9 Aralık 2011 Cuma

elâlemin kadını....

eskiden olsa eve gittim, işe geldim, şunu yedim, bunu yaptım diye; toplasan anlatacak 3 cümleyi bulmayacak konularda uzun uzun bi yazı döşenirdim ki, gören baya bi maceralı, doludolu yaşıyorum sansa yeriydi.
yazıkıran diye bi illete mi tutuldum ne oldu bilmiyorum
yazmıyorum
yazasım olmuyor çoğu zaman
daha kötüsü de yazasım olduğunda da üşenir hale geldim
bunun şöyle bir kötü tarafı oldu.
yazınca olur olmaz her şeyi
tüm o zamanların fotoğrafını çekmişim de albüme koymuşum gibi
yani öyle bir "anlar arşivi"m oluşmuş gibi oluyordu
seviyordum sonra resim bakar gibi yazı bakmayı
hatırlayıp güldüğüm şeyler oluyordu ki yazmasam kaybolur giderdi.

şimdi
geçen gün yolda giderken komik bir şey oldu
(bir tiyatro oyunu mu bu, film miydi?)
iş yerinde kızlara, mail yoluyla anneme, kısçeye falan anlattım da
gelip buraya anlatmamış olmayı
kayıtlara geçsin diye yazmamış olmayı yakıştıramadım kendime
sizin neyiniz eksik, değil mi ama 8)

şimdi şöyle:
geçen akşam iş çıkışı sel ile eve gitmeden önce bahçeli'ye gidip bişeyler yiyelim dedik
-evde yemek yok
ama fazla da gecikmeyelim dedik
-evde kedi var
gittik, acele acele bişeyler yedik, kalktık.
arabaya doğru hızlı adım yürüyoruz.
bir yandan da zıtlaşıyoruz.
konu:
hafta sonu sel'lerin bir akraba düğünü var
ben de ne giysem sorusuna "annemden kalan mor elbise" yanıtı vermek üzereyim
elbiseyi belki de hiç giymedim sel ile birlikte
o yüzden ben "mor elbise" diyince hatırlamadı
hatırlatmaya çalıştım:
annemin gençliğinden kalan, mor, böyle boğazlı, oyuk kollu, dar, arkadan fermuarlı....
hani tok bir kumaşı var, kendinden kabartma desenli..
yok hatırlamadı
kısa! dedim.
-ne kadar kısa?
-kısa işte. baya kısa. annemin gençliğinden kalan diyorum, o kadar kısa işte (annemler gençliklerinde tunikleri elbise diye giyiyormuş zaten, etekler el kadar, elbiseler neredeyse gömlek uzunluğunda)
-görmem lazım hatırlamıyorum, çok kısaysa olmaz bizim akrabaların arasına, dedi sel.
o olmaz diyince ben elbiseye iyice sahip çıktım
-giyerim ben bana ne
-görmem lazııııımmm.. çok kısaysa olmaz oraya.
-evet çok kısa
-ya kuzu, yakışık almaz o kadar kısaysa..
-eeehh.. çok da fifi!

affınıza sığınırım canım okuyucu
ama bi şımarma mı geldi üstüme nedir, öyle dedim:
-çok da fifi!

-cık cık cııığğkk.. ne kadar terbiyesizsin, dedi sel.
-kim, ben mi, a-ah niye be, fifi terbiyesiz bi kelime mi ki? küçük, sevimli bi köpecik adı.

şimdi biz yolda acele acele yürüyoruz ya,
bi yandan sel beni kınıyor, cık cık cık... terbiyesiz! diye
bi yandan da ben lafımı savunuyorum.
-çok: nicelik bildiren bir kelime; da: bağlaç; fifi: kucak köpeklerine verilen sosyetik bir isim, diye açıklama yapıyorum ki terbiyesiz lafını geri alsın.
ama bana bi gülme geldi, kahkaha atar haldeyim.

derken,
karşımızdan gelen bir kadın bi anda yavaşladı, önümüze doğru hamle yaptı, sel'in mi, benim mi önünü keseceğine emin olamaz hallerde sağa sola adımlayarak... geldi önümde durdu.
o durdu
ben durdum
sel durdu
bir iki saniye bakıştık.
sonra o "merhaba" dedi
merhaba? dedim, çünkü ilk merhabanın tonu bişey soracakmış merhabası gibi değil. beni tanımadınız mı merhabası gibi. sel tanıyor herhalde diye düşündüm. ama sel suskun.
gözümün içine baktı yine birkaç saniye. ay ama bi uzun ki o boş saniyeler.
-benimle bi bira içer misiniz?  dedi. "size bi bira ısmarlayabilir miyim?"
ay üstüme iyilik sağlık!
kimsin kadın!
ben sadece "eeeğğğğıı..." gibi bi boşluk doldurma sesi çıkarttım, zira ne diyeceğimi şaşırdım.
sel zaten hepten suskun, kadına bakıyor.
-nooooğğluurr.. benimle bi bira için, size bi bira ısmarlıyım ha, lütfeeğğnn" diye ısrar etmeye başladı kadın.
-aaa.. yok, çok teşekkürler, bizim biraz acelemiz var da... (ben de olayı gayet mantıklı bulmuşum gibi "neden" demiyorum hiç, kırk yıllık arkadaşa mazeret bildiriyorum sanki)
-yaaaaa! kabul etmiyorum, noolur, noolur.. ayarlayın işinizi! hadiiii...
-yok, gerçekten, zaten geç kaldık biz, eve gidiyorduk.
-yaaa. bi biraa, çok sevdim ben sizi lütfen, o kadar güzel gülüyordunuz ki, bayıldım bayıldım, benimle bi bira için, noğğluur"
sel araya girdi:
-çok teşekkür ederiz nazik teklifiniz için, gerçekten. ama bekleyenimiz var....
(kedi demedik kadına, "bekleyenimiz var" dedik. kedi desek, kadın paçaya yapışıp, yine de bırakmayacak gibiydi.)
-ama telefon edin, ayarlayın! yapabilirsiniz, hadiii.... (kedi demediğimiz burdan belli zaten, telefon edip ayarlayın diyor kadın, bende makaralar zaten gevşek, iyice gülme geliyor)
-valla imkan yok, çok geciktik zaten
-kabul etmiyorum, lütfenn. hadi, bi bira. siz berabersiniz, ben yalnızım, çok güzel eğleniyordunuz, böyle insanlar yok etrafta, ben bayıldım size, gülmenize.... lüüütfeenn, kırmayın beni.
ay valla böyle
dakikalar oldu, kadın sanırsın senelerdir izini kaybettiği akrabasını bulmuş, öyle yalvarıyor. bayılmışmış bize, çok güzel gülüyormuşuz, dikkatini çekmiş, eğlenceliymişiz, bize katılsınmış, bira ısmarlasınmış....
olacak gibi değil,kestirip attım:
-başka sefer inşallah, bu sefer gerçekten imkan yok.
8))) anacım neyin başka seferi, kadın kim, nerden geldi, nereye gidiyor belli değil. hangi başka sefer?
ama dedim.
en kibar ve terbiyeli (bana terbiyesiz diyenler utansın!) halimle:
-başka sefere inşallah, dedim.

kadını öyle üzüntülü, hayal kırıklığına uğramış, hatta küsmüs diyeceğim bir halde yolun ortasında bırakıp (elâlemin kadını ama.. insan yine de bırakıp giderken bi mahcubiyet hissediyor) koşar adım uzaklaştık.

ve
evde kedi bekliyor olmasaydı gerçekten de kadının teklifini kabul ederdik, evet.
eh ne diyelim.
kısmet!
8)