım 1.5 liraya alıp giyip de bakan gözlerde ışıltı görmek bi güzel ki anlatamam. sel de istanbul sana yaramış dedi 8)
sel diyince: mutfaktaki yazı tahtasına 4 yuvarlak çizip içine nokta koymuş, altına da bir sırıtan ağız şekli. dur bak şöyle bişey:

altına da
yolunu 4 gözle bekliyorum diye yazmış.
gördükçe sinirim bozuluyor gülüyorum.
ayıp olmasın diye silmediydim de,
ama çok korkunç yav, canavar gibi bişey 8)
dün akşam kardiş ve kısçe ile yemek yedik.
ilk misafirleri olduk yani.
gelin de yemek yiyelim diye çağırdılar.
babam, sel, kardiş, ben, kısçe.
rakı-balık yaptık.
evlerinde ilk yemek şerefine ve mutluluk daim olsun diye kadeh çarpıştırdık.
düğün dedikodusu yaptık.
vay beeee 8)) bu günleri de gördük ya..
şu 1.5 yetale kreasyonum var ya, bugün giydiğim şeyin yakasının içinden fil geçermiş. toparlayamıyorum. tamam bi omzu düşürdük ama sırt zaten bel çukuruma indi neredeyse. öf!
öğlen oldu gideyim de biraz kitap okuyayım bari. burada bi atraksiyon yok 8)
perma mı yaptısam ki? (biri perma yaptırmış burdan, kızceğize de hiç yakışmamış allah sizi inandırsın. zaten saç pek uzun değilmiş, hepten toparlanmış, rengi de pis ve yanık bi bakır. ama durup durup kendini seyrediyor cam yansımasında. o kendini seyrederken farkında olmayarak direk bana bakıyor ya, ben de onu seyrediyorum. demek ki beğenmiş yeni tipini. bu bile perma yaptırmış olmasını haklı çıkartır.)
sel'e sordum geçen, platin sarı yap, kestir dedi. manyak mı ne!
gideyim de üç lokma bişey yiyip, biraz da kitap okuyayım.
hiç çekinmem, muah diye öper giderim.
13:50
eklemesem olmaz 8)
çay almaya mutfağa gittim, mutfak kalabalık kenarda durdum biraz boşalsın diye.
bir çocukceğiz-ki kendisi herhalde 2 sene önce falandı bana gelip "söylemeden geçemiycem artık, 26 yaşındayım hayatımda sizin kadar güzel giyinen birini görmedim" deyü şahane bi iltifat etmişti.
çocukceğiz hayatında anasından başka bi beni mi gördü diye gıcık bir düşünceye kapılmamış, ne tip ortamlarda yetişmiş diye paranoya yapmamış, büyük bir memnuniyetle kabul etmiştim abartı iltifatını.
hah işte o çocuk.
beni kenarda beklerken görünce:
"harikasınız yine yalnız! geçen sene, bu sene, hep harikasınız her gün" dedi.
ah anam yaaaa... bu şimdi 28 de olmuştur. 8)
demek ki 1.5 yetale'lik siyah yazılı beyaz tuniğim
siyah taytım
siyah beyaz kalın halka bileziklerim
ve kıpkırmızı rujum
beni çıtır çocuklar liginde hayatta tutabiliyor
hahahaayy...
ama sel duymasın rica ediciim.
8)

10 Ağustos 2009 Pazartesi

istanbul

'daydım.
hiç anlatmıycam kimleri gördüm, kimlere sarıldım öptüm.
gören var göremeyen var diye 8)
ama kayıtlı olsun burda tarih.
08.08.09 cumartesi günü.
öyle ışıltılı gözlere baktım ki,
çoğaldım geldim.
çok öperim.

