29 Ocak 2010 Cuma

vefa bi semt adı tamam da, etik ne?

yalan, evde top oynarken yanlışlıkla vazoyu kıran ama annesine söylemekten korkan çocuk için anlaşılabilir bişey belki.
ona bile kızılır, yalan'ın doğru bir davranış olmadığı, asla kabul görmeyeceği anlatılır.
ya koca bir şirketin en üst düzey yöneticilerinde alışkanlık haline geldiyse ne yapılır?
hâlâ şaşırıyorum.
her seferinde görüyorum, duyuyorum, hatta yaşıyorum ama...
bir sonraki seferde yine şaşırıyorum.
sefil bir şirkette çalışıyorum.
kimin eli kimin cebinde belli esasında.
işler nasıl yürüyor, nasıl yürümüyor, olmaması gerekenler nasıl kabul görüyor, nasıl ses çıkartılamıyor belli aslında.
burada geçer akçenin ne olduğu belli.
ama ben gözümün içine baka baka yalan söylendiğinde hâlâ şaşırıyorum.
yetişme tarzım, ahlaki değerlerim bazı şeyleri yapmama engel.
e ne yapıcam?
sel düzenli maaşı olan bir insan olsa
çalışmaktan hiç de gurur duymadığım bu yerde devam etmek zorunda olmam.
ama öyle değil işte.
bazen miden bulansa da kalman gerekiyor işte.

beni doğru, ahlaklı, disiplinli, sözüne güvenilen, sorumluluk sahibi bi insan olararak yetiştiren aileme sesleniyorum:

bi yerde hata yapmış olmalısınız!

okuyucuya bir de not:
sel'in araba da soyuldu bugün camı kırılıp . bana kalırsa bi süre uzak durun bu sayfadan da!

23 Ocak 2010 Cumartesi

kurşun dökecek biri aranıyor.

yok şart oldu bence.
kurşun falan döktürmek.
hayatım boyunca daha bi kere döktürmedim.
belki de eksiğim odur.
çok süper kısmetli bi insan olmadığım da ortada çünkü.
yok yok bi kurşun döktürmeli, bi de onu denemeli.

bu geçtiğimiz haftanın olayları kısaca şöyle:
1.
hafta başı sabah işe gitmek için arabaya indik, ön teker komple yarılmış. zor bela yakındaki bi tekerlekçiye gidip yedek lastiği taktırdık.
2.
ertesi gün 2 adet trafik cezası aldık.
3.
perşembe sabah işe giderken yolda kaldık. araba bozuldu. vites değişmiyor, debriyaj çalışmıyor falan. ben taksiyle gittim. sel çekiciyle tamirciye. baskı-balata mıdır nedir, bi dolu bişeyler daha.. masraf süper.
4.
akşamına eve geldik, hırsız girmiş. sel sayesinde kapımız da yok!
5.
kapı 3-5 gün idare edecek şekle geldi diye, cuma sabah kapatıp çıktık.cuma akşam eve gelirken kaza yaptık!
ben önde sel arkada iki araba geliyorduk, tahmin edin ne oldu! sel bana çarptı!
bu şaka herhalde diye bekledim arabada. sel gelip kapımı çacak, iyi misin, ya duramadım, özür mözür diyecek. bekledim ama sel gelmedi. geri dönüp baktım ki sel arkadaki başka birine bağırıyor. meğer benim önümdeki gerizekalı aniden markette durmaya karar verdiğinden ben yavaşladım diye, sel de yavaşlayınca, sel'in arkasından gelen, son sürat sel'e bindirmiş. kar yağıyor, yer buz, sel kayıp bana vurmuş!
6.
tutanak mutanak.. geldik eve. geldik de kapı duvar. sabah sorunsuz açılıp kapanan kapı, açılmamaya karar vermiş. sel zorluyor, deniyor, sinir stres bastı.. yok açılmıyor. bırak dedim, bırak yeter artık. geç de oldu saat. kalk annemlere gidelim, bu gece orda yatalım, sabah uğraşalım kapıyla.
7.
annemlerin boş eve girdik, üstümüze başımıza uygun bişeyler bulduk giyindik. kardişin eski yatağında yatıyoruz. üstümüz 3 kat örtülü. niye, elektrik yok, kombi çalışmıyor, ev 12 derece!
8.
kardişler gece evde değildi, durumu öğrenince bari sabah kahvaltıya gelin dediler. kalktık gittik. gittik de nasıl? ankara nicedir görmediği kar'la muhattap, yollar felaket. kardişlerin eve giderken bi yokuş çıkmak gerek. çıkamadı ne kar lastiği ne bişey. indik yürüdük. ayağımda topuklular, soluk soluğa yokuş çıkmaktan boğazım bitti.
9.
kardişlerde kahvaltıdayız, sel'in dişi kırıldı.
10.
kahvaltı sonu eve geldik, çilingir milingir kapı açıldı. insanın evine girebilmesi ne lütuf.
ooofff..
çok önceden planlıydı, arkadaşlarım gelecekti. ancak kendimi toparladım, planladığım hiçbir şeyi yapamadım ama neyse..
onlar gittiler, oturdum.
henüz sel gelmiş değil.
başka bi terslik yaşadı mı, daha yaşar mıyız bilmiyorum.
bi sayısal falan oyna demiştim.
ondan da borç çıkmazsa, şimdilik atlattık gibi.
8)

