23 Mart 2010 Salı

nü/nude/nudité/Nackte

ailemin sanatsal hatunları kısçe'nin yatak odasına tablo yapacakmış.
NÜyet etmişler, model arayışına girmişler.
anneme bakarsan canlı model bulmuşlar ama,
artık modeli mi ikna edemediler nedir,
en iyisi hazır "yapılmışı var" şeklindeki nü tablolardan yararlanalım diye karar vermişler.
fundamla ikisinin bulduğu nü'leri bana mail attı annem.
bi bak fikir ver de, olabilir olanları kısçe'ye mail atalım, hangisini beğenirse onu yapalım deyü.
iyi hoş bakayım da,
malumunuz iş yerindeyim.
ve malumunuz olmayabilir ama, ekranım halka arz durumda.
tam arkamda ve ekranımdaki her ayrıntıya hakim olabilecek mesafede ise bir erkek arkadaşımız oturmakta 8)
neyse ne yapalım.
neticede her şey sanat için değil mi?
açtım ben bu nü'leri
bi güzel inceledim.
akabinde yorumlarımı da bildirdim.
fekat içlerinde hoşuma gidenler olsa bile
ne bileyim şöyle bir çarpılmaktıır, bir ağzımın suyunun akmasıdııır, bir tekrar tekrar bakma isteğidir gibi etkileri olmadı.
dedim ben bizzat kendim de arıyayım.
efendim,
ben açtım gugıl aplanın görsel kütüphanesini.
yazdım muhtelif dillerden cıbıl ifadesi kelimeleri. (cıbıl mı! bak böyle aramadım ha. dur bi de ona bakayım)
oldu mu sana ekranım bir şenlik!
8)
fakat allah var (kendime not: anadan üryan insan resimlerini inceledikten sonra bunu hatırlamam iyi oldu) çoğunluğu şahane tablolar olmakla birlikte, yine çoğunluğu kadın ficudu.
birden kafama dank etti.
"anam! ekranda +18 resimler gören patron elinde oklavayla geldi de beni mi kovacak" diye düşündüm bi an tabi ama...
yok o değilmiş kafama dank eden.
şuymuş:
madem resim kardişle kısçenin evine yapılacak
ve madem kardiş dediğimiz anında gıcıklaşabilme yeteneği olan ukala şahıstan ziyade kısçenin göz zevki esas alınacak
o vakit neden ve niyçün kadın ficudu arıyoruz?
niyçün edeleli bir erkek insanı ile gözlerimizi şenlendirmiyoruz?
kendi kendime pek takdir ettiğim bu fikri hemen görsel olarak da destekleyerek anneme ve fundama mail attım.
bununla da yetinmedim tabi,
koştum geldim sizle de paylaşayım dedim.
söyleyin allasen bu tablo yatak odasında güzel olmamı?


eğer kardiş ve kısçe beğenmezse (ki zaten kardiş istemezse garibim kısçem de istemeyecektir) ben bizzat alıcı olucam. (not: anneme söyle; bacak boyu biraz daha uzun olsun. amin)
yatak odama da asarım,
misler gibi de bakarım.
hem belki 10 yıldır kilo alamayan, edele medele yapamayan sel insanı iştaha gelir de
şu bedbaht saklambacınızın dilinden kurtulur.
not: arkamda oturan arkadaş bir süre yukardaki kimliği belirsiz şahsın arka kısımlarını izledikten sonra, kalkıp gitti masasından.
yaaa.. yaaaa.... cıbıl hatunlara bakarken iyiydi di mii..
oh sefam olsun!
öperim çekinmeden (yukardaki şahsı değil yaauuvv.. sizi )
8)

18 Mart 2010 Perşembe

istenmeyen fikirler

ün=ses
ünlemek diye kullanılıyor misal.
harflerde de kullanım bu şekil.
ünlü harf=sesli harf.
kendi başına ses çıkartabilen yani.
ünsüz=sessiz.
tek başına biçare,
ıkınıp, sıkılıp durur, dikkate alınması için ünlü bi tanıdığı olması lazım yanında yöresinde.
şimdi o zaman
ünlü kişiler var ya,
bunların sesi fazla çıkıyor diye mi ünlü deniyor bunlara?
100 ünsüz insanın ses çıkartabilme gücü yeri geliyor 1 ünlü kadar olamıyor.
buna sebep mi meşhurlara "ünlü" diyoruz?
hı?

