13 Eylül 2010 Pazartesi

zaten

dev adamlar yenildi,
tatil bitti,
sandıktan da hayırlı bişey çıkmadı!
e annemler de bugün Antalya'ya gidiyor.
hatta artık en fazla 1-2 ay Ankara'da kaldıklarına göre onlarınkine gidiyor denmez, "dönüyor" denir.
yaz bitiyor,
evimden de taşınıyorum,
zaten bir kedim de yok 8(

ööffff.....

31 Ağustos 2010 Salı

evren!

sana diyorum.
ve hatta "evrenden her istediğini alırsın"cılar, size de duyuruyorum.
işte ayan beyan da yazıyorum, gayet de net:
150 milyar istiyorum ve bir an önce istiyorum.
sipariş mi etmem gerekiyor, ettim işte.
hadi bekliyorum.
harcama konusunda zaten plan program gereksiz.
gideceği yer net.
bak fazlasında da gözüm yok ha!
150'yi ver ama.
secret'tır, kuantum'tur, evren'dir...
artık her ne haltsa.
duy.
yolla.
bekliyorum.
8(

26 Ağustos 2010 Perşembe

sıkıldım.

"değişim" istiyorum.
hemen!
8(

12 Ağustos 2010 Perşembe

ay yok yazmıycam

sıkıldım sayfada "yapılmamış bir görev gibi" durup beni rahatsız eden "yazarım bi" ifadesinden.
yok yazasım.
yazmıycam.
onu demeye geldim.
oh beee...

2 Ağustos 2010 Pazartesi

evet gitmiştim, evet geldim.

yazarım bi
8)
not: yazacak da pek mühim bişey var sanki. peeeh!!!

23 Temmuz 2010 Cuma

göz-lük

benim maddelerden biriydi
12 senedir yenilenmeyen gözlüğüm ve çerçevesi yenilecekti hani.
hah işte, onu bi halledeyim bari dedim.
tee zamanından bildiğim kadarıyla da zaten ssk bir miktar karşılıyor bu numaralı cam ve çerçeve ücretini.
e ben de 12 senedir talepkar olmamışım.
bana verecek bi parası vardır dedim.
en ucuzundan bi çerçeve ile cam alayım da, hem yedek olsun, hem de artık yosun bağlayan, kenarında köşesinde canlı organizmalar oluşan tarihi çerçevem değişsin dedim.

doktor reçete yazsın diye 29 lira ödedim.
yazığı reçeteyi gözlükçüye götürdüm.
ve öğrendim!
benim tanesi 150 lira olan gözlük camlarım için toplam 20 lira,
çerçeve alabilmem için de 30 lira civarında bir "destek çıkıyormuş" devletim bana!
şişe dibi camlarım inceltilmiş olunca ikisi 300 lira tutuyor.
mecburen de iki tane almam lazım, bi düşündüm tek cam işime yarar mı diye
pek randuman alacakmışım gibi gelmedi.
göz dediğin de kanaatkar değil ki anacım şunu dönüşümlü kullansınlar, bi biri - bi biri.

%40 inceltilmiş cam bu bahsettiğim.
varsın şişe dibi olsun dedim.
neticede sel kişisi beni her halimle beğenmiyor mu?
şişe diplerini takınca aile saadetim mi bozulacak?
nedir yani!
sordum:
%30 inceltilmiş olursa tanesi 75 liraymış.
eder çift cam 150.
inceltme yüzdesi ile ücret arasındaki ters orantı beni bi umutlandırdı:
len %10 inceltilmiş olsa denk gelir miyiz ki diye düşündüm ama
gözlükçü "bu numaralarda inceltilmemiş bulunmuyor" dedi bana.
sensin kör! diyecektim, nezaket bende kalsın diye sustum.

yani,
en az 150 lira tutacak olan camlarım için devlet bana 20 lira veriyor.
çerçeve için verdiği 30 liraya da sanırım bir gözlükçüden çerçeve bulamıyorum. zira sorduğum yerde en ucuz 100 dediler.
babam "ulusta, yakın gözlükleri 5-10 liraya satıyorlar, alalım onlardan, ona cam taktırırız, çerçeveden kurtulursun" dedi, çok mantıklı geldi.
evet 5-10 liraya pazardan çerçeve alabilirim.
neticede camı tutacak bişey işte, tutsun yeter.
devletin 30 lirası da kendine kalır hem.
de,
miyoplar için cam satan bi pazar bilen var mı yahu!

püüff..

14 Temmuz 2010 Çarşamba

bence normal.

ne olmuş yani.
çok mu tuhaf.
hem temizlenmiş olsun, hem canlı olsun isteyemez miyiz?

hem tok duralım, hem kilo verelim,
hem kıçımızı kaldırmayalım, hem spor yapmış gibi olalım,
hem çalışmayalım hem zengin olalım,
hem zahmetsiz olsun hem az bulunsun,
hem zeki olsun hem anlamasın,
hem çabuk olsun, hem beklediğimize değsin istemiyor muyuz?
şarkısı bile vardı hani:
"sevgilimden ayrılmadan hergün yeni aşk yaşasam!"
bu durumda
hem canlı olsun, hem temizlenmiş olsun isteyebiliriz.
ben isterim yani.
sizi bilmem.
imza:
yurdumsaklambacı

13 Temmuz 2010 Salı

liste vardı ya...

hani şunları şunları yapacam diye kendimi gaza getirmek için hazırladığım liste...
hala tamamlanmadı 8(

anladım ben liste ile çözüm yolu buraya kadarmış.
yapılan o 3-5 iş yanıma kar kaldı tabi.
evet belki balkon yine kirli ama, en azından perdeler, "en azından" 1 sene daha çıkmaz yerinden 8)
şimdiki fikrim ecemin bahsettiği gibi bir yapılacaklar kavanozu.
3-5 işi de kavanozdan halletsem ne ala.

listede yazılı olup da üstü karalanan son şey "araba alınacak" maddesi olmuştu.
aradığımız özelliklerdeki ve fiyat aralığındaki bir arabayı karadeniz ereğliden bulup, gidip oradan almıştık.
gitmesi alması sorun değildi de,
ruhsat ve plaka değiştirme işleri beni cinnetin sınırında tuttu.
esas onu not etmeliymişim listeye!
evet çok kolay sinirleniyorum.
yani "kolay" diyorlar.
ama iki gün üstüste izin almam gerekip, sonunda "yarın gene gelin" lafını duyunca
ki bunu duymak için de onlarca adam ile temas halinde, yüz derece sıcaklıktaki, oksijensiz bir alanda saatler harcamış olunca, ayarım bozuluyor benim.
neyse.
ben tekrar gitmeyi kesinlikle reddettiğim için
sel halletti ertesi günkü işi.
plakayı damgalayan polisin müstehzi gülümsemesini saymazsak pek canı sıkılmamış.
(polis de haklı bir yerde. zira plaka tastamam kadın plakası. bir makyaj malzemesi adı 8))
onun "boyundaki" bir "adam"ın o keşmekeşte bulunması ile benim "boyumdaki" bir "kadın"ın o keşmekeşte bulunması arasındaki farkı da kendisine ilettim ki anlayış göstersin.

yani diyeceğim o ki,
liste bayatladı sanırım.
bir dahaki girişimde bir "son kullanma tarihi" eklemem gerektiğini anladım böylece.

6 Temmuz 2010 Salı

düşünceler

böyle uzun uzun, hani kısayken bile uzun görünen biçimli tırnaklar vardır ya, keşke onlardan olsaydı bende de istedim.
çünkü o zaman "yersem şimdi güdük güdük ne biçim iğrenç durur, oje moje de yakışmaz" diye düşünmeden, rahat rahat kemirebilirdim uzattığım tırnaklarımı 8)
evet, gerekçem biraz tuhaf ama gerçekten sırf bu yüzden istedim biçimli uzun tırnaklarım olmasını
tırnak yemek için 8)
rahatça kemirebileceğim 5 çift tırnak ile,
evde, turuncu kanepenin üzerinde,
yanımdaki sehpada çay kahve ile,
üzerimde de bi şort ve penye,
afedersiniz südyen müdyen de fora vaziyette,
öyle rahaaaaat rahaat oturup kitap okumak istedim.
şu an, şu yukarda tarif ettiğim an ve mekana beni ışınlayabilecek bir teknoloji için mal varlığımı (ki farkındayım pek cüzi bişey, ama çok veren maldan, az veren candan derler) vermeye hazırım.
ve bu sebeple
tabii ki
üüüffffff durumundayım.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

adaptasyon başarıyla gerçekleşti!

çok afedersiniz ama komik bir milletiz.
en azından "komik olabilen" diyeyim.
katılımcısı olamadığımız dünya kupası başlayana kadar çoğumuzun haberinin olmadığı, adını duysak yeni bir cins sokucu böcük sanabileceğimiz vuvuzela zamazingosuna hemencecik ısındık.
böylece, haberlere ve yorumlara bakarsak eğer, milletçe tiksindiğimiz bir şeye ısınmış olduk.
tribünlerimizde ilk vuvuzela kavgası yaşanmış, şükürler olsun.
öncesinde, vuvuzela yüzünden kıçına terlik yiyen epeyce çocuk olmuştur zannımca ama (marketlerde 3-5 parça bilmemne marka bişey alana vuvuzela verildiğine rastladım zira) içine polis karıştıran ilk olay demek ki bu:
beylikbağı spor klübünce organize edilen geleneksel futbol turnuvasında, hisarcıklıspor ile girbay sürücü kursu takımları arasındaki maçın 75. dakikasında, haberde hangi takımın taraftarı olduğu belirtilmeyen iki taraftar vuvuzela öttürmüş. (haber çaldı diyor ama çalmaktan ziyade öttürülen bişey olduğunu düşündüğüm için böyle söylemeyi uygun buldum) sesten rahatsız olan bazı taraftarlar ise (yine hangi takım olduğu yazmıyor. bence aynı takım taraftarları olması da kuvvetle muhtemel) gençleri uyarmış. öttürmeye doyulamadığı söylenen bu illet boru hakikaten pek zevkli bir tezahürat aracı olmalı ki, gençler ısrar edince tartışma çıkmış. tartışmanın büyümesi üzerine diyor haber, ne şekilde büyüdü, o vuvuzela'lar kaç kişinin kafasına indi, kimlerin kulağına inatla öttürüldü, zor kullanılarak ellerinden vuvuzellaları alınan gençlere ve o vuvuzela'lara ne yapıldı bilemiyorum ama sonuçta "tartışmanın büyümesi üzerine" başlayan kavga tribünden sahaya taşmış. garibim futbolcular kavgayı ayırmaya çalıştılarsa da başarılı olamamışlar ve olay polisin biber gazı sıkmasıyla sonuçlanmış.
allah aşkına bi söyleyin ya,
beylikbağısporklübü
hisarcıklıspor
girbaysürücükursutakımı
vuvuzela
polis
bibergazı
tüm bunları aynı haberde okuma eğlenceli değil mi?
8)

23 Haziran 2010 Çarşamba

şükürler olsun! erdim ben!

zaman zaman bi tuhaflık, bi değişiklik hissetmedim değil.
ama insan kendine konduramıyor tabi.
ama oldu işte.
erdim!
yani ermişim!

yoksa en uydurmasyon haberimin gerçekleşmesini nasıl açıklayabiliriz, öyle değil mi?
8)
hahay korkun benden.
zira ben bile korktum benden.
anacım bi bakın da söyleyin ama
hani ben şurda yazdım ya ezelle bihtergillerin yolu kesişiyor diye
demedim mi ednan dayıya koşacak diye
buyur bu ne
yaaa..
yaaaa...
dayının karşısına ednan çıkıyor muymuş, çıkmıyor muymuş
demek bana malum olmuş.
gerçi bi nebze burkulmadım değil
madem erecektim, cenabül rabbül alemin bana başka bi işaret yollasaydı da olurdu
ama hikmetinden sual olunmaz, bunu yakıştırmış.
o da olur.

şimdiii..
yeni haberimi yazmadan önce biraz istirahate çekilmek isterim.
malum artık bu saatten sonra yazacaklarıma dikkat etmem lazım.
önerileriniz felan varsa peçeteyle.. ya da ne biliyim artık bu işin raconu neyse o şekilde iletiverin bana.
çekinmeyin.
yazarım,
olur.
8)

18 Haziran 2010 Cuma

yepisyeni ankaralogosu


malum.
ankaranın yeni logosu görücüye çıktı.