22 Ocak 2010 Cuma

kapıyı kırıp içeri girdi!

baştan anlatayım ama dimi.

akşam 7 gibi çıktım işten.
o kadar çok işim var ki, günde toplam 3-5 tuvalet molasını saymazsak yerimden kalkmıyorum, öğlenleri de dahil.
işim yok işim yok diye kaşınır mısın, buyur! denebilir tabi.
yok şikayetçi değilim pek fazla.
ama durum bu yani, işim çok.

7 gibi çıktım işten.
halamın torunu, zaman zaman bahsetmişimdir, bi trafik kazasında 33 yaşında ölüp giden Hülya Ablamın geride bıraktığı çılgın oğlu, avustralya'ya gidiyor okumak için.
dün akşam planımızın kahramanı o, bu yüzden.
halamda olucaz tüm akşam.
kuzenim, karısı, çocukları, kardişler ve biz.
belki de bir daha geri dönmeyecek olan (en azından senelerce) 22 yaşındaki çılgın çocuğu uğurlayacağız.
7 gibi çıktım işten.
önce dışarda bişeyler yiyelim de, öyle gidelim dedik.
sel'le buluştuk.
ama canım istemedi.
evet evde yemek de yok ama, yumurta falan kırarız, yeriz bişeyler dedim.
hem bi de banyo yapayım evden çıkmadan.
üstüme rahat bişeyler giyeyim.
öyle gideriz halama.
doğruca eve yollandık.

asansörden indik katta, sel önde ben arkada.
sel önce üst kilide soktu anahtarı, girmiyor.
zorladı morladı, allaaallaaa.. girmiyor.
alt kilide uzandı,
baktı...
kaldı!
kilit yuvası kırık.
lan? dedi.
kırık bu!
girmişler buraya!

nasıl ya, nasıl girmişler?

sel tuttu elimden yürü dedi, aşağıya indik hemen.
sakinim de, biraz dizlerim titriyor.
-seeel.. orası kendisi düşmez di mi?
farkındayım saçma bi soru ama
ne bileyim, bi umut işte.

çöpleri toplama faslında olan kapıcıyı gördük.
-aaa! yok abi, bişeyden haberim yok, aman hırsız olmasın, valla hırsız girmiştir!!!
sen aşağıda bekle dedi sel bana.
kapıcı çocukla beraber bindiler asansöre.
ay ben nasıl bekliyim aşağıda.
diğer asansöre de ben atladım.

kapıdayız.
alt kilit kırık evet ama, üstte bişey görünmüyor.
ama üst taraf açılmıyor, anahtar girmiyor.
kapıcı:
-abii....dedi endişeyle, içerde olmasın bunlar! abi içerdeler galiba... anahtar içerde.

allahımallahım....
nasıl içerde yaaa...
ne içerdesi!
ne hırsızı!