sonracığıma,
ünlü harf diyince,
burada gayet israfi bir kural olduğunu fark ettim.
bu ü, ö gibi harflerin üstünde neden 2 tane nokta var?
ünsüz olanları zaten noktasız.
yani bunların tek noktalı bi ara tipi yok.
az ünlü diye.
o zaman neden iki tane nokta ziyan ediyoruz ki?
ben çoğu zaman elle yazarken mesela, tek nokta koyup geçiştiriyorum.
valla yeterli performansı da alıyorum, ne yalan söyliyim hiç mağdur olmadım.
o zaman neden fazladan 1 nokta daha kullanıyoruz?
bence:
bu iki nokta isteyen ü ve ö harflerinin üst noktalarının bire indirilmesi yönünde bir imza kampanyası başlasa, ne bileyim ilgili kuruluşa dilekçe falan verilse...
hem bir nokta daha koymak ile geçen süre yanımıza kar kalır, yani zaman tasarrufu...
hem o kullanılmayan, arttırılan diğer noktalar başka ünsüz harflerin üstünde değerlendirilebilir, daha çok ses çıkartan bir alfabemiz olur.
hadi olmadı diyelim, bunlar bir araya getirilip, bir yerde biriktirilip birleştirilerek daha faideli yerlerde kullanıma sunulabilir gibi geliyor bana.
buradan hareketle şunu ifade etmek istiyorum ki, bu ün mevzusu madem iki noktaya bakıyor, hepimiz tepemize iki nokta koysak ünlü olur muyuz?
ben bunu bi deniycem, evet evet..
şekil 1: ünlü saklambaç
fikrime takılan diğer mevzu ise örgü yelekli yaz teyzeleri ve aynısın kış versiyonu olan hırkalı teyzeler.
bu teyzeler uzun, desenli, bol etekler ve üstüne kalça altına kadar uzanan düz renk-genelde bej, siyah ve kahve olabilir- yelek ve/veya hırka ile yaşamlarını sürdürüyorlar.
ayaklarda ise kalın çorap ve burnu açık terlik.
kombinasyona takılmış değilim de, takıldığım şu:
teyzeler sabit-mevsim değişken.
yazın biz tişortla bunalırken bak teyzeye üstünde bu yelek muhakkak var.
gel kışa!
biz araba içinde paltoyla büzüşmüş titrerken, teyze aynen, yelek yerine hırka farkıyla, altında desenli uzun etek, ayakta çorap, terlik, rahat rahat karşıdan karşıya geçiyor.
nasıl oluyor?
mevsim değişiyor da teyzeler nasıl aynı kalıyor?
yazın o yelekle terlemiyorsun amenna,
kışın o hırka sana nasıl yetiyor?
enteresante!
neyse.
son olarak da çil hakkındaki fikirlerimi paylaşıp gideyim.
neden çil'im yok yaa...
annemde var.
neden onda var bende yok, bu adına ne dense bilinememiş de çil denmiş o şeylerden?
neden çil denmiş o da ayrı.
çil eski türkçe çihil'den geliyor.
o da kırk ya da çok/ziyade/fazla falan demekmiş.
çil çil altın derken de bu anlamda kullanılıyor hani, bir sürü, dolu dolu altın!!
çilli kişinin sıfatında bu lekelerden pek fazla bulunduğundan olsa gerek adına çil demişler herhalde.
başkaca bi isim bulmaya kasmamışlar.
belki de yavrusunun suratında bunlardan gören bir anne kadın saymak istedi. olur a hekime gidip "evladımın suratında bilmemkaç tane nokta var canım cicim doktor, bana bi çare" diyecekti.
1,2,3,4,5,6,7,8,9... derken 38,39,40 noktasında kocası olacak hesapsız adam karıştı araya.
kadınceğiz de unuttu ne saydığını.
çihil dedi kaldı.
olamaz mı?
yoo olabilir bence gayet mantıklı.
yaz kış üşümeyen, terlemeyen, hırkalı termodinamik teyzelere inanıyorsunuz da
buna mı inanmayacaksınız!

hadi öpiym.
8)

12 Mart 2010 Cuma

dialoglar

dialoglar işte.
günden notlar.