şekil1: yeni ankara logosu
(bu laf bi anda nasıl saçma geldi anlatamam. olmuş bitmiş iş, görücüsü mü kalmış. gördük beğenmedik diyelim şekerimizi alıp kalkıcaz mı? görücüymüş. laf!)
kedi komuşlar.
hem siyahını hem beyazını yapmışlar.
hoş ankara kedisi siyah olmaz ama, olsun varsın.
gözleri de renkli yapmışlar, amenna.
tüyleri uzun mu değil mi artık onu göremiyoruz, logo kafayı temsil eden bi yuvarlaktan ibaret.
kulak-kaş bile koymamışlar.
neyse artık.
koymadıklarına değil de, koyduklarına takıldım biraz.
kedi hayvanına hayran olan, herhangi bi kedinin herhangi bir yerini hiç çekinmeden öpüp mıncıklayacak kadar bu yaratıklara meftun olan biri olarak-e bi de ankaralıyız tabi- itirazımı dile getirmek istedim.
şimdi buradan basın aracılığıyla huzurlarınızda sayın belediye logocularına sesleniyorum:
öhöm...
sayın belediye logocuları;
kedi gözü öyledir evet ama kedi ağzı öyle olmaz kardeşim.
kırmızı dudak çizeydiniz bari, bu ne la!
kedi dediğin şeyin bıyığı vardır.
kadın erkek çoluk çocuk fark etmez, hepsi bıyıklıdır bu mahlukatın.
bak sakallı olsa da onu koymasan anlıyım, hadi belediye resmî yer, sakal olmaz dedin diyeyim.
ama bıyık yahu!
senin belediyenin olmazolasıca başkanında bile var bıyık.
kediden niye kestiniz?
ayıp!
allah bilir bu logo için bi dünya da para almışınızdır.
şimdi iki bıyık çizmeye de para istersiniz siz.
içim elvermez, belediyemin parası cebinde kalsın.
ben kendi elcağızımla düzelttim sizin logoyu.
ekstradan bi de kuyruk koydum, hadi iyisiniz.
para mara da istemiyorum ha.
maksat kedi hakları yenmesin.
hadi öperim
saygılarımla
imza:
saklambaç


şekil 2: bizzat düzenlediğim en yeni ankara logosu

17 Haziran 2010 Perşembe

müşkül durumlar

* aşırı bi uykum var. şu an bilgisayar başında ve dahi işimin başında çalışıyor görüntüsünde olsam da "bir kısmım" uyudu. arkadaşa "ekmek arası nescafe mi yapsam ne yapsam" diye mail attım, güldü. oysaki ekmek arası olmasa bile en azından 2 kaşık yesem mi diye düşünmüştüm. sek!

* aman bu çok moda şimdi diye ne zamandır kaçıp durduğum bi kitabı aldım neden sonra. almaz olaydım. içimi nasıl bir kararttı, ruhumu sıkıştırdı, nefesimi daralttı anlatamam. bi yandan da merak ediyorum. öğlen okudum yetmedi tabi. daha da beter yerde kaldım. şimdi kitap masamın üstünde bana azap veriyor. çaktırmadan kucağıma mı koysam, bluzun altına sokup tuvalete mi götürsem de okusam bilemiyorum.

*kardiş aradı, onunla konuşurken bahçeye çıktım. ağaç altında durdum. üstüme böcük mü yağdı, ağaçtan bit pire sinek mi düştü bilmiyorum ama bi kaşıntı geldi üstüme. saçımı başımı dağıtıp, elimi yüzümü yıkayıp, üstümü başımı soyunmak istiyorum.

*bilgisayarın açılış şifresinin süresi dolmuş, "değiştirmek için son 14 gün"den başladı her açılışta geri saydı garibim. her seferinde "taaam taaam sonra değiştirecin" dedim geçtim. şimdi bugün illa mutlaka değiştirmem gerekiyor. biliyorum çok saçma, salakça ama dert oluyor üstüme. yeni şifre ne koyucam ben yaa.. her gün daha işe gelir gelmez bismillah yazdığım bişey. sevimli pozitif bişey olması lazım kanaatindeyim. sonra olur da biri ben yokken bişeye ihtiyaç duyar da açmak için arayıp şifre soracak olursa da rezil olmadan söyleyebileceğim bişey olması lazım. ay ne yapayım ben şifreyi. üf.

*yazacak başka madde bulamadım. gelmedi aklıma. bu da müşkül durum sayılır mı 8)

16 Haziran 2010 Çarşamba

bizzat tecrübe ettim ve sonuç!

şu aşağıdaki mevzu ile ilgili olarak bi deneysel çalışma yapayım dedim.
(evet şu an işim yok ve evet çok sıkılıyorum)
görev şu:
sel aranacak, elden geldiğince çocuksu konuşulacak, tepki ölçülecek.

nasıl konuşacağım ile ilgili önce kendi kendime 3-5 cümle sarfettim.
alıştırma babından.
pek de beceremedim galiba
şimdi açık konuşayım o da bi beceriymiş.
sadece sesini inceltmeye, küçültmeye çalışmakla, r yerine y kullanmakla etkili sonuç alınamıyormuş.
pes etmedim.
artık olduğu kadar olsun dedim, elime telefonu aldım dışarı çıktım.
birinin beni duyamayacağı kadar uzaklaştım sosyal alandan ki ele güne rezil olmayayım.

zıırr..
-efendim?
-kociişş..
-?!!.. efendim canım?
-müsaitmisin? (ilk fire. müsait misin sorusu kafası bişeye basmayan bebek kadınlar için uygun bir soru değil ki.. oysa önceden o telefonu açar açmaz en cıvık sesimle, müsait olup olmadığına bakmaksızın yılışık biçimde "yaapooşuunn?" demeyi hesaplamıştım.)
-müsaitim, söyle?
-eee.... akşam beni çarşıya götürsene? gözlük alıcam. (buyur! oldu mu bu şimdi. birincisi götür dedim, götüy demedim, ikincisi "gözlük alıcam" ne demek, göşlük aaşana bana, göslük âl kayıcığına falan demeliydim)
-tamam gideriz.
-eeee.. (burada çocukça bi tonlamayla bişeyler söylemek için zaman kazanmaya çalışıyorum ama aklıma hiçbişey gelmiyor) gidelim tamam mıııı?

ve sel'in beni hayalkırıklığına uğratan cevabı geliyor?
-sen ağlıyor musun?
!!!!

bana "sen ağlıyor musun" dedi yaa!!
bi mana veremediği salak konuşmama bakıp ağlıyor musun! diye sordu!

pes!
-e yok. yarım nezle oldum da ondan, dedim. sol tarafım nezle.
gerçekten de sürekli olarak hapşuracakmış da hapşuramamış bir hissiyat içindeyim.
sol tarafım nezle, sağ tarafta tık yok.
yapmaya çalıştığım tuhaf konuşma vurgusu, bu yarım nezle halimle de birleşince demek ki hastalıklıyım izlenimi oluşturdu adamda!
-ee tamam o zaman, hadi görüşürüz.
-görüşürüz.

budur yani.
"alışmadık kıçta don durmaz" derler bir laf vardır hani.
durumum aynen bu.
8)

15 Haziran 2010 Salı

yeden ayamadın kocacik?

mermerleri döve döve, tokatlaya tokatlaya yıllarca çalışan, elleri fırıncı küreği gibi olan tokatçılar varmış ya Osmanlıda.
bildiniz mi?
hah işte onlar tarafından şöyle kaba etlerine doğru sağlam bir tokadı hak ediyor bunlar.
öyle ki arkadan o tokadı yiyince öne doğru 5 metre uçup, dizüstü kapaklansınlar da, oturup zırıl zırıl ağlasınlar.
gerçi ona da tahammül edilmez ha!
"uf oldu" diye yeri göğü inletir bunlar.
olmaz olasıcalar!

kimler mi?
şeyler işte, "kocasıyla konuşurken çocuk sesi çıkartan, çocuk tonlaması, vurgusu, konuşması-konuşamaması yapan kendi gelişmiş, beyni ruhu gelişememiş gelişemeyesice kadınlar"
allahım sen bunları nasıl yarattın, nelerini eksik kodun (tövbe haşa!) yarebbim?
deli olacam, ay valla tiksiniyorum, tahammülüm yok, zorla değil ya!

len kocan o senin!
sen mi manyaksın adam mı sapık?
çocuklara meyilli de, ele güne ayıp olmasın diye seni mi kakaladılar?
niye yarım cümlelerle, eksik harflerle, hastalıklı bir vurguyla konuşuyorsun?
sevimli mi oluyorsun, şirinlik mi bu, bak ben o kadar masumum ki, kafam daha 3 yaş civarı iması mı?
bilen varsa ne olur bi anlatsın, hatta bunu sevimli bulan varsa bi izah etsin bana ne olur.
onlar mutlu evliliğin formülünü bulmuş da ben mi yaya kalmışım.
dudaklarımı uzatıp salakmış gibi ses çıkartırsam, cümleleri yarım bırakırsam ne kazanırım?
yok mu bilen?
3 tane 5 tane değil bunlar.
cahili var eğitimlisi, güzeli var çirkini,
20'lik olanı var 40'a dayananı, çıtırı var -allah sizi inandırsın- kazulet gibi olanı!
yok mu gören?
ayyhhh...!

14 Haziran 2010 Pazartesi

sonuçsal durum değerlendirmesi

bildireyim.
listedeki durum şu:
kıyafetler ve ayakkabılar henüz ayıklanmadı
perdeler yıkandı
bitkiler saksı değiştirmedi
duvar boyanmadı
halı yıkamaya verilmedi
baharat dolabı temizlendi
banyo dolabı çekmecesi temizlendi
cdlik alındı cdler nispeten toparlandı
balkonlardan biri temizlendi.
kışlık kazaklar vakumlu torbaya kaldırıldı
göz doktoruna gidilmedi
bilgisayardaki resim dosyaları düzenlenmedi.
sadece şirket bilgisayarından çerçey resimleri toparlanıp yedeklendi.
hobi malzemeleri olduğu gibi duruyor
kitap rafı alındı, yetersiz de olsa, en azından bi göz şenliği sağlandı.
şekersiz çaya henüz alışılamamış olsa da, şekersiz içmeye devam ediyorum
almayı düşündüğümüz araba da ne mene bi şeyse, doğru dürüst bi ilan çıkmadığından hala alamadık bişey.

eh.. hiç yoktan iyi yani.
ve
bahsettiğim uzun kot elbiseyi de aldım.
giydim de.
hatta az evel bahçeye çıktığımda kız çocuklarından biri "elbiseniz çok güzel" dedi bana 8)
7-8 yaşlarındaki tanımadığım bir kız çocuktan iltifat almak çok eğlenceliymiş.
sevindim.