ulan! dedi sel. gözü dönmüş bi şekilde
-lan! .nasını .ikerim......
o arada kendisine,
-sel'cim, dur yapma, bak polisi arayalım, hem ya gerçekten içerdeyse, aman uzak duralım falan demenin bir anlamı yoktu tabi.
çekil! dedi sel kapıcıya.
kapıcı geri durdu.
sel gerileyip bi tekme indirdi kapıya.
bi daha
bi daha
3 tekmede kırıldı koca kapı, açıldı.
sel önde, kapıcı arkada, ben en arkada girdik içeri.
sel yatak odasına girer girmez okkalı bi küfür savurdu.
kapıcı o sıra hırsız balkonda olabilir mi diye salona bakıyordu.

yatak odası darmaduman!
çekmeceler, dolaplar, bütün takılar, aksesuarlar, ne varsa ortada yerde......

bütün odaları, dolapları, çocuğun bile zor sığacağı her deliği kontrol ettik.
hırsız kişisi evde değil.

ben polisi arıyorum dedim.
aradım.
durumu anlattım.
ev adresini hatırlayamadım, sel'e verdim telefonu. o söyledi.
sel bana bi su verdi, ve hırsızı evde bulamadığına söylenerek tekrar dolaştı ev içinde.

gerek gürültüden, gerekse kırık kapıdan olayı fark eden 3-5 komşu geldi.
klasik geçmiş olsun, cana geleceğine mala gelsin lafları.
hatta karşı komşu şaşırıp:
"yani cana gelsin de mala gelmesin" bile dedi 8)

sel kapıcıya "geri dur" diyip tekmeyle kapıya girişirken ben kardişi aramıştım:
-yaa galiba hırsız girmiş bizeee.. kapının kilidi kırık, şimdi sel içeri girmeye çalışıyor!" diye.
-hemen geliyoruz, diye kapatmıştı.

15 dakika sonra, polislerle aynı anda geldi kardişle kısçe.
polis gelmese sadece kardişler gelse de olurmuş zaten.
polis kişiler sağolsunlar "0-h0000 bulunmaz" demek dışında bişey yapmadılar.
nelerin çalındığını sordular.
fark ettiklerimi söyledim.
yüzükler, bilezik, kolyeler, çeyrek altınlar...
sanki bulunacakmış gibi sordu bi de:
-nası bilezik?
-sarı ve beyaz altından, çiftli, asimetrik kesimli, modern tarz bişeydi.
polis asimetrik bilezik nasıl oluyor anlamadı herhal.
anlasa da asimetrik kelimesini yazamadı zaten.
-ben işlemeli bilezik diyom.
-yok işlemeli değil, böyle düz, yuvarlak değil, asimetrik işte.
-taam yazdım ben, işlemelii..... elmas yüzük derken?
-gül yüzük modeli, eski model.
-onları yazmayalım, altınları yazalım.
-e altın zaten işte!
-he tamam yaz.

oofff... yazdılar, parmak izi ekibi gelecek dediler, gittiler.
yatak odası darmaduman, kapı kırık, kaldık öyle.
kardişlerle girdik tekrar yatak odasına.
bütün ıvır zıvır akseuarlarım yatağın üstüne dökülmüş.
nevresimler, havlular arasında.
çamaşır çekmecelerim bile açık.
havludan, örtüden parmak izi olmaz zaten diye azıcık eşeledik yatağın üstünü.
anam!
pırlanta yüzüğüm! hahaaayy.. bişeylerin altında mı kalmış ne almamış bunu.
derken kardiş yerden annemin vermiş olduğu, eski, pembe taşlı, pırlantalı yüzüğü buluyor.
aaa.. bak ben bunu hiç yazmadım da, ay bu da vardııı, ohh çok şükür.
beyaz altın bi kolyemi de ben buluyorum döküntülerin arasından.
kardiş:
-la bakın, az daha baktıkça çıkıyor bişeyler kârâ geçecez bu gidişle diyor.
gülme geliyor bana:
-bu hırsız salak mı ki? bakın bakalım, belki başka evlerden çaldıklarını falan da burada düşürmüştür 8)