1.
sel: türkiye ile imf arasında köprüler atılmış. ayrılmışlar.
ben: boşandılar yani. çocuklar kimde kalmış?
sel: çocukları bilmiyorum ama borç bizde kalmış!
ben: hahahahaaa 8))) (hayır niye gülüyorsam! bi sinirim bozuldu, içim acıdı zaar)

2.
sel(beni eleştiriyor):vıdıvıdıvıdı, şöyle de böyle de....
ben(hiç altta kalmam): e tabi! ya ne olacağıdı!
sel: bak çirkin tavırlar bunlar, çok ayıp ama. hemen bi ukalalık falan...
ben: evet ukalayım!
sel: cık cık cık. bu işte. ukalasın evet, hoş değil ama.
ben: yoo gayet hoş. ukalayım. ukalaysam ne olmuş!
sel: ne olmuşu var mı, bak boyun kısa kalmış.
ben: !!!!!
sel (paniklemiş): yaa kızdın mı?
ben(sinirim bozuldu tavrından, "bi halt mı ettim endişesi taşıyan ses tonundan): hahhahhaaa 8))
sel(rahatlamış): gör işte halimi, hem laf ediyorum, hem it gibi tırsıyorum senden.
ben: manyak!
sel: sensin!

3.
ben: ya neden yağşuklu insanlar almıyor şirkete insan kaynakları!
kızlar: EVET YAAA..
konuşmanın bundan sonrası yakışıklı erkek kavramı üzerine coşar. son tespit: çevremizde gönlümüze göre yakışıklı adam yok.

4.
kızlarla öğlen yemeği dönüşü
-ya hiç yağşuklu adam görmedik yaaa...
-hiç valla, bu ne canım.
(o esnada para çekmek üzere arabadan inip bankamatiğe yönelen gözlüklü bi erkek insanı görüş alanımıza girer)
- du bakiym, şu nasıl?
-bakiym... eeehhhh.. yaaani...koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi derler.
-tamam o zaman, çelebi bu.
-buna da şükür.
-hamdolsun.


5.
anneme bng maili:
ben: Eveeeet... günaydın. Bugünkü bng köşemizde spor ve şık karışımı bir kombinasyon var.
Jarse siyah elbise ve kot gömlek. Buyrun bakın yorumlayın
annem: çok güssel. çuval bile giysen havasını veriyosun zaati. hadi hadi şımarma. kime çektiysen (:
(işaretim doğru olmuş mu?)
ben: işaret doğru sayılır ama noktaları önce, parantezi sonra yapacan : )

5.
telefon: dirilidirilong
ben: aloooo
sel: bu bir bant kaydıdır, kardişin arabayı satmış, kocanın arabasıyla gidiyorsun akşam antalya'ya.
ben: neeeeeeaaa! satmış mı? e senin arabayla nasıl gidicez. af buyur leeeşşşş gibi. binmeden önce burnunu tıkamak gerekiyor.
sel: ya yıkatıp temizletecez herhalde allaallaaa.. hem bu bir bant kaydıdır dedik, konuşturmasana bantı..
ben: iyi tamam.

6.
ben: sel, bu elbise bu kot gömlekle olmuş mu!
sel: e ama yaaa.. çok ofsayt bu!
ben: ne ofsayt be! nesi ofsayt? kısa değil bişey değil.
sel: hem kısaa, hem kumaşı kaygaaan..
ben: yok daha neler. millet neler giyiyor bizim orda.
sel: ofsaayytt..! sen sizin oraya göre giyiniyorsun.
ben: e çünkü bizim oraya gidiyorum!!! nereye göre giyinicem başka?
sel: iyi tamam.