(bi çeşit okul gezisi herhalde. şirkette şu an özel bir kolej öğrencilerinden olan 100 küsur ilkokul çocuğu dolaşıyor. bahçe masasının üstünde küçük bir dağ oluşturan yüzlerce topkek ve meyve suyu yığını ise an be an azalmakta. heryer cıvılcıvıl. ve neredeyse bunaltıcı 8)
kız çocuklar etrafı süzerken oğlanlar çimenlerin üstünde top oynuyor.
kedi ise sanırım saklandı)
8)

son dakika:
öğretmenleri şimdi "hadi gidiyoruz, hadi yavrum, hadi kızım" diyerek kalabalığı toplama çalışıyor.
kek kaldı mı ki 8)))

11 Haziran 2010 Cuma

Bihter Ziyagil ile Ezel Bayraktar arasındaki büyük sır! yollar kesişiyor!

geeel, gel.
gel bakalım yabancı okuyucu..
Nooldu, canım benim?
Şaşırdın!
8)
bihter dedin, ezel dedin, sır dedin, kesişme miii dedin, geldin.
anacım allasen ne okuyacağını sanıyordun bi söylesene, kurban olayım?
behlüle hırslanan bihter, eyşana hırslanan ezelle mercimeği fırına verecek de
ednanım da "daaayıııı" diye ramize koşacak mı sanıyordun?
hıı?
yaaa yaaa..
ava giderken avlandın değil mi?
denek oldun bak.
ne deneği mi?
şu:
bir yazının okunmasında başlığın önemi.

test yapıyorum ben şimdi.
bu birincisi.
dur dedim afilli bir başlık atayım da, en magazinel olanından, bakalım okuyucu sayısında değişiklik olacak mı?
e gazetede de okudum ki bugünün bihteri olan dünün kız çocuğu birkaç yılda servet edinmiş ki öyle böyle değil.
bir talep bir talep.
dedim madem talep bunlarda, du bakalım ben bu menşurları başlık yapayım da bizzat gözlemleyeyim reytingdeki değişimi.
hahay, şaşırdın mı?
8))

e ama bura kadar gelmişsin, eli boş göndermeyeyim seni.
bak senin için güssel bi resim yaptım elcağızımla, kısıtlı imkanlarımla.
arkamdaki arkadaşın ekranımda abuk subuk uğraşlar görüp benden tiksinmesini bile göze aldım, evet.
gitmeden önce ona bak bari, pek de yakışmadılar ama idare et.
bu iyiliğimi de unutma.
çıkarken de göz bebeğini okut kapıdaki cihaza.
tanıyım seni bi dahaki gelişinde.
hadi
selametle.
8)

10 Haziran 2010 Perşembe

yımırtalar-sezon finali

ahım tuttu herhal.
benim de pek bişeyim tutmaz ama
tutacağı varmış demek ki.
sahipsiz çıktı o yımırtalar.
geleni-gideni-soranı-üstüne oturanı yok.
bu saatten sonra da ben alıp üstüne oturamayacağıma göre
işleri bitti!
demek hakikaten istenmeyen yumurtaydı bu.
süpriz yumurta 8)
gidip kafe tuvaletinde doğuran kadınlar gibi
uçarken bi anda yumurtlayası geldi kadının-ki kadın dediğim güvercin.
bizim pis balkon dikkatini çekti,
yumurtladı gitti.
öbürü de artık başka bi cins belli ki.
bu sahipsiz yumurtayı gören başka bi gariban kuş da cami avlusu mantığıyla geldi, kendi yumurtasını bıraktı gitti.
başka mantıklı bi açıklama bulamadım ben.
olsa olsa böyle olmuştur.

o kadar söylendim, vay pisliktir, vay şudur budur diye ama
sahipsiz o yavrucaklar da pek dokundu bana şimdi.
çerçöpün üstünde yanyana duran terkedilmiş iki kader ortağı...
yazık yaavv..

9 Haziran 2010 Çarşamba

görmemişin puanı olmuş....

şimdi bizim maaşlarımız bankaya yatıyor ya,
şirket anlaştığı bankayı değiştirmiş
o bankaya değil öbürüne yatacak artık dediler.
bu vesileyle de banka, arayıp bulamadığı kredi kartı kakalama avantajını elde etmiş oldu tabi.
dediler ki bize kredi kartı da gelecek o bankadan.
puan da yükleyecekler.
istemeyenler varsa da artık puanı falan kullanıp iptal ettirsin.
kendim şahsen zaten bundan 5 sene önceye kadar kredi kartı sahibi de olmamış, olduktan sonra da tek kartla yetinip, başka bir kart almamış bir insanım.
bi tane kartım var.
dı, yani.
şimdi bu banka değişimi sebebiyle bi tane daha ittirdiler.
iyi dedim.
madem puan yükleyecekler, çorap morap alırım ben onla, sonra da kullanmam.
5 lera mı yüklerler 10 lera mı bilemedim tabi.
olsun, bi çorap parası olur herhal dedimdi.

şimdi giriş bölümü böyle.
neyin giriş bölümü mü?
şeyin işte, ben bi "tüketim çılgını olma, her beğendiğini alma" psikolojisine girmeye niyet ettim de, o neden oldu onu anlatmaya çalışıyorum.
benim bu 5-10 lira canıma minnet diye baktığım puan olayında meğer daha büyük rakamlar söz konusuymuş.
ne bileyim ben, şimdiye kadar bi sürü banka değiştirdik hiç birinde bi kuruş hoşgeldin parası görmediydik.
bu canım ciğerim bankam meğer bizlere bir çorap parası değil, bi-iki üstbaş parası edecek kadar puan yatırmış.

şimdi biz o puanları görünce ağzımız kulaklarımızla fiyonk oldu.
beklemiyoruz ya.
alllaaaaa... havadan para! harcarım ben bunu hemencecik oh oh oh... moduna girdik.
mutluyuz mesuduz.

gelgelelim,
bütün bir hafta sonu çarşıpazar, alışveriş merkezi, cadde sokak dolaştık.
dolaştık...
ben bişey alamadım iyi mi!
ay alamıyorum!
hayır param var harcamaya niyetlendiğim,
gayretim de var
konsantrasyonum da tam
ama olmuyor!
ona bakıyorum: "amaan ne gerek var"
buna bakıyorum "ay eder mi o kadar para!"
berikini elliyorum: "e ben bunu sosyeteden falan alırım ki.."
ötekine gidiyorum: "cık! etmez!"
alamadım.
ala ala sel kişisine bi keten gömlek aldık, o!
ha bi de küçük bi kitap rafı.
8)

gözün tok dedi sel bana.
ama alasım var, dedim.
ama karakterin elvermiyor fuzuli para harcamaya dedi.

neyse işte, puanlar kaçmıyor ya,
beğendiğim bişey çıkar, alırım elbet dedim.
dedim de,
havadan gelen puanları ilk görüp de "alllaaaaa... tüketiiiiimmmm.." diye ani bir şuursuzlaşma yaşama evresi kısa sürüyormuş.
ben de öyle oldu ya da.
misal dün sel'in işinin bitmesini beklerken dolaştığım çarşı-pazar bölgesinde pek de hoşuma giden uup uuuzun bir kot elbise buldum.
cüce bir kimse olduğumdan, bu uzun elbiseyi uzuun topuklu ayakkaplarla giyerek çevre üzerinde ilüzyon yaratırım, selvi gibi görünürüm diyerek de pek hoşlandım.
fiyatını sordum, ucuzcu bi yerdi zaten, e puanlarım da yetiyor.
ama alamadım.
valla alamadım!
zira içimdeki tutumlu saklambaç "len eder mi ki bu elbise bu kadar" diye karşı atak yaptı.
dış saklambaç "ama puaaann.. "diye savunmaya geçecekti ki
iç saklambaç "kızım o da para değil mi, puan muan, bi bak, dolaş, daha ucuzunu bulursan ya" diye susturdu onu.
tartışmayı uzatmadım.
cebimde puanlarla çıktım tükkandan.
sonra sel'le buluşunca, ondan medet umdum.
elbiseyi gösteririm, fiyatı da söylerim
o da "yav, var işte paran, güzelmiş, al hadi" diye ısrar eder dedim ama
sel kişisinin kocalık yapacağı tuttu:
"bu straplez ama!" dedi.
değil.
straplez!
ya işte boyundan bağı var bak.
straplez!

ama vazgeçmedim.
hafta sonu annemle mi çıksam acaba?
alsam mı düz renk bi uzun elbise?
puanım var yaaaa....

8 Haziran 2010 Salı

pişiririm çocuklarınızı!! Yeter bee!

evet ağırdan aldım.
ağırdan aldık yani.
sel ağırdan aldı daha doğrusu.
mutfak balkonunu diyorum.
güvercinlerin evini yani.
temizleyemedik pazar günü.
sel temizlerim ben demişti, girişemedik.
zaten yağmurdan-doludan fırsat da olmazdı ama evde de değildik.
akşam gibi bir sabaha uyanıp, akşam yemeği yer gibi ışık açarak kahvaltı ettikten sonra dışarı attık kendimizi.
hava soğuk değil, deli gibi yağmur da var, kaçırmayalım istedik.
hem alıştırverişir, mal-para takası falan da lazım..
balkon kaldı öyle.
kaçmıyordu ya.
yaaaa...
yaaa..
balkon kaçmadı kaçmasına da,
ne ara görüşüp anlaştılarsa
yeni kiracılar damlamış.
kabus gibi yaaaa!!
öbürlerinin yapıp bıraktığı yuvada, bu sabah 2 yumurta vardı.

lan belamısınız olm!!!
ne ara geldin, ne ara çıkarttın o yuvarlakları len!
ne bu!
yumurtalardan biri normal güvercin yumurtası
diğeri bıldırcın yumurtası mıdır nedir, o boyda.
ne biçim, ne çirkin ilişkiler bunlar!
kimden o yumurta!
kimsiniiiz!!!

ay deli olacin.
yo valla bu sefer izin yok.
sel "tamam temizleriz balkonu, o kısma dokunmayalım, gerisini temizleyelim, artık oturacaksa otursun" dedi.
oh ne ala
balkonu arz ettiğimiz gibi, bi de hijyenlerini de sağlayalım!
sebep?
sıçıp batırdıkları balkon, yeni kabahatlere hazır duruma gelsin!
üf beee.

bak, buradan yerel basın aracılığı ile sana sesleniyorum güvercin alemi.
sözüm sana!
kimden peydahladığın belli olmayan o 1.5 yumurtayı kırar yerim, o yuva yerine de sahanı bırakırım ki bir sonraki sefere zahmet olmasın.
yeter ya!
yeter ama!

4 Haziran 2010 Cuma

evsel durumlar

fena gitmiyorum.
çekmeceler, baharat dolabı ve balkon temizliği tamamdır
balkona masa da aldık.
perdeler de yıkandı, asıldı.
sel perdeleri söküp çıkartırken, sonra da asarken benim rahat rahat tv karşısında oturuyor olmam, işlerin içeriği konusunda biraz şüphe yarattı onda tabi.
bütün işleri listeledim, hepsi bitecek diye dolanıp duran ve
perdeleri sök
perdeleri as
gel çekmeceleri beraber temizleyelim
hadi balkonu yıkamama yardım et
masa almamız lazım
sel şu saksıları değiştir, falan diyip duruyorum.
-tek başına yapacağın bir iş var mı listede? diye sordu haklı olarak.
listeyi tek başıma yaptım ya, daha ne!


mutfak balkonundaki yavru güvercinlerden biri 3 gün önce uçtu.
zaten o diğerinden önce yumurtlanmıştı, ve daha iriydi.
tam manasıyla güvercin olmayı başaramamış, henüz güverCİK kıvamındaki diğer bebe ise bana dert oldu.
zaten annesi her geldiğinde, büyük olan, kadını işgal edip tekeline alıyordu, bu salak civ civ diye boşa geziniyordu ortada.
büyük yavrunun uçmayı başarıp bunun tek başına pislik içindeki balkonda mahsur kaldığını fark ettiğimde telaşa kapıldım: ya annesi artık gelmezse de bu aç bilaç ölüp giderse burada?
ekmek kırıntısı, bulgur mulgur atıp su da koyuyordum balkona ama, öyle sanıyorum yemeyi beceremiyordu.
dedim ya dert oldu bana.
bir yandan da aileye güvenmek istiyorum, çocuklarını bırakmazlar diye.
zaten görüp görülebilecek en aşk dolu çiftti bunların anne babası.
yahu saatlerce pencere önünde öpüşülüp koklaşılır mı!
boynunu didikle, ensesini ayıkla, gagasını gıdıkla.....
pes!


neyse uzatmayayım.
galiba dün bizim güvercik de uçmuş.
yok balkonda.
bakabildiğim kadar baktım, görmedim.
bakabildiğim kadar diyorum zira balkona tam manasıyla çıkabilmek mümkün değil, pislik tahmin edebileceğinizden fazla.
parmak ucuyla bulabildiğim en makul yere basıp, kapı kenarına da tutunup, olabildiğince uzanıp kontrol ettim sağı solu, yok.
bişeylerin altında falan ölüp kalmamıştır di mi?
hayır o çelimsiz haliyle uçmayı başarmış olabilmesine de hayret ediyorum ama
birilerinin bunu kaçırmış olması daha az bir ihtimal olduğundan
uçup gittiğine inanmak istiyorum.

bu sabah kalkar kalkmaz yine baktım.
zira büyük kardeş uçup gittikten sonra bile kahvaltı için geri gelmişti balkona.
onu kardeşinin yanında otururken görünce nasıl sevindim, yalnızlıktan kurtuldu bizim güvercik diye.
kardeşi de takdir ettim.
daha önce "bana bak, senin edepsizliğin, cevvalliğin yüzünden bu ölür giderse, and olsun bulurum seni, vururum ona göre" diye göz dağı vermiştim kendisine.
hatta resmini çekip "aha da artık bi yere kaçaman, resmin var elimde" diye korkutmuştum.
işe yaramış olacak, kardeşinin yanında oturmuşken gördüm sonra işte.
çok sevinmiştim.
ama bu sabah yoklardı.
hiçbiri.
balkonun yanındaki pencerede 3 güvercin gördüm sonra.
anne-baba ve büyük kardeş olabilir ama, bizim ufaklık yoktu.
8(
ay nerde bu hayvan yaa, bi görsem rahatlıycam.
pirinç paketinden çıkan 2 dobirik kurdu özenle bardağa atıp, sonra bu yesin diye balkona bırakmış insanım ben.
sorumluluk hissediyorum tabi bir miktar
8)