yok, başka bişey bulamıyoruz 8)
buna da şükür.
laptop oturma odasında ortada duruyor misal.
alıp gitse, ben bir daha çerçeyimin videolarına nasıl kavuşabilirim?
nasıl telafi ederim onca resmi?
hırsız bi şekilde, yatak odasından başka bir yere girmeden, çok acele, ve telaşla toplamış çıkmış.
o kadar telaşla çıkmış ki, birkaç parçayı da almamış.
almadıklarının ortak özelliği beyaz altın olması.
seçici, tarz sahibi, sadece sarı altın seven biri olması ihtimali, bir hırsız için pek mantıklı olmadığına göre,
benim onca ıvır zıvır bujiteri malzemesi arasında, beyaz altınları fark etmediğini düşünüyorum.
ya da sel haklıydı ve ilk geldiğimizde hırsız evdeydi.
biz aşağı inip tekrar yukarı çıkana kadar kaçtı!
sel hırsızı bulamadığına ne kadar hırslansa da
benim duam zaten hep "allahım karşılaştırma" şeklinde olduğundan, mutluyum.

epeyce bekledik parmak izi ekibini.
geldiler, resim çektiler, baktılar falan ama
parmak izi bulamadılar.
e eldiven teknolojisi var tabi artık herkeste.
hatta süper donanımlı parmak izi ekibi, eldiveni kalmadığından, bişeyleri tutmak için benden poşet istediğinde;
lazımsa eldiven verelim, dedik de sevindi garip.
bir de mutfaktaki streç film, folyo ve kağıt havlu askılığını pek beğendi.
bunu nerden aldınız, karım da istiyor, hiç bir yerde bulamadık deyince,
o sıra da çalınanların listesini yazmakta olan diğer memura:
-bir de folyoluk ekleyelim, dedim. beğendiniz madem, siz alın bunu, biz tutanağa folyoluğu da ekleriz. 8))

özet bu işte.
parmak izci ekip gittikten sonra sel ve kardiş bizim dağılan, kırılan kapıyı toparlamaya çalıştı, ki yeni kapı yapılana kadar bir kaç gün kapanabilsin.
şimdi kapımızın dış yüzünden çıkmış, kocaman vida uçları görünüyor sivri sivri.
esasında bu şekliyle öyle korkunç bir hali var ki
"ne şekil manyaklar yaşıyor burda" diye düşündüreceğinden
her şeyden güvenli olabilir.
8)

7 Ocak 2010 Perşembe

yumru

geçmeyen bir yumru var boğazımda.
bir haftadır.
yutamadığım bir lokma gibi, gırtlağımda takılıp kalmış bir parça gibi, sıkışmış bir şey gibi duruyor.
sürekli yutkunuyorum, gitmiyor.
bardak bardak su içiyorum, geçmiyor.
öksürüyorum, nefes alıyorum derin derin...olmuyor.
bir haftadır boğazımın orta yerinde duruyor.
ne yapsam kurtulamadım,
elimi sokup tutup çıkartasım geliyor.

dün doktora gittim.
baktı, kontrol etti, kameralı çubuk soktu falan.
fiziksel bişey yok dedi.
sordu:
bi üzüntü falan yaşadınız mı yakında?
baktım.
gülümsedim.
evcil hayvanınız var mı? dedim.
güldü.
anladım, dedi. ben anlamam diye mi sordunuz?
kedi kızım 10 sene sonunda gitti dedim;
eğer tüylü, 4 bacaklı bi kızınız ya da oğlunuz varsa daha iyi anlardınız.
balık kuş falan beslemiştim ama kedim-köpeğim olmadı dedi.
kulaklarıma, burnuma, boğazıma falan soktu aletlerini.
boğazımı elledi, bastırdı, kontrol etti.
bi sürü şey sordu:
sigara?reflü?kronik rahatsızlık?astım?tiroid?genizakıntısı?şu bu...
hiçbiri yok.

yok dedi.
ama globus historikus mu ne, öyle bişey varmış.
psikolojik temellidir dedi, süregelen üzüntü, anksiyete durumlarında olur.
çok fazla üzülmeyin diycem ama, sanırım faydası olmayacak.
yine de geceleri yutarken almam için bir hap ve bir de sprey verdi.
1 hafta sonra geçmemiş olursa tekrar görüşelim diye de ekledi.