4 Ağustos 2009 Salı

mola

ay üf kaçıyorum ben biraz..
kardişle kısçe erdi muradına, biz çıktık kerevetine ya,
kerevet rahat geldi, oturduk kaldık farkındaysanız.
ne bi yazı, ne macera, ne bi olay, ne bi laf.
millet tatilini bitirdi geldi neredeyse biz daha hayal faslına bile geçemedik.
eeehh.
kaçıyom ben.
sel'i burda babama bırakıyorum emanet.
babamı da çerçey kızıma.
annemle ben kaçıyoruz azıcık.
zaten pazara dönücem.
öyle uzağa kaçmıyorum yani de...
olsun.

bilin diye 8)
öpiym bi de.

(giderayak kafiye de yaptım bak, kıymetimi bil.)

30 Temmuz 2009 Perşembe

son bölüm

Artık eğlenebilirim 8)
Arkadaşlarımın durduğu bistro masaya geçiyorum.
Ağzım dilim kurumuş, içecek bişeyler alıyorum.
Müzik tarzı değişiyor.
Sırada tebrikleşme faslında çalınmasını arzu ettikleri eski 45’likler türünden parçalar var.
Bunlarla oynanmaz mı, oynanır elbet.
Dedim ya, arkadaşlarımın durduğu masadayım, bi kız arkadaşım ve ben yerimizde oynayıp duruyoruz şarkılara eşlik ederek.
Sel hala bişeylerin peşinde, neyin peşinde bilmiyorum.
Kim bişey istese ona gidiyor.
Arkadaşlarımdan erkek olanı: uzun ya, en önce o görünüyor, diyor.
Sel düğün süresince kısalmayacağına göre, pek yan yana takılamayacağız demektir.
Nitekim birkaç dakika sonra karka’lardan biri geliyor:
-saklambaç! Ya bu kısçe’nin çantası falan yok mu, takılar nereye konacak?
-vaaar diyorum. Yani vardı, nerde bilmem ki. Sel’e sorsana?
Ne alaka deme okuyucu, kısçe’nin gelin çantasını sel bulup getiriyor 8)
Gelin ve damat etrafta bulduklarını öpüp, tebrikleşme faslında.
Etrafta ilk etapta hep arkadaşlar olduğunu da hatırlatıyorum.
Zira, nikahtan 1 saat kadar sonra annem söyleniyordu:
-e biz öpüşmedik, bu şeyleri ne zaman taksak ki? 8)
Keyfim yerinde. Arada bir masadan uzaklaşıp bi kısım tanıdıkların yanına gidiyorum, iltifatları topluyorum (valla ayıptır söylemesi biri “masaldan çıkmış prenses gibisin” dedi. Bunu buraya kaydetmeyeyim de ne yapayım. İnsan allahın günü böyle iltifat toplamıyor malesef! )
Oynaya oynaya yürüyerek yine arkadaşların masasına geliyorum.
Ooo.. süper dedikodu dönüyor 8)
Arkadaşlarım bir çifte takılmış.Hani kardişin süpriz yapıp gelen yakışıklı arkadaşı vardı ya, ona.
Ona ve karısına.
Diyorlar ki:-şu çift aşırı aşık birbirine.
-evet, yeni evliler diyorum.
-Neeeaaaa.. evliler mi!! inanmam.
-valla evliler.
-vay bee... kız nasıl tavlamış o çocuğu? Gerçi güzel kız ama..
Arkadaşlarımın erkek olanı çocukta bi eksik olduğu, olması gerektiği konusunda ısrarlı.
-kız zengin, çocuk orta direk mi?
-yok valla, kızı bilmem de, çocuk çok zengin.
-hadi bee.. salak mı?
-yooo.. kardişin üniversiteden arkadaşı. Kafalı bi çocuk.
-alla allaaaa.. iş güç?
-çok karizmatik. Fısır fısır..
-e yok artık. Nası yaaa!
Erkek arkadaşım:
-hepsini geç, sadece o gözler bende olsa, hayatta da evlenmem kimseyle. kime baksa tavlar yahu, şahane gözleri var.
-valla şekerim durum bu. Çocuk aha da bu, ve evli işte!
-çok gösterişli bi çift. Pes diyorum!
Eğleniyorum.
Az önce haklarında konuştuğumuz çiftin yanına gidiyorum:
-saklambaç! Sen karımı ilk görüyorsun, nasıl güzel mi?
-çooook güzel.
-bak yaa! Kızım sen erkek tarafısın, eh sana layık değil ama.. falan desene 8)
Gülüyoruz, hoplaya zıplaya başka masaya geçmek üzereyim, ortalıkta durup oynayan gruba katılıyorum.