27 Mayıs 2010 Perşembe

kitap dediğin yorulur mu?

her yerden kitap alabilme potansiyelim var.
bu her yer içinde bilimum havalı kitapçılar,
internette kitapyurdu,
gittigidiyor gibi ikinci el satan yerler,
sahaflar,
ve hatta ayıptır söylemesi korsancılar da var.
zamanında kütüphanelerden almışlığım da olmuştu.
ama tüm bu kitap haşırneşirliği içinde hiç bir kitabın bana yorgunum diye dert yandığını duymadım, şahit olmadım.
dile gelemiyor olmalarının da payı var tabi bunda.
ama işte her neyse, hiç bi zaman yorgunum, vay nefesim kesildi, oram buram ağrıyor demez bu kitap milleti.
gel gelelim,
ikinci el jargonu mudur nedir,
gitti gidiyordan kitap ararken karşıma sürekli bu ifade çıkıyor:
kondisyonu iyi
kondisyonu kötü
yorgun!
hadi kondisyonu anladım
her ne kadar bana gayet fiziksel aktivite gücünü, dayanıklılığı falan çağrıştırsa da
nihayetinde durum manasında kullanılmasını mantıklı buluyorum
ama
yorgun ne kardeşim!!
eski diyince bozuluyor mu bu kitap denen şey.
yaşlı de o vakit.
ihtiyar de.
ne bileyim olgun de, bişey de...
ama yorgun niye diyorsun.
okunmanın kitap üstünde yorucu bir eylem olduğu mu ifade edilmeye çalışıyor?
kaç kişi okuduysa o kadar mı yoruluyor kitap?
sesli okununca daha mı yoruluyor misal?
yatık durduysa iyi de, kitaplıkta dik vaziyette kaldıysa mı takati tükeniyor?
yatakta bıraksan geceden, dinlenme şansı da yok ki bunun.
e yorgun ne o zaman?

yok valla anlamıyorum.
saygıdan mı, sevgiden mi, adetten mi bilmem ama
kitaba "yorgun" diyemiyorum.

not olamayacak kadar alakasız bir diğer konu:
böyle diz boyu, belleri sımsıkı oturan geniş eteklerin altına kabarık jüponlar giymek moda olsun. kat kat kabarık kabarık dursunlar. kırmızı rujlar sürelim, uzun kirpiklerimizi açıp kapatalım istiyorum. moda dünyasına seslenmek istiyorum burdan:
belim kalınlaşıp da, yanlarımda can simidi olmadan
yaşına başına uymuş mu hiç, cık cık cık diye kınanacak hale gelmeden
kırmızı ruj sürebiliyor, yüksek topuklu ayakkabı giyebiliyorken
yani henüz vakit varken
lütfen o modayı geri getirebilir misiniz?
hem düşük bel sayesinde iyice kalınlaşan bellere korse satmak yoluyla yeni bir tüketim ekonomisi de oluşur, bak iyi düşünün!

26 Mayıs 2010 Çarşamba

saksağan kaskı

olan var mı?
saksağan için olmasa da normal inşaat kaskı da olsa olur.
ama bi kask lazım oldu.
meyve yemek için dışarı çıktık.
saksağan çift yine cakcakcakcak bağırmada.
kediko da yok ortada.
ne oluyor bunlara derken bir bakayım ki ne göreyim
yavru var arabaların orda.
azıcık palazlanmış ama hala uçamayan bi saksağan yavrusu.
bu gürültücü ve beceriksiz çift yavruyu yuvadan mı düşürdüler, kedi peşinde koşarken mukayyet mi olamadılar nedir...
düşmüş bebe.
bi bağırtı bi gürültü.
-ah yazıııık, ay kedo görmesin bunu valla alır intikamını, dedim.
elimdeki içi meyva dolu kağıt bardağı bir arabanın üstüne bıraktım, emin adımlarla yürüdüm saksağanbebeğin yanına.
bebe koca siyah gözleriyle şaşkın şaşkın bakıyor.
ana-baba yukarda allah ne verdiyse bağırıyor.
bir iğde ağacı vardı, bebeği alıp bunun üstüne koyayım dedim
salak şey tutunmayı bilmiyor.
şahane bi dal buldum sandım ama tepetaklak yere yuvarlandı gerzek saksi.
ebeveynler isyanda.
laf anlatmaya çalıştım:
-ya valla bişey yapacak değilim, lütfen, yardım etmeye çalışıyorum
anlamamış olacak ki, ötüş şekli daha endişe verici hale geldi.
arkadaşım seslendi:
-çete oldular, 4 kişiler. toplanıyorlar.
korktum.
yalan değil, valla korktum.
saksağanlardan biri dibimdeki lambanın üstüne konup, yuvarlak muhafazasına gagasını vurmaya başladı.
bunu az sonra bana yapmayı düşündüğü şeyin provası olarak gördüm.
saksağan yavrusunu olası bir tehlikeden korumak uğruma, bıngıldağımı saksağana deldirmek istemedim.
elimi başıma koydum, çaresiz gözlerle yavruya baktım.
salak şey öyle duruyordu düştüğü yerde, otların arasında.
çaresiz kaldım, uzaklaştım.

1.5 saat kadar sonra çıkma vaktim geliyor.
sel beni almaya geldiğinde, yavru hala oradaysa, yeni bir kurtarma girişimi tertip etmeyi düşünüyorum.
belki o tutunabileceği daha uygun bir yere koymayı başarır yavruyu.
oldu oldu,
olmadı yok yere saksağan kinine maruz kalıp, düşmanlık kazandık demektir.
kediye yaptıklarını gördük.
intikam duyguları kabarırsa bunlar beni burada barındırmaz valla.
gel gör ki, yavrucak pek şirin
cahil ana babası yüzünden telef olmasına gönlüm razı gelmiyor
8)

dün

o kadar net bi başlık attım ki
bi an sanki dün çok önemli bişey olmuş da onu yazacakmışım gibi hissettim.
yok ayol, yok! (ayol? bunu da yazarken hoşuma gidiyor, konuşurken bi kez kullanmışlığım yok ya olsun. yazı dilinde olsun, varlığını sürdürsün. güzel bence. teklifsiz. insan kendini hüseyin rahmi gürpınarın bi roman kişisi gibi hissediyor)

ben henüz bi araba almayı başaramadığımdan kreş çıkışı ebeveynini bekleyen çocuk modundayım ya, sel gelsin beni alsın diye...
dün de öyle oldu.
sel geldi beni aldı.
ama daha işi bitmemiş, bi yere gitmesi gerekiyormuş.
ben de onunla gittim mecburen
zaten birini görecekti o kadar
uzun sürecek bişey değil.
arabada oturur kitap okurum dedim.

eve dönmeden önce dışarda bişeyler yiyelim dedik.
ben dedim daha doğrusu.
gidince yemekle uğraşmak istemedim.
hem de mayıstayız ya, havalar limonata, günler de uzun ya
seviyorum dışarda olmayı.

gittik bişeyler yedik.
azıcık dolaştık, tükkan falan bakındık.
kendime bi kot aldım 10 liraya.
zaten açık renk bişey istiyordum, baktım bu tam istediğim gibi bişey.
bedeni bana göre.
fiyatı bana göre.
almayıp ne yapacaktım 8)

sonra eve döndük.
dünkü liste aklımda.
başlamak konusunda da azimliyim.
sel'e dedim ki:
eve gidelim sen perdeleri indir, yıkıycam ben.
8)
e hem listeye başlamak hem de yorulmamak adına en uygun iş oydu.
üstünü başını soyun dökün, makyajını çıkar, yüzünü yıka falan derken ben..
baktım sel insanı geçmiş tv karşına kanal geziyor.
-e seeeel?
-efendim?
-ya perdeler yıkanacaktıııııı.. ay geç mi oldu, yarın mı yapsak yaa.. hı?
-farkındaysan hiç girişmedim zaten ben o işe.
-üf. tamam o zaman, öyliyse çekmece toparlıycaz. mecbur başlıycam listeye, kaçış yok.

gidip bi boş torba aldım geldim,
açtık çekmeceyi.
allah sizi inandırsın 2006 yılına ait derlenip toplanmış, ataçla tutturulmuş fiş öbekleri bile bulduk.
vakti zamanında vergi iadesi için mi derleyip toplamıştık neydi.
artık bunlar fazla mıydı, az mıydı bilmem, öyle kalmışlar.
karadeniz fıkraları cd'si 8)
gazete promosyonu orhangencebay ideal aşk cd'si
deryabaykal çarşaftandöpyesyap vs. dergisi
süresi dolmuş sağlık sigorta poliçeleri
bitik piller
milyon tane çakmak, aksi gibi hepsi de çalışıyor.
falan filan işte.
atgitsinlerle hadibudursunları ayırdık
ayaklarım uyuştuğu için bu derleme toplama işine son verdik.
ama hiç yoktan iyiydi tabi 8)

sonra tv'yi kapattık, kitap okuduk.
şimdi atıştırmak için meyve mi , cips mi tercih edersin konulu bir tartışma yaptık.
ben elbette cips dedim, 10 kilo alsa "zayıf" denecek sel bünyesi "elbette meyve" dedi.
bi de cipsi meyveye tercih edebilecek insan olduğunu kabul etmekte zorlandı.
kızdım.

o istemediği için, ben de istememe rağmen kendimi tuttuğum için cips yemedik.
meyveler de buzdolabından yeni çıktığından soğuktu, onu da pek yemedik
8)

"11.5 muuuu, ay kalk, ben yatıcam, geç olmuş" dedim.
ev soğuktu diye üstüme kalın sivetşört giydim, bi de hırka giysem mi sorusuna olumlu yanıt ve destek alamadığımdan öyle yattım.

sabah 6 civarı gözümü açtım, baktım yan taraf boş.
evli olduğumu hatırladım ama seslenemeyecek kadar uykum vardı, uyudum.
sonra bi takırtı tukurtu oldu
tekrar açtım gözümü.
yan taraf yine boş.
-seeeeeelllll....
-efendim?
-nerdesin, ne yapıyorsun ya bu saatte? saat kaç?
-6.5 canım.
-napıyorsun?
-mavi gömlek ütüleyeceğim kendime?
-var salonda, ütüledim ben dün (yaaaa.. dün o soyun dökün faslı arasında "beyime" bir de gömlek ütülemiş hamarat bir insanım kendim. fekat önünde çamaşır askılığı olan dolabı açıp askı çıkartmak zor geldiğinden gömleği salonda sandalye arkasına asmıştım)
baktım sel insanı giyiniyor.
-niye erkenden kalktın yaa
-ekmek almaya gidiyom fırına?
-sebep?
-ekmek yok!
-e daha erken, bayram ekmek dağıtmamıştır, yaz kapıya getirsin.
-yok o bakkaldan alıyo, ben fırından alıcam. hadi kalk erken kahvaltı edelim.

valla açıkçası o saatte kalkmak hiç konforlu gelmedi bana o sıra ama, fırın ve taze ekmek sözcükleri bir anda midemde bi hareketlenme oluşturduğundan, uykum da kaçar gibi oldu.
iyi tamam hadi git gel sen, ben de kalkarım.

kahvaltıya oturduğumuz saat normalde yataktan kalktığımız saatten önceydi 8)
o derece!
ama valla iyi oluyormuş böyle.
daha evden çıkmamıza epey vakit varken iş bitmişti.
bunu değerlendirdim:
-seeeeell... ya şu perdeleri bi indirsen diyorum? atsak makineye, kursak, yıkansa, gelince assak ha? hem gece gece perdesiz kalmayız böyle, ev ayna gibi.....

ay işte böyle.
perdeler makinede.
sel işte, ben işteyim.
listem kenara atılmadı, uygulamada.
(şunu da söyliyim de gurur duyun bennen 8) işe gelince, resim dosyamı elden geçirdim ve çerçeyin tüm resimlerini, videolarını bir yeni klasöre toparladım. bunu cd'ye yazıp, güzelce etiketleyip kaldıracağım. sonra da evdekileri aynı biçimde...)
kahvaltıyı erken yaptığımızdan karnım aç.
geçen gece bi kısım arkadaşlar şirkette sabahlarken benim bilimum gıdalarımı tüketmiş olduklarından da şu an atıştıracak bişeyim yok masamda, ne galeta, ne leblebi, ne bişey.hepsini yemişler yahu çekirge gibi...8)
allahtan saat 12'ye geliyor.
hem bu arada yazı da çıktı bak.
hahay 8)
çok becerikliyim çoookk..
öpiym de tam olsun.