doktorun yanında baya uzun kaldım.
yeni seneye alışamama, tarihi yanlış yazma muhabbetiyle başlayıp
bir arkadaşının köpeği ile yaşadığı olaylara kadar epey "gereksiz" şey konuştuk.
samimi, hoş sohbet, ilgili, alakalı, genç bi doktor.
yazdığı iki kıytırık ilacı nasıl alacağım konusunda (!) danışmak isteyebilirim belki diye
aramaktan çekinmeyin, rahatça arayabilirsiniz de diyerek
cep telefonunu yazdığı bir kağıdı da verdi bana.
8)
geçmezse bu boğazımdaki yumru, beni tekrar görmeliymiş.
fazla duygusal birisiniz, çok ağlamayın olur mu? diyerek uğurladı beni.

içerde uzunca kaldığım için meraklanmış sel.
önemli bişey yok dedim.
sanırım çerçey şah damarıma yakın olmak istedi.

not:
hayır, tabi ki yakışıklı genç doktorun cep telefonunu verdiğinden bahsetmedim ona.
zira, bu yumru geçmezse yakında tekrar gitmem gerekecek.
e, bendeki his geçerken sel'de bir yumru oluşmasının da kimseye bi faydası yok.

5 Ocak 2010 Salı

ardından....

daha mezun olduktan 20 gün sonra girip, (en ukala, en çok bilmiş, en tuzu kuru halimle gittiğim görüşmelerde nasıl beni işe aldılar bilmiyorum zaten) 1.5 sene çalışıp, sonra bir ekonomik kriz sebebiyle şirketin küçülmeye karar verip çıkarttığı %60 personelinden biri olup ayrıldığım ilk işimden sonra tam 2.5 sene çalışmamıştım.
çalışırken kazanıp biriktirdiğim ve tazminat olarak da aldığım param vardı. harcamam yoktu, annemlerle birlikte rahattım, aşırı seçiciydim.
olmazsa olmazlarım çok fazlaydı.
çalışma saatleri, hafta tatilleri, şirketin toplam nüfusu, yeri, maaş ve yaş ortalaması, sosyal imkanları vs. kendime layık şirket azdı. seçme lüksüm vardı. sonuna dek kullandım.
işte o sene, bizi 28 aralıkta kapının önüne koyunca şirket, 2000'e işsiz girince ben, madem okul bitti, madem işim de yok, artık bi kedi bakabilirim dedim.
kedi istiyordum.
bir kedi isteyen, almaya karar veren her aklı başında insan gibi sokaklara, ücretsiz kedi ilanlarına bakmaya, yuva arıyan kediler aramaya başladık. bir cumartesi günü gazetenin seri ilanlarında bulduk onu. acilen, mecburen vs. verilmek istenen yavru kediler ilanı.
adrese gittik. bir hastane. ilgili kişiyi bulduk. girdik odasına oturduk. ne uzmanıydı şimdi hatırlamıyorum. çok ilgili davrandı bize. çok sevinmişti geldiğimize.
bu, dedi, çok oyuncu, akıllı, sevgiye ihtiyaç duyan küçük bi kız. keşke ben bakabilsem ama, bakamıyorum ben. yalnız yaşıyorum, işim, nöbetlerim... annesi hastaneye doğurmuş bu yavruları. eski bir kanepenin içine. bütün bebekler gitti, bi bu kaldı. çok güzel değil ama, çok şirindir. çok da temizdir, anneleri kendisi verdi tuvalet eğitimini mesela, hiç sorun çıkarmaz, hiç sokakta kalmadı, tam ev kedisidir.
pembe bir piknik sepetini açtı. içinden zayıf çirkin suratlı, 3 renkli bir kedi çıkarttı.
-sindi, dedi. tam dudağının üstünde siyah bir kısım var ben gibi sanki, cindy crawford'dan dolayı sindi koydum ben adını.
ilk kez orda, öyle gördüm güzel kızımı.

tam 10 sene önce girdi hayatımıza çerçey. tam adıyla şerbet misket çerçebit.
ben, çerçeyin gelişinden tam 2.5 sene sonra işe girdim. 2.5 sene, yani 900 küsur gün biz sabah akşam beraber yaşadık onunla. gündüzleri yanımda peşimde kucağımda, geceleri yatağımda, tuvalete gitsem kapımda. (gece tuvalete kalktıysam, onu uyandırmadan yavaşça yataktan kalkar, sessizce çıkardım odadan, ama tuvaletten çıkarken kapıyı her açtığımda kapının önünde bekler bulurdum onu)
benim kızım'dı o.