Babamın kuzenlerinden birinin kızı, kucağında bebeği ile oynuyor, aynı yaşlardayız.
-ne yani, bebek yaptık diye oynamayacak mıyız şekerim? ooh ohhhh....
-he valla, ooohhhhh..
-yalnız saklambacım, sana benden tavsiye, gez dolaş eğlen yapacağın her şeyi yap, bebek sonra. Hadi madi diyenlere hiiiç aldanma, oohhh..
-hay ağzına sağlık! -tabi tabi.. oohh. Laralay lay, laralaylom....
Oynuyorum.
Her şarkıya bağıra bağıra eşlik ediyorum.
Derken, fundam, annem, kuzen çocukları vs. herkes doluşuyor.
Gelin damat öpüş koklaş faslında,
Erkek tarafının bilcümle hatunları ortada kıvırıyor.
Yanımızdan geçerken 2 omuz sallayıp, kıvırarak geçiyor kısçe’cim.
Hadi bitsin bu fasıl da, esas eller havaya şarkılarına geçelim.
Ve bitiyor.
Şimdi pist tıkabasa.
Kardiş ve kankaları acayip danslarını yapıyorlar.
Ay bu çocuklar çok yaşasın! Her düğüne lazım bunlardan.
Kardiş yanıma geliyor
-şunu bi çıkar yaaa..
Ceketi zaten çıkartmış, papyonu sökmeye çalışıyor.
Biraz uğraşıp çıkartıyorum.
Elimde papyon bi yarım saat onu sallaya sallaya oynuyorum.Sonra sel’i görüp onun cebine atıyorum.......
Her hareketi, her kahkahayı, şımarmayı, içilenleri, yenilenleri.....Yazmıyım dimi canım okuyucum.
Zaten eğlenmeye geçtikten sonrasını, öncesi kadar net hatırlamıyorum.
Yok canııım, sarhoş falan olmadım.
Olmazdım, olamazdım.
Her saniyesini hatırlamak istediğim bir akşamdı.
Bir süre sonra elimize bir mikrofon geçti.
Zaten çoşuk durumdaydık, iyice çoştuk.
Sahne platformu üzerinde 4-5 kişi sürekli şarkı söylüyor,
Mikrofonu biri bırakıyor, biri alıyor.
Çok ama çook eğlendik.
De,
Haliyle,
bu kadar eğlenirken, gelinle damatla klasik bir tebrikleşme yaşamadığımızdan,
Resim çektirmemişiz!
Vallaha yok.
biz çektirmedik, saklambaç ortada kıvırıyordu, sel sürekli dolaşıyordu.
annemler de çektirmedi, e annem de ortada oynayıp duruyordu.
Oynamadığı zamanlarda da muhtemelen misafirlerle laflıyordu.
Klasik biçimde hiç yan yana gelememişiz dolayısıyla.
Gelin damatla tek resmim çok da alakalı olmayan devşirme bir grup içersinde sırıtırken, onda da sel yok zaten 8)) kim bilir neyin peşindeydi.
Efendiiiimmm....
Düğün bu yaz yaz bitmez tabi.
Frank Sinatra’lardan, rakkas geldi meydaneee’lere....
Queen’den hadi hadi hadiiii’ye uzanan bir yelpazede
Kah dans ettik, dans soytardık.
Bi ara kısçe’yi nikah masasında otururken buldum.
-ayaklar gitti di mi?
-yok aslında ayaklarım iyi de, midem kötü yaaa..
-yedin mi bişeyler.
-pek yemedim.
-içtin mi?
-çok az. Masada nikah sırasından kalan şampanya kadehi vardı, onu içtim şimdi 8)
-yiyecek bulayım sana.
-yok yiyemem ki.
Ama keşke yeseydi.
Bir süre sonra- ki muhtemelen ayrılmakta olan bir grupla mı vedalaşıyorduk bilmiyorum- kulağıma çalındı:
-gelin bayıldııııı
-neeeaaaa!!!!!
Kalabalığın toplandığı yere yürüdüm, yürüdük, kısçeyi birleştirilmiş sandalyelerde yatarken buldum.
Bizimkiler ve kendi annebabaabi grubu başında.
Kısçe baygın değil zaten, kendinde ama renk gitmiş.
Kardiş gayetle sakin
Ve fakat babası kısçe’den beter...........
Tamam tamam sakin.
Kısçe biraz ekmek falan yedi, kendine geldi.
Saat 12 civarıydı.
Daha 2-3 saat hoplar zıplarız diye planlarken, kısçe’ciğimin beti benzi atmış haline bakınca, e artık dağılalım dedik.
Zengin kalkışı yaptık!
Birden kalktık.