7.
cumartesi-pazar kahvaltısını annemlerle yapmak üzere 1.5 günlüğüne antalyaya gidiyoruz biz bu akşam kardiş-kısçe-ben ve koca. heheyyy.. 8)

8.
ne biçim yazı oldu bu be!
9.
olur olmaz "be" denmez. alıştırma ağzını.


10.
öpmem mi sandınız! yanıldınız 8)

8 Mart 2010 Pazartesi

kadunlar!!!

canım ciğerim nisa taifesi!
gününüz kutlu olsun mutlu olsun falan diyene kadar gün bitti, iyi mi!
hayır madem kadınlar günü, niye kadın çalışanlar tatil yapmıyor!
onu da geçtim bari yarım gün olaydı.
onu da geçtim bari çok iş olmayaydı.
üf.
bari bi öpiym cümleten kız!
8)
not: erkek okuyucu! kusura bakma canım, bugün sana bi lafım yok.
hadi... selametle.

4 Mart 2010 Perşembe

tarihte bugün.

tarihte derken geçmiş manasında değil.
takvim manasında.
bugün yani.
tarihe not düşeyim deyü.

*40 lira kazandım.
söke söke aldım paramı, yar etmedim karantibankasına. 2 ay kadar önce tüketici hakem heyetine şikayet etmiştim bunları. kart ücreti diye 40 lira kesmişler benden hakem amca, ü hüü, kolay mı kazanıyom ben o parayı diye.
allah razı olsun onlar da sırtımı sıvazlayıp tamam kızım, tamam evladım demişlerdi.
iki gün önce de mektubumu yollamışlar 8) kızım evladım, biz inceledik baktık, yerden göğe kadar haklısın, adi banka hemen verecek paranı geri diye.
"yaaaa.. naabeeerr." diye gittim bankaya öğlen. bir hafta içinde kartınıza iade edicez saklambaç hanım, affedin, büyüklük sizde kalsın dediler.
tamam dedim.

*yılın ilk bahar ağacını gördüm 8)
valla. öğlen bilkentten dönerken, yolun sağ kenarında beyaz çiçekli bi ağaç gördüm. nasıl güzeldi, nasıl mutlu etti beni. sesli sesli güldüm. içim açıldı.

*haydan gelen huya gitti.
40 lirayı bankadan kurtardım, ayakkabıya yatırdım. internetten alışveriş imkanı kadınlar için bir tuzak, bunu bilir bunu söylerim. oda arkadaşım markafoni indirimlerine bakıyordu beni çağırdı, "saklambaç, bak bu sana yakışır" diye. bi gideyim bakayım ne göreyim. şirin mi şirin, kot kumaştan, dolgu topuklu bi ayakkabıcık. hemi de 30 leraya düşmüş. ben almıyım da kimler alsın 8)

*pilim bitti.
dün işten çıkıp eve gidip ayaklarımı uzatıp yüzüme de maskemi sürüp elime örgümü alıp canım ailem seyretmek üzere kendimi şartlamışken, kardişin gazıyla bizzat "canım ailem" durumu yaşadık. neymiş efendim akşam rakı-balık çekmiş canları. kaçışımız yokmuş.
aldılar geldiler malzemeyi
pişirdik mişirdik diyene kadar saat oldu 21:30
bi göz tv'de, bi kulak sohbette falan derkeeen..
saat oldu 01:00
"aa yeter uykum geldi benim, hadi kalkın gidin yaaa" diye zorla yolladım evlerine çenesi düşmüş kardişi.
e sonra sofra topla, kendini topla falan derken, zaten kafam bi hoş olmuş, ne zaman yattım bilmiyorum.
sabah kalkıp işe gelmek hiç canım istemedi allah sizi inandırsın.
şu saat itibariyle pilim de bitti zaten.
kendimi eve atasım,
bihtergilleri seyredip devrilip yatasım var.
(gil diyince... bunların soyadı ziyagil miydi? ziya kim? ednan'ın dedesi mi?)