25 Mayıs 2010 Salı

prokrastineyşın illetinden kurtulma adımları listesi

ataletim "yapılacaklar listemizi bloglara ekliyelim demiyorum" demiş ama,
bilen bilir, denilenden ziyade denilmeyeni yapmaya yatkın bi insanım zaten.
yine bi kendine sinir olma, gıcık olma,
işleri aklından geçirip üfleme,
herşeye üşenip söylenme
yapmayıp dertlenme halindeyim.
geçen zamana geçtiği için
geçmeyen zamana geçmediği için sinir oluyorum.
bi dayaklık haldeyim ki, sormayın gitsin.

erteleye erteleye
bekleye bekleye
sallaya sallaya yaşıyorum.
utanmadan da geçen zamana şaşıyorum.
yazıklar olsun.

gidip aynaya baktım,
tüü yazık sana dedim kendime
kendim de o kadar mahcup oldu ki, cevap veremedi.
geldim yerime oturdum kararlı bir tavırla, kaşlarım kalkık.
bi kağıt aldım ikiye böldüm,
başlık attım kırmızı kalemle.
ve tam 18 maddeyi bir çırpıda döktüm kağıda.
her bir maddenin üstünü çizmedikçe rahat yok bana.
buyrun burdan da yayınlıyorum.
size de söz, her hafta durum hakkında haberdar edeceğim sizi ve bu vesileyle de esas kendimi.

kılını kıpırdatmayan,
söylenmeye devam eden
ama kıçını da kaldırmayan saklambacı...
böcekler kovalasın!
(bak, o kadar da büyük yemin ettim ki dönüşüm yok)

işte listem:
* giysi dolabı boşaltılıp giyilmeyenler ayrılacak
* ayakkabılar için de aynı ayıklama yapılacak
* perdeler yıkanacak
* saksısına büyük gelen salon bitkileri yeni büyük saksılara taşınacak
* su borusu patlayıp da tamir edildiğinden beri önüne ayakkabılık çekilmek suretiyle kamufle edilmiş olan antre duvarı boyanacak
* mutfak halısı yıkamaya verilecek
* baharat dolabı temizlenip boşaltılacak
* ütü odasındaki çekmece elden geçecek, fuzuli şeyler atılacak
* aynı şey banyo dolabındaki çekmece için de yapılacak
* cd'lik alınıp cd'ler düzenlenecek
* balkon temizlenecek, çiçekler alınıp süslenecek
* yazın giyilmeyecek kazaklar ile kışın giyilmeyecek giysiler yer değiştirecek
* göz doktoruna gidilip yeni bir gözlük alınacak
* evdeki ve iş yerindeki bilgisayardaki resim dosyaları düzenlenecek, özellikle çerçey için özel bir klasör oluşturulup, yedeklenecek
* hobi malzemeleri düzenlenecek
* yeni bir kitaplık alınacak veya yapılacak
* şekersiz çaya alışılacak
*araba bulunup alınacak

hadi bakalım
başlıyorum.
8)

21 Mayıs 2010 Cuma

geri geldiler!!

kediko'nun belalıları
saksağanlar
yine taarruzdalar
8)
hatırlarsanız geçen sene bahsetmiştim bu olaydan
bizim kedi artık ne hata ettiyse 2 saksağanı kendine düşman etmiş, peşindeler bunun demiştim.
yaklaşık 1 hafta 10 gün sürdü sanıyorum
kedi canından bezdi
psikolojisi bozuldu
allah var "bu bi halt etti belli, yoksa saksağanlar niye saldırsın bu kadar inatla" diyordum.
ama şimdi....

dönüp yazıya baktım, daha doğrusu tarihe.
yine 3 aşağı 5 yukarı aynı tarihler.
hatta miladi değil de hicri takvimi esas alırsak neredeyse tas tamam aynı tarih!
aynı tarih!
bu kedi geçen senenin takvimine not düşüp de "bu tarihte saksağanlara saldır" yazmadıysa eğer,
garibimin bi suçu yok belki de.
belki geçen sene de yoktu
ay belki saksağanlar psikopat! 8)

dünden beri farkındayım
zaten farkında olunmayacak gibi de değil
mütemadiyen cakcakcakcakkkkkkk diye bi bağırtı dışarda
iki saksağan kediyi tepeleme derdinde
bu yavrum, hanımefendi kızım da ne olduğunu anlayamadığından olacak, şaşkın.
insanlardan medet umup ayağına bacağına sürünüyor milletin.
kimse yoksa bi kenarda durayım diyor ama rahat vermiyorlar.
arabaların altına kaçmaya çalışıyor, yine peşindeler.
8)
çıktım dışarı, bunu okşadım sevdim
şikayet etti bi de zavallım, miiiy miiiyy diye kısık sesle söylendi.
gel kızım, gel yavrum, ah kıyamam dedim.
saksağanı kovaladım (ki onlara da bayılırım esasında.)
azıcık moral verdim içeri girdim
girmemle birlik kabus gibi çöktüler yine üstüne.
en son bunu kaçarken gördüm 8)

miladi takvime göre mayıs sonu
hicri takvime göre cemaziyelahir başı
saksağanlar için hassas bi dönem mi acaba?
8)

20 Mayıs 2010 Perşembe

kim onlar?

az evvel istatiklere baktım da....
günlerce, neredeyse 1 ay boyunca hiç bişey yazmadığım süre içersinde bile en az 3 kişi her gün istikrarla sayfaya girmiş.
en az 3
8)
bir gün girdin bişey yok, 3 gün 5 gün...
1 hafta 2 hafta 3 hafta
ama yılmamışlar
eeehh yazmıyor ki bu da bişey dememişler
ısrarla her gün gelip bakmaya devam eden o 3 kişiyi bi merak ettim.
ah canlarım benim.
adresinizi falan verin de bari mail falan atayım 8)
ne bileyim mesaj yollarım,
olmadı çaldırıp kapatayım bişey yapayım.
kötü hissettim kendimi böyle.
kimsiniz?
bari bi öpiym.

başlık koymaya üşendim.

camları zangırdatan bir gök gürültüsü,
ardından, o gürültüye değmeyen 3-5 damla yağmur,
şimdi güneş.
hava böyle.
soğuk mu sıcak mı bilemiyorum.
üşendim öğlen yemeğe çıkmadım.
bi sandviç yedim oturduğum yerde
bi de sahibinden araba bakındım.
kardişi aradım 3-5 kere.
şuna ne diyorsun, şu iyi mi, bu nasıl, bunlar kötü mü.....
anlamıyorum zaten bişeyden.
onun kasası değişti diyor.
eeee?
e'si eski kasa alırsan sonra satmakta zorlanırsın.
hıı..
e fiyat iyiyse kasa eski
kasa yeniyse km fazla
km azsa kazası var
kazası yoksa yılı eski
aayyhhhhh...
eldeki para belli zaten.
sel dün ekmekle beraber umut da almış gelmiş
uzattı torbayı
ekmek aldım, gazoz aldım, gofret aldım, umut aldım.
ekmek, gazoz, gofret işe yaradı da
baktım bugün, aldığı umut yalanmış.
hiçbişey tutmamış.
velhasıl osu da olan, busu da olan, orası da böyle, burası da şöyle bi araba aramaya arıyoruz da
para belli.

dün evde kendi kendime iş, yemek ve keyif yaptım ya,
bugün pazar zannediyorum.
çünkü dün cumartesiydi zannımca.
dolayısıyla bugün pazar olmalıydı.
gerçi bugün pazar olsa yarın pazartesi olacaktı.
bu durumda bugünün perşembe olması pazar olmasından evladır, evet.

evlendirme programları seyrettim.
bence çok eğlenceli.
bekar olsam katılmazdım ama
evliyken bekar rolü yapıp katılma şansım olsa, dakika durmam.
bence çok zevkli olur.
-evi olsuun, emeklisi olsuun, bakımlııı, yaşını göstermeyeeen, 26 ile 55 yaş arasııı, biretpite benzesin 8)

sel'in bekar ablaları katsak mı diye düşündüm.
allah var talipleri çıkar.
güzel olabilecek kadınlar.
kaldı ki, kimlere kimlere talip çıkıyor, şaşıyor insan (tövbe yarabbim)
ama bi çay içtikten sonra ayrılırlar bence damat adaylarından.
çünkü büyük olan adamı tersler bir anda.
küçükle görüşen de hayatından bezer, gider evine kapanır.
program 2 damat adayından olur.

akşam olsun çıkalım eve gidelim bihtergili seyredelim istiyorum.
o değil de, sel çıkışta beni vaktiyle alsa keşke, hava yürümeye imkan verecek gibi değil.
zaten ayağımda çok yüksek topuklu pembe ayakkabılar var.
yağmasa da yürüyemem.
mahrumiyet bölgesinde çalıştığımdan da tolu taşımayla gitme şansım yok ki.
toplu taşımaya ulaşmak için en az 30 dakika yürümem gerek.
olsun.
şikayetim yok burda çalışmaktan.
masamın az önceki hali buyken nasıl şikayetim olsun ki 8)
not: benim makinanın tarihi niye kafasına göre takılıyor yahu!
not2: sabah arabaya binerken yolda ölü bi fare gördüm. araba ezmiş! hayır zaten sokak öyle sürat denemesi yapmaya müsait bir sokak değil, e fare desen hızlı olmasıyla bilinen bi hayvan.
araba, karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir fareyi nasıl ezer ki!
-aaa farecik ölmüş, dedim.
yoldan geçen bi adam bi bana bi ezik fareye bi daha bana baktı
sel de "farecik dediğin eşek kadar lağım faresi" dedi.
olsun. araba altında kalması gerekmezdi!
not3: yağmur şu anda az önceki gök gürültülerini fazlasıyla hak edecek şiddette yağıyor. ay ne güzel!
not4: haftaya annemler geliyoorrr.. 8) bu cumartesi değil, bir dahaki cumartesi kahvaltıya çağırabilirim, çok özledim.
not5: sel için zor 3 gün var önümüzde. bi hayır duası etseniz ne güzel olmaz mı 8)

11 Mayıs 2010 Salı

işte bişeyler...

yazma yazma
sonra da ay ne yazsam ki boş boş bak ekrana.

kafam çorba oldu.
işim vardı
yani aslında sabahtan beri habire ders çalışıyorum da denebilir.
işim bu zira.
fiziktir, kimyadır, matematiktir....
sor bana şimdi trigonometrik fonksiyonları birbiri cinsinden bulmayı
ya da,
omurgalıların genel özelliklerini sıralayayım size.
omurgasızları da biliyorum ama onu istemeyin
ıyh
sevmem omurgasızları hiç. tiksinirim.
sünger hayvanı var bi, o hadi neyse.
biyolojiyle işim olmaz derseniz
çözeltilerle ilgili problem çözelim, kimyasal türler arasındaki etkileşimleri inceleyelim....
yaaa..
sabah akşam ders çalışıyorum bi nevi.
negzel dimi 8)

dışardaki kavak ağaçları iyice terbiyesizleşti.
durdukları yerde öbek öbek pamuk üretip heryere saçıyorlar.
çimenlerin üstüne bakınca insanın elektirik süpürgesini çıkartıp temizleyesi geliyor, o derece.
oraya buraya pamuk saçtıkları yetmiyor gibi bi de tükürüyor bu ağaçlar!
valla billa.
insana tükürdüğü bişey değil, altında park edili arabalara da tükürüyor. (mala geleceğine cana gelsin yaklaşımı!)
ama bana ne, zaten arabam yok.