Uygun olsun, birden bitireyim.
Ayaklarım 15 cm platformlu ayakkabılar içinde “hiişş..aloooo” demeye başlamışken, “taaam yaaa” dedim bende.
Dinlenin artık.
dinlenelim artık
8)

not 1:
hayatımın unutulmaz günlerinden biriydi.
yıllar yıllar sonra da hatırlanacak, önemli tarihlerden biriydi 25 temmuz.
kardiş ve kısçe için özel bir hediye almadık biz.
beraber yaptığımız herşeyden daha özel bi hediye yoktu zaten.
bir kart aldık.
çok güzel bir kart.
yazdım içine.
ne hissettiğimi;
yıllar sonra hatıra olacak olan o tarihin o an için "şimdi" demek olduğunu ve bunu bilerek her saniyeyi coşkuyla yaşamamız gerektiğini.
ikisini de çok, çok sevdiğimi ve birbirlerini seçmiş oldukları için teşekkür etmek istediğimi.
yazdım.
kardiş kartı düğünden bir gece önceki o keyifli gecede okudu. sarıldık.
kısçe düğünün ertesi günü okuyabildi. okurken akmaya başlayan gözyaşları benimkileri de tetikledi. eni konu ağlayacaktık ki, toparlandık 8)
(çok duygusal bu kısçe'cim yaa, kıyamam!)

not 2:
düğündü işte, gittik eğlendik geldik nihayetinde ama neden bu kadar uzun uzun yazdım biliyor musunuz?
şimdi değil belki ama, seneler, seneler sonra, resimler kadar önemli olacak çünkü bu satırlar.
ve ben kaçırmak istemedim.

samimiyetle öperim canım sizi.
hepinizi.



merdiven tepesindeki saklambaç. düğün sonu

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Bölüm 2...

Mekana dışardan merdivenle çıkılıyor.
Ayakkabılarımın topukları 10 küsur santim ki o kadar küsur kadı kızında olmaz inanın (alper, olmaz di mi 8))
Etek yerlerde, arkası epey gerilerde.
Çıktık.
Bir kısım insan var, kimini tanıyorum, kimini tanımıyorum.
Tuhaf bir durummuş bu ev sahibi olma durumu.
Sanki tanıdığın tanımadığın herkesle, tanışıyormuş gibi davranmak durumundasın.
Hoşgeldiniiiiiizz.....
Merhaba, buyrun lütfen!
Tanımadıklar kibarca gülümseyip geçiyorlar.
Tanıdıklarla öpüşme sarılışma iltifatlaşma faslı.
8)