evlendikten sonra sırf çerçeye kıyamadığımdan, bütün gün evde tek başına bırakamadığımdan, yalnızlığa alışık olmadığından, annemlerle bıraktım onu. aslında bıraktım da denemez ya... zaten gözünün içine bakılan, her dediği yapılan, prenses gibi davranılan, sevgiyle şımartılan bi evdi bizim evimiz onun için. günde kaç kere öpülüp seviliyordu bilmem.
evlendim ama, öyle sanıyorum onu görmediğim gün sayısı yıllar boyunca 15-20 midir, 25-30 mu bilmem.
her gün işe giderken sabahları ve işten sonra akşamları uğradım yanına. her gün sabah akşam sevdim, öptüm, konuştum, koştum, oynadım onunla. saklambaç, yakalamaca, ebelemece.... yerlerde emekleyip saklanarak, görünce ebeleyip kaçarak....
hafta sonları aldım bazen, geceleri beraber uyumak için.
annemler antalyadayken bizde kalırdı. iş çıkışları eve koştum. gezmekten, dolaşmaktan, arkadaş görüşmelerinden... evde olmamı engelleyecek şeylerden vazgeçtim. istediğim onun yanında olmaktı zaten.
çerçey, içinde mutlu olduğum bir dünyaydı.

şimdi ne yazsam eksik yani.
ne yazsam tam değil, yeterli değil.
ama yazmak istedim işte.
o kadar içten, öyle samimi paylaştınız ki duygularımı.
yorumaltı falan kar etmez şimdi.
aynı şeyleri hissedebilecek birileriyle paylaşmak üzüntüyü, önemli.
senay başsağlığı dilemiş, kedi için başın sağolsun denir mi diye düşünmeden.
esra gerçekten üzülmüştür, eminim.
magissa "Yaaa Cerceeeyyyy :((" demiş sadece. biliyorum bu duyguyu. daha ne desin ki.
ünsüm hissediyor üzüntümü, sarılmış, sıvazlamış sırtımı sanki.
lale, nasıl iyi hissettim o cümleyle. çerçey gerçekten artık her yerde. teşekkür ederim.
kumum, biliyorum, biliyorsun sen de. hepimizindi bu üzüntü. ailemiz içindi.
hayat'ım... aynı o tahmin ettiğin gibi işte. içinde acıyıp duruyor bi yer, bi de o özlem.. bi daha onu öpemeyecek, sevemeyecek olmanın, yaşayamayacak olmanın özlemi, sızısı. o kocaman sevgi'den boşalan yer.. bi gün yaşayacaksın bunu ama, umarım çok çok geç olur. güzel arthur yıllarca içinde acıtmadan durur.
ataletimm, biliyorum. bildiğini de biliyorum.
arayan, "bi kedi" demeden baş sağlığı dileyen hepiniz.
öyle teşekkür ederim ki.
kendi üzüntüsü sızım sızımken benimle konuşan ecemm, ne diyim sana.
alper, onlar sadece kedi, köpek değil, ailenin bi ferdi evet. bendeki özlem de pek geçmeyecek. anlıyor olduğunu bilmek ne güzel.
cidom, ta uzaklardan "nee! ne oldu? neden geçmiş zaman kullanılıyor çerçey için?" diye telaşlanmışsın. senin de çerçeyi sevdiğini biliyorum, onunla ilgili yazdıklarını hiç unutmadım zaten.

özetle,
çok özlüyorum onu.
her yerden çıkacak gibi hissetsem de, artık çerçey yok.
içimden sürekli seviyorum onu, konuşuyorum falan...
6. hisleri kuvvetlidir ya kedilerin.
buna güveniyorum.
benim inancım zaten ruhların yok olmadığı yönünde.
hayvanların da ruhları yok olmuyor, ölen bedenleri işte.
o yüzden içimden konuşuyorum, seviyorum, öpüyorum çerçeyi.
ne hissettiğimi biliyor olması rahatlatacak beni.
öyle işte.

unutmayacağım bir yılbaşıydı.
anladığınız, paylaştığınız için çok teşekkür ederim.