*sosyeteyim, deva bulmam!
dün iş çıkışı yakındaki sosyete pazarına uğradım Sel'i de sürükleyip.
tezgahlar toplanıyordu ama yine de eli boş dönmedim şükür.
"kaça gömlekler" soruma "25 lira, ama orjinal bunlar" diyen tezgaha "peh! orjinal takıntım olsa sosyete pazarına niye geleyim. pahalı!" diye burun kıvırıp uzaklaşsam da "hepsi 5 lera" diyen tezgahtan anında bir lacivert ceket kaptım neyse ki. uygun pantulum vardı zaten 10 sene önceden, e içine giyecek bi askılıyı da geçen yaz tas tamam 1 lira verip almıştım. üstüne de yeni kısa ceketim ile kombini tamamladım. günlük B.N.G mailimi gönül rahatlığı ile anneme attım 8)
(B.N.G. --> BugünNeGiydim. bu yeni başlattığım uygulama çerçevesinde anneme her gün resimli bildirim yapıyorum. özleştik de biraz.)


*2 saat geçsin de çıkıp gideyim noooluurr..
6 sene önce başlayıp, 2 sene önce biten bi proje hortlayıp hortlayıp kendini hatırlatıyor bi maille, bi müşteri bildirimiyle, bi güncelleme isteğiyle, bi bişeyle..aaaa.. yürü git!!!

*öperim
öperim işte.