Salon dolmaya başladığında nikah saati gelmişti.
Nikah saati gelmişti de, gelin damat henüz yoktu.
Resim çekimi uzamış.
Birkaç resim stüdyoda çekmişler, biraz da dışarda, çayırda çimende.
Fotoğrafçı şöyle yap böyle yapma dedikçe kardiş sinirlenmiş.
-ne gerilim veriyon yaa, diye çıkışmış adama. (gerilim veren kendisi, haberi yok)
Kısçe elindeki çiçeğe bakmaktan şaşı olmuş, kardiş abuk pozlar vermemekte direnmiş.
E haliyle uzamış biraz.
Uzamış uzamasına da, bu planlardan sapma demek.
Dj (kuzen sayılır bizim, halamın torunu. Ama akıl 10 karış havada bi çocuk, eski bi yazıda şikayetlendiğimi hatırlıyorum. Annesini çok küçükken kaybedip, sonra gerzek babasının yanında amerikada heba oluş bi çocuk bu) hasta!
Olabilecek, çıkabilecek tüm aksilikleri önlemek için milyon kere kontrol et her şeyi, ama çocuk hasta olsun!
Zaten geç kaldı.
Müzik çoktan başlamış olmalıydı, bizimki penisilin iğnesi olup geldiğinde.
Ayakta zor duruyor yavrum, ter içinde.
Neyse, bi şekil idare edilecek artık diye sakinleştirme gayretindeyim kendimi.
Her şey planlı zaten, insiyatif gerektirecek bi durum bırakmadık.
Nikah öncesi kokteyl girişinde çalınacak müzikler belli.
Giriş müziği belli
İlk dans belli.
Tebrikleşme faslı sırasında çalınacaklar hazır.
Vur patlasın çal oynasınlar tamam.
Di mi...
Kontrollü yani herşey.

Ben bi oraya gidip gelenlerle laflıyorum
Bakıyorum kapı boş kalmış oraya seğirtiyorum
Bakıyorum merdivenden çıkanları tanımıyorum, hiç çaktırmadan uzaklaşıyorum
bakıyorum.....aha!
len eteğimin arkası, yerde sürünen kısımda ufak bir yırtık, topuk oraya bi girerse uçarım. Arkada sökülen uç kısmı kopartıyorum.
Bakıyorum..saate.
Az kaldı.
Ne zaman geleceksiniz diye kardişi arıyorum, açmıyor.
Gözüm karkalarda.
Onlardan çıkış için haber bekliyorum.
Diyorlar ki 3-5 dakika sonra gelecekler
Tamam.
Tamam da,
Dj geliyor yanıma:
-Ablaaa...giriş müziği yok!
-neeeaaaaaaa!!!!!! nası yok?
-yok abla, bilmiyom, abimler yazıp verdiler bana müzikleri ama hangisinin giriş müziği olduğu yanında yazmıyor, sen biliyo musun?
Allahım ter bastı.
Kısçe milyon kere dedi ki, çok önemli değil bir şeylerin çalış sırası zaten, girişte, dansta sorun çıkmasın da!!!
Giriş müziği yok!!!!

Karnımda uçuşan kelebekler, son nefeslerini de verip öldü galiba.
Bi fenalaştım.
Koştum dj masasına.
Kağıtlar, cd’ler...
Baktım kısçenin yazısı ile bir liste.
Giriş müziği: şu cd, 7 numaralı parça!
Şükürler olsun.
Cd’ler içinde o cd’yi de buldum.
“Yavrucum, bu cd. 7 numara. Aman diyim, gözünü seveyim, gözün karka’da olsun, merdiven başından işareti çakınca, gir müziği”