ankara yaz oldu ben yazmayalı.
birden bire.
hatta öyle birden bire ki
burnu kapalı baharlık ayakkabı arıyordum
e burnu açıkları daha giyemem, mevsimi gelmedi diye diye
bir anda geldi o mevsim.
beni bir sabah burnu, sağı solu, arkası açık ayakkabıyla gören sel "hayırdır" dedi.
giyiliyor artık dedim.
iki günde neyin değiştiğini anlamadı tabi, sordu:
"siz kadınlar bir merkezden fetva falan mı alıyorsunuz, onay mı çıkıyor?"
öyle bişey aslında.
açılış yapmak için bir gün önce Esra ile konuştuk çünkü "yarın açık ayakkabı giyelim" diye
nitekim şirketteki kadın nüfusu aynı şeye odaklıydı "aha! mevsim açılmış, yarın ben de giyeyim"
bu işler böyle galiba.
ve fakat ben hala burnu kapalı ayakkabı arıyorum o ayrı.

evde yemek yok.
biri kilo almaya, biri de almamaya çalışan iki insan aynı evde yaşayınca iki tarafın da memnun olması kolay değil.
akşam ne yesek sorusuna sel:
"kızartma yapalım, patatese girelim" diye coşkuyla fikir beyan ederken
"ama kalori" diye mızıldamak olmuyor.
adam yediğini bi şekilde ne yapıp edip yok ediyor içerde ama benim butlarım biraz tutucu 8)
yine de bağrıma taş basıp ona her türlü abur cuburu, pastayı, tatlıyı teklif ediyorum, özellikle de dışardaysak:
-seeel, sufle istermisin?
-yok canım, ne söyleyeceğimi biliyorum ben!
-gıcık!

zıplamanın ilk okul çocuklarına iyi geldiğini okudum bir yerde.
akşamları zıplıyorum.
valla.
(ilkokul çocuğu olmadığımın farkındayım, evet.)
durduğum yerde salak salak zıplıyor olmama ve bunu bir sağlıklı yaşam, bir kilo kontrolü, bir spor aktivitesi olarak değerlendiriyor olmama biraz gülüyor sel ama allahı var, destekliyor yine de.

e hadi artık ben gidiyorum.
arayı bu kadar açmayalım allasen, özlüyo insan 8)
hadi öpiy.

15 Nisan 2010 Perşembe

farkındalık ve şükür - TRT denetimleri

bazı şeylerin, kurumların, yasakların falan misal, faydası zamanında anlaşılmıyor.
ancak üstünden belli bir süre geçtikten sonra fark ediyor insanevladı.
çocuğa sütü içirir içirmez uzuyor mu boyu?
yoo değil mi, uzamıyor.
ama bakıyorsun selvi boylu bir insana "ben çocukken çok süt içmişim" diyor.
yaaa...
gerçi içse de uzamayabilir.
bebekliğimde biberonu 2 parmak eksik görmeye tahammül edemeyen, "aazınaa kadaaay..." diye pis pis ağlayan bi bebekmişim. süt meraklısı.
e ne oldu!
ya da şöyle mi sormalıyım?
bi de onları içmesem ne olacaktı?
8)
neyse mevzu o değil.
ne diyordum.
bazı yasakların da faydası üzerinden zaman geçince anlaşılıyor.
buyrun en kesin örnek.
TRT denetimleri.

kına saçlı sakin sanatçı lemansam'ın "dün gece hiç tanımadığım bir erkeğe sırf sana benziyor diye merhaba dedim" diyen şarkısı bu ahlaksız sözleri nedeniyle yasaklanmış mesela TRT tarafından.
kadınımızın ahlakını bozuyor diye. bu ne terbiyesizlik, türk kadını bu kadar iffetsiz mi kardeşim! diye köpürmüştür yetkililer herhalde. tanımadığın adama git merhaba de, sonra gör örekeyi.
sonuç:
tanımadığı erkeği bırak, kocasına bile merhaba diyemeyen bir kısım ile, tv programlarında merhabayı bırak her bişeyi diyebilen bir kısım sosyal çorba.

ya barışmanço'ya ne demeli. başka hayvanat kalmamış gibi arkadaşım eşek diye şarkı yapılır mı yahu! denetim masası imdadımıza yetişmek için gayret sarfetmiş etmesine ama "kuzu daha sevimli, arkadaşım kuzu olsun" önerisi kabul görmemiş rahmetli tarafından.
sonuç mu:
ne yazık ki eşeği "daha sevimli" bulan sapık delikanlı sayısı kuzuya musallat olandan fazla.

bu rahmetlinin vukuatı bir değil üstelik. "lambaya püf de" erotik unsur içerdiği için yasaklanmış. e haklılar. yasaklanmasaydı kimbilir ne mene bir toplum olurduk. aynı şekilde özdemirerdoğan. elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin, çocuğunuza dinletir misiniz şu şarkıyı "ikinci bahar yaşıyor ömrüm, gel benim yarim oluver şimdi". şükür ki vaktiyle TRT yasaklamış. ikinciyi bırak ömrü boyunca bahar görmemiş insanımız yârini izdivaç programlarından arıyor şimdilerde.

minikserçemiz de masum değilmiş meğer. TRT'den onay alamadığı kadar var aslında. ne demek "gel gel sarışınım"! nereye geliyor belli değil, ne amaçla çağrılıyor belli değil. yasaklanacak tabi. maazallah bi yasaklanmasaydı vaktinde.... düşünmek bile istemiyorum.

hadi bazısı açık açık ahlaka mugayyir. şu yukarda bahsettiklerimiz gibi. ama bir de gizli sakıncalılar var. şükürler olsun onları da kaçırmamış, anında yasaklamış yüce TRT. bakın misal ilk anda kulağa hoş gelen, insanın aman ne güzel temenniler bunlar diyesi gelen şu şarkı: "hayat bayram olsa, insanlar el ele tutuşsa..." ne var bunda mı dediniz? lütfen ama. TRT derhal ard niyeti sezmiş ve onay vermemiş tabi ." komünist propagandası var bunda!" yaaa.. sen çaktırmadan komünizm propagandası yapmaya çalışabilirsin ama neyseki buzağıyı öküzün altında dahi olsa eliyle koymuş gibi bulan TRTmiz var.

şimdi bir an için bi düşünün ya bu çirkin çirkin şarkılar yasaklanmasaydı vaktiyle.
ne olurduk?
eser kalır mıydı toplumumuzun şu nezih halinden?
lütfen kıymet bilelim.
kıymet görelim.

alakasız not: kıymet diyince kıyma ve et kelimelerini birleştirmişsiniz gibi geliyor mu size de?
alakalı not: öyle ya da böyle bi şekilde korunmaya çalışılan bir toplum nasıl bu hale gelebilmiş acaba?

12 Nisan 2010 Pazartesi

ağaçkakan

bahçede, çimenlerin üstünde gayet rahat tavırlar içersinde çimleri didikleyen bi ağaçkakan gördüm şimdi.
öyle de şirin bi şey ki.
buralarda olduğunu hiç bilmiyordum.
sevindim 8)

8 Nisan 2010 Perşembe

tamam güzel kardeşim.

buyrun çözün:

rasgele bir zamanda tutulan kronometreye göre
a kişisi 85 saniyede 15 kez "tamammı" derken,
ve b kişisinin de "tamammı" sayacı, a kişisinin 1/2 oranında sabitlenirken
toplam konuşma süresi > 1 saat ise
aynı ortamda çalışmaya çalışan biçare bir saklambaç kişisinin
"tamammı" haddi ne zaman dolar ve dahi taşar?

not: kişiler ve olaylar gerçektir. 8)

edit: konuşmanın devamında -ki halen devam ediyor- a kişisinin toplantıda 1.5 kilo verdiğini de itiraf etmesi aydınlatıcı oldu.

7 Nisan 2010 Çarşamba

bacaklarım ucuz!

kayıtlara geçsin lütfen.
çok güldük çünkü.
saat 17:00 civarı
işten güçten bunalmış bir grup olarak
sandalye üstünde bağdaş kurmuş biçimde oturmanın rahatlığı keşfedilmiş.
derken kızlardan biri
aslında lotus oturuşuyla oturabilmenin lazım geldiğini ama öyle oturulmadığını söyledi.
sordu:
öyle oturabilen birini gördünüz mü?
e gördüüm.
ben bizzat oturabiliyorum. 8)
sonra ispat etme gereği duymuş olmalıyım ki
sandalye üstünde kocca topuklu botlarımla düğüm oldum.
buyrun:


arkadaş şaşkın.
kendi de denemek istedi
pek olmadı.
açıkladı:
çünkü herhalde senin bacakların ucuz!
hahahahaaayy..
galiba uzun demek niyetindeymiş.
gülmekten kaymış durumda olduğumuz için devam edemedik.
esasında "böyle düğümlediğine göre kırılmasından korkmuyorsun, hani ucuz ya, olmadı yenisi alırsın" şeklinde de anlaşılabilir.
sonuç:
makyajım aktı, maskaram dağıldı, ter bastı, zaten güç bela iş yapıyordum hiç çalışasım kalmadı.
bir sefer daha düğümledim kendimi
kızlardan diğeri dilini ters çevirdi
dirseğimizi yalamaya ramak kalmıştı ki,
odadaki erkek arkadaş olacaklardan korkup dışarı çıktı.
galiba burda oksijen bitti.
biz de çıksak iyi olacak
du bi bacaklarımı çözeyim de oksijen alıp geleyim.
8)

1 Nisan 2010 Perşembe

bize katılır mısınız?

ikiletmedi katıldı zira.
böylece 5 kişi olduk masada.
ama dur baştan anlatayım dimi 8)

dün akşam kızlarla buluşucaz.
iki kız arkadaşım.
işten çıktım eve geldim önce, üstümü başımı değiştim, sel geldi sonra aldı beni götürdü buluşacağımız yere, ikaz etmeden de duramadı:
-bak orası içkili bir yer, asılan falan olmasın? kızkıza buluşuyorsunuz öyle mi?
-yok! 3 tane de yakışıklı bulmuşlar getirecekler beraberlerinde!
-döverim
-e hi 8)

girdim içeri, garson beni görür görmez, "arkadaşlarınız arka tarafta" dedi.
maaşallah pek anlayışlı bir garson!
kızlar gelmiş, biralar patatesler söylenmiş.
oturdum.
tam mevzunun başına yetişmişim.
-eee?
-işte e'si ben kızlarla buluşucam istersen sen de uğra dedim
-inanmıyorum, buraya mı gelecek!
-gelecek gibi!

adam milli atletmiş.
bi yüzbaşı.
kızlardan birinin net'te tanıştığı bir çocuk.
valla resimlere falan bakarsan da fena bi tip değil hani.
kıca saç(e haliyle, zira belirttiğim gibi asker!), renkli göz falan.
bi süredir yazışma muhabbet derken tanışsak noktasına gelmişler.
bizimki ben tek başıma görüşmek istemem demiş, "kızlarla buluşucaz, istersen gel"
çocuk kaçırır mı fırsatı, kabul etmiş.
şimdi çocuğu ilk kez görücez ya,
hadi bizi geçtim, bizimki de ilk kez görecek ya...
bi şifreli cümle belirleyelim dedik
sen çocuktan hoşlanmazsan bişey söyle, ona göre hareket edelim.
ama biraz salağız
daha şifreli cümle belirleme çabasında dağıldık gülmekten.
-sıcak oldu desen?
-e ya gerçekten sıcak olursa, sen çocuğu beğenmiş olsan da ter bassa?
-yok bu fikir olmadı!
-sen çocuğu beğenmediysen ikimiz sigaraya çıkalım de?
-e ben pek içmiyorum.
-ee o zaman sen çocuğu beğendiysen çocuk sigaraya çıksın?
-ben çocuğu beğenirsem sen çocukla dışarı çık!
-çocuk beni beğenirse senle çıksın!
-çocuk sigara çıkarsa biz birbirimizi beğenelim.....
şeklinde şuursuz bi beyin fırtınası sonucu şifreli cümle öznesinin arkadaşın kızı olmasına karar verdik.
-tamam ben beğenmezsem kız uyudu mu ki diyim, kalkıp arayınca da yok uyumamış, beni istiyormuş falan diye bahane eder kalkarız! artık başka yerde devam ederiz ne yapalım.
-tamam şahane bence
-anlaştık!
şimdi şöyle:
kızlardan birinin 6 yaşındaki kızına, kızlardan diğerinin (kaç yaşında olduğunu bilemediğim) anneannesi bakacak bu gece için. zira evleri karşılıklı. anneanne yaprakdökümünü arkadaşın evinde izlemek suretiyle bizim ufaklığa göz kulak olacak ki, biz kıza kıza takılalım. 8))

velhasıl anahtar cümleyi belirledik, rahatız.
gülelim, eğlenelim falan derken telefon çaldı.
malum şahıs gelmiş!
nerdesiniz, içerde mi, dışarda mı derken
arkadaş "dışarıya içerden mi giriliyo" cümlesiyle ilk artısını kapmıştı 8)
yalnız lütfen dikkat edelim dışarıya içerden mi çıkılıyor değil, dışarıya içerden mi giriliyor?
gerek yok dedik,
gerçi biz içerde otururken, sonra dışardaki bir masaya geçmiştik ama çocuğun bizle aynı güzergahı takip etmesine gerek yok 8) içeri girmeden de bize ulaşabilir.