1 Mart 2010 Pazartesi

bakım-onarım faaliyetlerim

boşa dememişler ana gibi yar olmaz diye.
her ne kadar koca kişisi tarafından bana yöneltilen iltifatkarhane laflar devam ediyor olsa da, kişi kendini bilmek gibi irfan olmaz düsturunu kendine şiar edinmiş (neyy.. yav nasıl çıkıyor bu laflar bir anda içimden.. töbee) bir insan olarak, kocadan çok annemin laflarına itimat ettim.
bakım onarım faaliyetlerine girdim.
dedim ya kozmetik sektörü benden karın doyuramaz artık diye, kendimi doğal sebze meyve yöntemlerine adadım diye... ataletim de yaz bakayım nedir onlar diyincee....
yazmak farz oldu.
buyrun efem, bir adet saklambaç deneği tarafından bizzat denenen yöntemler:
bir:
yoğurt + karbonat
diyokine, yoğurdun içine az biraz karbonat atılır, yüze göze bulanır. (yok yalan olmasın, göz çevresine sürülmüyordu)
denedim.
açtım dolabı çıkarttım yoğurdu, çay kaşığıyla karbonat da karıştırdım içine.
böyle fısır fısır bi sesler.
yoğurt kabardı, göz göz oldu valla
bi de bi çiğ kurabiyemsi ama ekşimsi de tatlımsı gibi bi koku.
iştahın mı açılsın, miden mi bulansın bilemiyorsun, öyle.
daldım parmakla sürdüm bunu yüzüme.
oyyy.. anam suratım yandı ya biraz!!!
az bi durdum daha duramadım, yıkadım yüzümü.
ama olsun o bile bi canlandırmış valla.
yanaklarıma kan gelmiş 8)
bir dahaki sefere karbonatı daha az koydum.
süper oldu.
20 dakika durulabiliyi.
yıkıyorsun yüzünü, mis.
sevdim.
iki:
domates + un
efendim, domates alınır, ortadan ikiye kesilir, gerek rende, gerekse el yardımıyla mıncırılıp suyu çıkartılır.
içine de bu sıvıyı krem kıvamına getirmeye yetecek kadar un ilave edilir.
domatesli ekmek yapıyormuş hissiyatına kapılınır.
bu hissiyattan uzaklaşmak için hemen banyoya gidilir.
malzeme surata itinayla sürülür.
yoğurt maskesine nazaran daha ten rengine yakın bir sonuç elde edilmiş olduğundan koca üzerindeki korkutma etkisinin daha düşük olduğu da gözlemlenir.
20 dakika falan beklenir, ay yeter diyip güsselce yıkanır, temizlenir.
bak canım okuyucu, vallaha bu da güzel oldu ha.
un sanırsam etkisiz eleman ama domates cilde çok iyiymiş diyolla.
üç:
bak açık konuşayım bunu daha yapmadım.
ama pirüpak bebek gibi bir cilt vaad ediyor.
yapıcam bunu da.
burada da ana malzememiz turp. kırmızı turp.
efendim, bir adet turp rendelenip, bir bardak süt içinde kaynatılıyormuş.
bunu 1 gece dolapta beklettikten sonra mucize iksirimiz hazır oluyormuş.
21 gün boyunca her gün yaparsak daaaa.....
aynalara inanamıyormuşuz 8)
dedim ya daha yapmadım ama niyetliyim.
sütüm de var turpumda.
dört:
bak bunu çok seveceksiniz, kolaycacık bişey.
bir adet maden suyunun içine sık yarım limon. daha az sıksan da olur.
sonra içme bunu.
içeceksen cimrilik etme bi soda daha aç onu iç.
bunu da buz torbalarına boşalt.
at buzluğa.
artık gece yatarken olsuuun, sabah kalkınca olsuun, çıkart buzluktan bi küp, dolaştır suratında bitene kadar.
cildi canlandırıyormuuş, gözenekleri küçültüyormuuş, kan dolaşımı artıyormuuuş (e haliyle. ziraa surat donuyor! sonra ısıtacam o bölgeyi diye ne ka kan varsa yolluyordur ficut.)
attım ben buzluğa kalıpları.
her akşam sürüyorum valla.
henüz bi numara yok ama , kötüye giden bi durumum da olmadı.
beş:
hamur işi maskesi.
adı öyle mi bilmiyorum da içinde maya var diye ben öyle dedim.
bu formülümüz de pak maya ile yapılıyor.
bu yaş mayalardan bir kaşık kadar alıp ılık su ile krem kıvamına getiriyorsun.
sonra "hahaaay.. göz çevresi kremine para mı veririm ben" diyip göz kenarlarına sürüyorsun.
kırışıkmış, morlukmuş, kaz ayağı, ördek bacağı... hepsine iyi geliyormuş.
ben bi denedim, bişey olmadı.
bi sefer denemeyle 20'li yaşlara dönmedim tabi ama, sanki iyi olmuş gibi hissediyor insan.
bilemiycem psikolojik de olabilir 8)
maya ve su fazla basit geliyorsa geliştirilmiş formüllü yeni maskemiz de var.
1 paket pak maya
1 yumurta akı
1 çay kaşığı limon suyu
1 çay kaşığı bal
bunları güsselce karıştırıp yüzüne sürüyormuşsun, 20 dakika sonra da yıkıyormuşsun.
gözenekler küçülüp, cildin yağlardan arınıp, sıfatına renk geliyormuş.
kendim şahsen maya kullanmamı gerektirecek bi gıda üretiminde olmadığımdan, evde maya falan yoktu. alırsam bunu da deniycem.

işte böyle sevgili beni severler.
cümle tarifleri deneyip, uygulayıp şahane bi insan olucam allahın izniyle.
zaten 2-3 sene evvel geçtiğim karanlık taraftan sıkılıp, siyah saçtan bunalıp, saçlarımı yeniden kızıla boyadım.
kafama renk geldi.
suratı da halledersem, değmeyin keyfime.

böylelikle huzurlarınızdan ayrılırken bu çok bilmiş yazımı bir foto ile renklendirmek de yaraşır diyerek sizlere bir de resim ekliyorum ispat mahiyetinde.
o dediğim şeyleri valla yapıyorum anacım. aha da bakın!

not: gördüğünüz gibi sadece kozmetik sektörüne değil, kuaför dünyasına da benden ekmek yok. saçlarımı da kendi elcağızımla boyadım. zifir siyah saçlarımın 2 aşamalı boya badana faaliyetleri sonucu bugünkü hali de şu şekilde.
(kafamda birden fazla renk olduğunun farkındayım. siyahı ancak bu kadar değiştirebildim, uçlar ancak kızılımsı kahveye kadar gevşedi, orda çakıldı kaldı. buna mukabil saç diplerim alev alev allah muhafaza)
sevgiler, saygılar efendim.