Koştum merdiven başına.
İki gözümden biri aşağıda, biri yanda (olabiliyormuş evet 8))
Ellerim titriyor, midem yanıyor, nabzım arttı.
Hah!
Hah?
Anam!
Bizimkiler tam girecek onlardan önce, geciken bir gurup misafir işgal etmesin mi merdiveni.
Etmesindi ama etti.
Karka ile dj arasında da iletişim kopmasın mı?
Kopmasındı ama koptu!
Dj müziği çalmaya başlamasın mı!
Başlamasındııı... 8(
Misafirler sırıta sırıta kapıda hoş bulduk demesin mi.
Sel nerdeeeeeee!!!!
Len, müzik sus!
Başlamış müzik susar mı, susmaz.
Dj devam ediyor
Karka eliyle boğazını kesiyor
Ben dj’e koşmak üzereyken gözüm karkaya gidiyor
Karka devam diyor
Müzik devam
Müzik devam çocuklar yok.
Misafirler anlamsız bir halde.
Derkeeeen..
Karkalardan istanbul’dan geleni eline mikrofonu alıyor
“Sevgili misafirlerimiz.......”
Len resmen anonsa geçti çocuk zira müziğin etkisi azaldı, dikkat çekmek lazım.
Derken diğer kankalar elleri patlatırcasına alkışa başlıyor
Bizimkiler merdivenin ortasında duruyor.
Koşturma durumundayım da
Nereye ve niye koşuyorum bilmiyorum.
Alkışlıyorum,
Kolumdaki fotoğraf makinası oraya buraya çarpıyor
Anam! Makina! Resim.
Hemen resim çekmeye girişiyorum.

Çocuklar salona intikal etti.
Alkış kıyamet gırla gidiyor.
Kısçe galiba nefes alamıyor
Kardişin de gözbebekleri helezon olmuş, 8)
Transta gibi sürekli sırıtıyor.

Masaya geçip oturdular.
Nikah memuresi geldi.
Sonra kısçenin amcası
Sonra fundam.
Şahitler.
Falan filan filan,vıdı vıdı şudur budur derken..
Sen kısçe hanım, bu kardiş beyi eşin olarak kabul ediyor musun?
-EVEEET!
Böhüüüüü..... gözlerime bişeyler kaçıyor.
Bi bana değil üstelik, kısçe dağıldı, hüngürdememek için kendini zor tutuyor (sonradan öğrendim. Evet der demez annesiyle göz göze gelmişler, annesi ağlamaya başlamış. Kısçe naapsın, güzelim benim, salmış gözyaşları)
Sen kardiş bey, kısçe hanımı eşin olarak kabul ediyor musun?
-EVEEETT!
Hüngüürrrrrr... yok daha duramam ben, içimdeki ağlak saklambaç gözlerimden kaçmak için zorluyor, tutamıyciim, içim şişti, gözüm dursa burnumun direğinden çıkacak yaşlar galiba, sızlıyor. Ağlıyciim...
-ŞAKŞAKŞAKŞAKŞAKŞAK.......BRAVOOO, SAK ŞAKKK.......
Şampanya patlıyor.
Benim Cuma gecesinden hazırladığım 2 şampanya kadehi sel’in elinde masaya geliyor.
Kadehlerden birinde papyon, gömlek, düğme var. Smokinli kadeh
Birinde tüller, inciler, gelinlikli kadeh.
Kardiş dikip içiyor:
-Ziyan olmasın!

Tebrik mebrik ayağa kalkıyorlar, hasta dj müziği giriyor.
İlk dans müziği 5 dakikanın üzerinde.
Birkaç dakika sonra kardiş yanına çağırıyor resim çekme telaşındaki beni:
-ya kessin müziği çok uzun bu, dönüp durmayalım.
Koşuyorum dj’e.
Kes kes, bitirsinler, diğer dans müziklerini gir.
Değiştiriyor.
Oh.
Giriş tamam, ilk dans tamam.
Bitti telaşım.
Sel geliyor, dans ediyoruz.
Ortada diğer çiftler de var artık.
Eğlence başlayabilir benim için.
Kovuyorum saatlerdir karnımda midemi kemiren kelebekleri.
Artık eğlenebilirim.

Devamı sonra (e haliyle...)