geldi.
merhaba
merhaba
memnun oldum
bende
vs.

oturdu.
arkadaşın karşısına
benim çapraz karşıma.
heyecanlı yavrum.
ama nasıl olmasın!
tam anlamıyla deplasmanda
ilk kez çıktığı bir sahada
karşında sürekli gülen ve yıllardır tanışan 3 kız.
-hani şöyleydi ya...
-puhahhaaaaa
-hatırlıyor musun....
-hahahhaaaa..
yavrum bi pıstı bana kalırsa.
muhtemeldir ki içinden "ben yüzbaşıyım, askerim ben, yakışıklıyım, gözüm de mavi" falan diye tekrarladı önce
ama bizim kız çok hoş.
ama bizimki çok rahat
ve ama bizimki deli
yani yemedi.
hele "ben yemekteyiz'e katıldığımda..." yı da duyunca zaten yiyemedi 8)
(yemekteyiz'e katıldı bi deli arkadaşım demiştim bi yazıda bi zaman. o deli bu deli!)

biz eğlenip gülerken, buncağızım da kendince sohbete iştirak edip, gerek işinden, gerek bi anısından, gerek annesinden falan bahsederken....
kızlardan biri tuvalete kalktı.
hangisi mi?
bununki işte.
yani bu onunki aslında da
onunki olmaya çalışan bununki işte.
amaaaan her neyse
yanımdaki sandalye boşaldı yani.
böylece yanımdaki masayı fark ettim.
masayı ve orada tek başına oturup kahve içmekte olan tebessümlü kibar ve yalnız adamı.
adamceğiz bir masada öyle tek başına oturmuş kahvesini içerken
ve tabi mecburen
bizim sohbete kulak misafiriydi anlaşılan.
kibar bi surat, hafif bi gülümseme, kaçamak bakışlar.
şahane bi üçleme 8)

ben bu adamcağızı yan sandalyem boşalınca fark ettim fark etmeye ama
kızlardan karşımda oturanla epey bi göz göze gelmişler meğer.
e bizimki de vicdanlı insan
tebessümlü bu yalnız çocuğun kahve ile arkadaşlığına acımış olacak
üç beş sefer de göz göze gelip karşılıklı sırıtışınca.....
-bize katılmak ister misiniz? diye sordu.
şimdi ben bi afalladım önce tabi.
çocuk benden beter afalladı sanki ama hızlı düşünüp çabuk karar vererek değerlendirdi teklifi:
-ee... şeeyy, yani rahatsız etmezsemm, tabi memnun olurum.
geldi oturdu!
-ahmet ben.
8)
allah sizi inandırsın o an içimden:
"hah saklambaç, dedim. bi üçüncü adam daha girsin muhabbete de gör sen "heee 3 adam bulmuşlar getirecek kızlar" diye sel'le dalga geçmeyi!"

ahmet bize katılınca,
bizim kıza meftun olan yüzbaşı zaten katılıp kalınca
bizimki de tuvaletten dönüp masada tanımadığı bi adamı daha sırıtırken bulunca
şahane bi grup olduk ki anlatılmaz yaşanır.

ahmet doktormuş
kardiyolog.
bilemiyoruz artık neden tek başına geldi, neden öyle annesini kaybetmiş çocuk gibi mahsun oturdu kaldı akşamın bi saati orada ama,
içyüzünü araştırmadık tabi.
e çünkü zaten yalancıydı.
zira yaşımıza inanmadı
8)

-evet bi kızım var 6.5 yaşında
-!!!!!! kızınız mı var?
- 35 yaşındayım ben
-...............ama hiiiç göstermiyorsunuz!
-onun için 35 dedikten sonra durup bekliyorum, bu tepkiyi almak hoşuma gidiyor haha..
-siz? (bana bu soru)
-36! (tamam henüz 36 değil ama bir arttırmak istedim)
-!!!!!!!!!!!!!!
-hahahhaaaa..
-gerçekten mi?
-gerçekten!
-yemin ederim en fazla 25 falan derim ben size
-ay çok mersi. bu tepkiyi almak için duraklıyoruz yaşı söyledikten hemen sonra.

bizim gülüşmelerimiz yüzbaşıda "len daha tavlayamadığımız kızı yan masadan gelip yerleşen şu herife mi kaptıracam endişesine mi sebep oldu neyse, o da doktora sordu yaşını.
-siz?
-28!
-............................
(hahahhaaaa. buradaki sessizlik de bizdendi. zira bizim aksimize çocukceğiz yaşını gaayet belli ediyordu yavrum, hatta saçları olsa onlar da belli ederdi 8))

*******
gel zaman git zamannn...
ay ne diyordum yaaa....
o kadar ara verdim ki şu yazıya,
derli toplu bir hale sokma şansım yok zannımca.
bi yandan iş yapıcam bi yandan yazıcam derken hepten kaybetmeden toparlıyım mı ben?
**************
işte konuştuk, gülüştük falan filan
zaten daha çok biz konuştuk
biz gülüştük
garson gelip kasayı kapatıcaz hesabı alabilir miyiz deyince,
tabi dedik.
e zaten başka ne diyecektik.
garson hesabı getirmeye giderken ben de yapmam gerekeni yaptım tabi
sel'i aradım
-seeel.. kalkıcaz biraz sonra, gelebilir misin?
garson hesabı ve pos makinesi getirip götürdükten hemen sonra sel aradı.
jet hızıyla mı geldi naaptıysa..
gelmiş.
zaten yola yakın, dışarda oturduğumuz için telefonu açmadan gördüm kendisini.
o da görmüş olacak (ne ya olacak!)
arabayı park edip geldi yanımıza.
şimdi burda bi parantez açıp sel beni bırakırkenki konuşmayı hatırlatıyorum:
-kızkıza öyle mi?
-yok 3 adam bulmuşlar, onları da getirecekler!
gelelim manzaraya:
masada sel'in daha önce hiç görmediği (zira bizim de daha önce hiç görmediğimiz) 2 erkek var.
kapatalım parantezi.
sel kızları öptükten sonra bana fısıldadı:
-seninki gitti mi??!!

allahtan sel akıllı bi insan kendisi.
biz arkadaşları ismen tanıttık ama
o az sonra anlamış tiplerin devşirme olduğunu.
8)

neyse efendim, uzatmıyım.
kalkıyoruz ya.
sel bırakacak tabi kızları.
gel gelelim yüzbaşıyı olduğu kadar bizim kardiyovasküler arkadaşı da üzdü bu sonuç:
-ben bırakabilirim
-ben de bırakabilirim
-yani ben bırakırım
-ben bırakayım
-ben bırakayım mı
-ben de bırakayım mı
-bırakırım yani
-bırakırdım..

hahahahaaaaa
8)))
sonuç itibariyle biz onları "bıraktık" kafenin kapısı önünde
iyi akşamlar , memnun olduk diyerek ayrıldık.
artık bu ikisi bizden sonra içmeye gitmiş midir diyordum ama
yüzbaşının bizim kızdan gelen "birbirimize uygun değiliz" mesajının üzerine giriştiği
"ya noooolur ama yaa, nütfeeen, ama noolur, ama bi şans daha" yakarışlarını öğrenince
ikisinin de birbirlerini bırakıp gittiği belli oldu.

özetle:
kızlardan birinin kocasının gelip, hepsini toparlayıp götürmesi tahmin ediyorum arzu edilen son değildi çocuklar için ama... akşam biz çok eğlendik!
8)

23 Mart 2010 Salı

nü/nude/nudité/Nackte

ailemin sanatsal hatunları kısçe'nin yatak odasına tablo yapacakmış.
NÜyet etmişler, model arayışına girmişler.
anneme bakarsan canlı model bulmuşlar ama,
artık modeli mi ikna edemediler nedir,
en iyisi hazır "yapılmışı var" şeklindeki nü tablolardan yararlanalım diye karar vermişler.
fundamla ikisinin bulduğu nü'leri bana mail attı annem.
bi bak fikir ver de, olabilir olanları kısçe'ye mail atalım, hangisini beğenirse onu yapalım deyü.
iyi hoş bakayım da,
malumunuz iş yerindeyim.
ve malumunuz olmayabilir ama, ekranım halka arz durumda.
tam arkamda ve ekranımdaki her ayrıntıya hakim olabilecek mesafede ise bir erkek arkadaşımız oturmakta 8)
neyse ne yapalım.
neticede her şey sanat için değil mi?
açtım ben bu nü'leri
bi güzel inceledim.
akabinde yorumlarımı da bildirdim.
fekat içlerinde hoşuma gidenler olsa bile
ne bileyim şöyle bir çarpılmaktıır, bir ağzımın suyunun akmasıdııır, bir tekrar tekrar bakma isteğidir gibi etkileri olmadı.
dedim ben bizzat kendim de arıyayım.
efendim,
ben açtım gugıl aplanın görsel kütüphanesini.
yazdım muhtelif dillerden cıbıl ifadesi kelimeleri. (cıbıl mı! bak böyle aramadım ha. dur bi de ona bakayım)
oldu mu sana ekranım bir şenlik!
8)
fakat allah var (kendime not: anadan üryan insan resimlerini inceledikten sonra bunu hatırlamam iyi oldu) çoğunluğu şahane tablolar olmakla birlikte, yine çoğunluğu kadın ficudu.
birden kafama dank etti.
"anam! ekranda +18 resimler gören patron elinde oklavayla geldi de beni mi kovacak" diye düşündüm bi an tabi ama...
yok o değilmiş kafama dank eden.
şuymuş:
madem resim kardişle kısçenin evine yapılacak
ve madem kardiş dediğimiz anında gıcıklaşabilme yeteneği olan ukala şahıstan ziyade kısçenin göz zevki esas alınacak
o vakit neden ve niyçün kadın ficudu arıyoruz?
niyçün edeleli bir erkek insanı ile gözlerimizi şenlendirmiyoruz?
kendi kendime pek takdir ettiğim bu fikri hemen görsel olarak da destekleyerek anneme ve fundama mail attım.
bununla da yetinmedim tabi,
koştum geldim sizle de paylaşayım dedim.
söyleyin allasen bu tablo yatak odasında güzel olmamı?


eğer kardiş ve kısçe beğenmezse (ki zaten kardiş istemezse garibim kısçem de istemeyecektir) ben bizzat alıcı olucam. (not: anneme söyle; bacak boyu biraz daha uzun olsun. amin)
yatak odama da asarım,
misler gibi de bakarım.
hem belki 10 yıldır kilo alamayan, edele medele yapamayan sel insanı iştaha gelir de
şu bedbaht saklambacınızın dilinden kurtulur.
not: arkamda oturan arkadaş bir süre yukardaki kimliği belirsiz şahsın arka kısımlarını izledikten sonra, kalkıp gitti masasından.
yaaa.. yaaaa.... cıbıl hatunlara bakarken iyiydi di mii..
oh sefam olsun!
öperim çekinmeden (yukardaki şahsı değil yaauuvv.. sizi )
8)

18 Mart 2010 Perşembe

istenmeyen fikirler

ün=ses
ünlemek diye kullanılıyor misal.
harflerde de kullanım bu şekil.
ünlü harf=sesli harf.
kendi başına ses çıkartabilen yani.
ünsüz=sessiz.
tek başına biçare,
ıkınıp, sıkılıp durur, dikkate alınması için ünlü bi tanıdığı olması lazım yanında yöresinde.
şimdi o zaman
ünlü kişiler var ya,
bunların sesi fazla çıkıyor diye mi ünlü deniyor bunlara?
100 ünsüz insanın ses çıkartabilme gücü yeri geliyor 1 ünlü kadar olamıyor.
buna sebep mi meşhurlara "ünlü" diyoruz?
hı?

sonracığıma,
ünlü harf diyince,
burada gayet israfi bir kural olduğunu fark ettim.
bu ü, ö gibi harflerin üstünde neden 2 tane nokta var?
ünsüz olanları zaten noktasız.
yani bunların tek noktalı bi ara tipi yok.
az ünlü diye.
o zaman neden iki tane nokta ziyan ediyoruz ki?
ben çoğu zaman elle yazarken mesela, tek nokta koyup geçiştiriyorum.
valla yeterli performansı da alıyorum, ne yalan söyliyim hiç mağdur olmadım.
o zaman neden fazladan 1 nokta daha kullanıyoruz?
bence:
bu iki nokta isteyen ü ve ö harflerinin üst noktalarının bire indirilmesi yönünde bir imza kampanyası başlasa, ne bileyim ilgili kuruluşa dilekçe falan verilse...
hem bir nokta daha koymak ile geçen süre yanımıza kar kalır, yani zaman tasarrufu...
hem o kullanılmayan, arttırılan diğer noktalar başka ünsüz harflerin üstünde değerlendirilebilir, daha çok ses çıkartan bir alfabemiz olur.
hadi olmadı diyelim, bunlar bir araya getirilip, bir yerde biriktirilip birleştirilerek daha faideli yerlerde kullanıma sunulabilir gibi geliyor bana.
buradan hareketle şunu ifade etmek istiyorum ki, bu ün mevzusu madem iki noktaya bakıyor, hepimiz tepemize iki nokta koysak ünlü olur muyuz?
ben bunu bi deniycem, evet evet..
şekil 1: ünlü saklambaç
fikrime takılan diğer mevzu ise örgü yelekli yaz teyzeleri ve aynısın kış versiyonu olan hırkalı teyzeler.
bu teyzeler uzun, desenli, bol etekler ve üstüne kalça altına kadar uzanan düz renk-genelde bej, siyah ve kahve olabilir- yelek ve/veya hırka ile yaşamlarını sürdürüyorlar.
ayaklarda ise kalın çorap ve burnu açık terlik.
kombinasyona takılmış değilim de, takıldığım şu:
teyzeler sabit-mevsim değişken.
yazın biz tişortla bunalırken bak teyzeye üstünde bu yelek muhakkak var.
gel kışa!
biz araba içinde paltoyla büzüşmüş titrerken, teyze aynen, yelek yerine hırka farkıyla, altında desenli uzun etek, ayakta çorap, terlik, rahat rahat karşıdan karşıya geçiyor.
nasıl oluyor?
mevsim değişiyor da teyzeler nasıl aynı kalıyor?
yazın o yelekle terlemiyorsun amenna,
kışın o hırka sana nasıl yetiyor?
enteresante!
neyse.
son olarak da çil hakkındaki fikirlerimi paylaşıp gideyim.
neden çil'im yok yaa...
annemde var.
neden onda var bende yok, bu adına ne dense bilinememiş de çil denmiş o şeylerden?
neden çil denmiş o da ayrı.
çil eski türkçe çihil'den geliyor.
o da kırk ya da çok/ziyade/fazla falan demekmiş.
çil çil altın derken de bu anlamda kullanılıyor hani, bir sürü, dolu dolu altın!!
çilli kişinin sıfatında bu lekelerden pek fazla bulunduğundan olsa gerek adına çil demişler herhalde.
başkaca bi isim bulmaya kasmamışlar.
belki de yavrusunun suratında bunlardan gören bir anne kadın saymak istedi. olur a hekime gidip "evladımın suratında bilmemkaç tane nokta var canım cicim doktor, bana bi çare" diyecekti.
1,2,3,4,5,6,7,8,9... derken 38,39,40 noktasında kocası olacak hesapsız adam karıştı araya.
kadınceğiz de unuttu ne saydığını.
çihil dedi kaldı.
olamaz mı?
yoo olabilir bence gayet mantıklı.
yaz kış üşümeyen, terlemeyen, hırkalı termodinamik teyzelere inanıyorsunuz da
buna mı inanmayacaksınız!

hadi öpiym.
8)

12 Mart 2010 Cuma

dialoglar

dialoglar işte.
günden notlar.

1.
sel: türkiye ile imf arasında köprüler atılmış. ayrılmışlar.
ben: boşandılar yani. çocuklar kimde kalmış?
sel: çocukları bilmiyorum ama borç bizde kalmış!
ben: hahahahaaa 8))) (hayır niye gülüyorsam! bi sinirim bozuldu, içim acıdı zaar)

2.
sel(beni eleştiriyor):vıdıvıdıvıdı, şöyle de böyle de....
ben(hiç altta kalmam): e tabi! ya ne olacağıdı!
sel: bak çirkin tavırlar bunlar, çok ayıp ama. hemen bi ukalalık falan...
ben: evet ukalayım!
sel: cık cık cık. bu işte. ukalasın evet, hoş değil ama.
ben: yoo gayet hoş. ukalayım. ukalaysam ne olmuş!
sel: ne olmuşu var mı, bak boyun kısa kalmış.
ben: !!!!!
sel (paniklemiş): yaa kızdın mı?
ben(sinirim bozuldu tavrından, "bi halt mı ettim endişesi taşıyan ses tonundan): hahhahhaaa 8))
sel(rahatlamış): gör işte halimi, hem laf ediyorum, hem it gibi tırsıyorum senden.
ben: manyak!
sel: sensin!

3.
ben: ya neden yağşuklu insanlar almıyor şirkete insan kaynakları!
kızlar: EVET YAAA..
konuşmanın bundan sonrası yakışıklı erkek kavramı üzerine coşar. son tespit: çevremizde gönlümüze göre yakışıklı adam yok.

4.
kızlarla öğlen yemeği dönüşü
-ya hiç yağşuklu adam görmedik yaaa...
-hiç valla, bu ne canım.
(o esnada para çekmek üzere arabadan inip bankamatiğe yönelen gözlüklü bi erkek insanı görüş alanımıza girer)
- du bakiym, şu nasıl?
-bakiym... eeehhhh.. yaaani...koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi derler.
-tamam o zaman, çelebi bu.
-buna da şükür.
-hamdolsun.


5.
anneme bng maili:
ben: Eveeeet... günaydın. Bugünkü bng köşemizde spor ve şık karışımı bir kombinasyon var.
Jarse siyah elbise ve kot gömlek. Buyrun bakın yorumlayın
annem: çok güssel. çuval bile giysen havasını veriyosun zaati. hadi hadi şımarma. kime çektiysen (:
(işaretim doğru olmuş mu?)
ben: işaret doğru sayılır ama noktaları önce, parantezi sonra yapacan : )

5.
telefon: dirilidirilong
ben: aloooo
sel: bu bir bant kaydıdır, kardişin arabayı satmış, kocanın arabasıyla gidiyorsun akşam antalya'ya.
ben: neeeeeeaaa! satmış mı? e senin arabayla nasıl gidicez. af buyur leeeşşşş gibi. binmeden önce burnunu tıkamak gerekiyor.
sel: ya yıkatıp temizletecez herhalde allaallaaa.. hem bu bir bant kaydıdır dedik, konuşturmasana bantı..
ben: iyi tamam.

6.
ben: sel, bu elbise bu kot gömlekle olmuş mu!
sel: e ama yaaa.. çok ofsayt bu!
ben: ne ofsayt be! nesi ofsayt? kısa değil bişey değil.
sel: hem kısaa, hem kumaşı kaygaaan..
ben: yok daha neler. millet neler giyiyor bizim orda.
sel: ofsaayytt..! sen sizin oraya göre giyiniyorsun.
ben: e çünkü bizim oraya gidiyorum!!! nereye göre giyinicem başka?
sel: iyi tamam.

7.
cumartesi-pazar kahvaltısını annemlerle yapmak üzere 1.5 günlüğüne antalyaya gidiyoruz biz bu akşam kardiş-kısçe-ben ve koca. heheyyy.. 8)

8.
ne biçim yazı oldu bu be!
9.
olur olmaz "be" denmez. alıştırma ağzını.


10.
öpmem mi sandınız! yanıldınız 8)

8 Mart 2010 Pazartesi

kadunlar!!!

canım ciğerim nisa taifesi!
gününüz kutlu olsun mutlu olsun falan diyene kadar gün bitti, iyi mi!
hayır madem kadınlar günü, niye kadın çalışanlar tatil yapmıyor!
onu da geçtim bari yarım gün olaydı.
onu da geçtim bari çok iş olmayaydı.
üf.
bari bi öpiym cümleten kız!
8)
not: erkek okuyucu! kusura bakma canım, bugün sana bi lafım yok.
hadi... selametle.

4 Mart 2010 Perşembe

tarihte bugün.

tarihte derken geçmiş manasında değil.
takvim manasında.
bugün yani.
tarihe not düşeyim deyü.

*40 lira kazandım.
söke söke aldım paramı, yar etmedim karantibankasına. 2 ay kadar önce tüketici hakem heyetine şikayet etmiştim bunları. kart ücreti diye 40 lira kesmişler benden hakem amca, ü hüü, kolay mı kazanıyom ben o parayı diye.
allah razı olsun onlar da sırtımı sıvazlayıp tamam kızım, tamam evladım demişlerdi.
iki gün önce de mektubumu yollamışlar 8) kızım evladım, biz inceledik baktık, yerden göğe kadar haklısın, adi banka hemen verecek paranı geri diye.
"yaaaa.. naabeeerr." diye gittim bankaya öğlen. bir hafta içinde kartınıza iade edicez saklambaç hanım, affedin, büyüklük sizde kalsın dediler.
tamam dedim.

*yılın ilk bahar ağacını gördüm 8)
valla. öğlen bilkentten dönerken, yolun sağ kenarında beyaz çiçekli bi ağaç gördüm. nasıl güzeldi, nasıl mutlu etti beni. sesli sesli güldüm. içim açıldı.

*haydan gelen huya gitti.
40 lirayı bankadan kurtardım, ayakkabıya yatırdım. internetten alışveriş imkanı kadınlar için bir tuzak, bunu bilir bunu söylerim. oda arkadaşım markafoni indirimlerine bakıyordu beni çağırdı, "saklambaç, bak bu sana yakışır" diye. bi gideyim bakayım ne göreyim. şirin mi şirin, kot kumaştan, dolgu topuklu bi ayakkabıcık. hemi de 30 leraya düşmüş. ben almıyım da kimler alsın 8)

*pilim bitti.
dün işten çıkıp eve gidip ayaklarımı uzatıp yüzüme de maskemi sürüp elime örgümü alıp canım ailem seyretmek üzere kendimi şartlamışken, kardişin gazıyla bizzat "canım ailem" durumu yaşadık. neymiş efendim akşam rakı-balık çekmiş canları. kaçışımız yokmuş.
aldılar geldiler malzemeyi
pişirdik mişirdik diyene kadar saat oldu 21:30
bi göz tv'de, bi kulak sohbette falan derkeeen..
saat oldu 01:00
"aa yeter uykum geldi benim, hadi kalkın gidin yaaa" diye zorla yolladım evlerine çenesi düşmüş kardişi.
e sonra sofra topla, kendini topla falan derken, zaten kafam bi hoş olmuş, ne zaman yattım bilmiyorum.
sabah kalkıp işe gelmek hiç canım istemedi allah sizi inandırsın.
şu saat itibariyle pilim de bitti zaten.
kendimi eve atasım,
bihtergilleri seyredip devrilip yatasım var.
(gil diyince... bunların soyadı ziyagil miydi? ziya kim? ednan'ın dedesi mi?)

*sosyeteyim, deva bulmam!
dün iş çıkışı yakındaki sosyete pazarına uğradım Sel'i de sürükleyip.
tezgahlar toplanıyordu ama yine de eli boş dönmedim şükür.
"kaça gömlekler" soruma "25 lira, ama orjinal bunlar" diyen tezgaha "peh! orjinal takıntım olsa sosyete pazarına niye geleyim. pahalı!" diye burun kıvırıp uzaklaşsam da "hepsi 5 lera" diyen tezgahtan anında bir lacivert ceket kaptım neyse ki. uygun pantulum vardı zaten 10 sene önceden, e içine giyecek bi askılıyı da geçen yaz tas tamam 1 lira verip almıştım. üstüne de yeni kısa ceketim ile kombini tamamladım. günlük B.N.G mailimi gönül rahatlığı ile anneme attım 8)
(B.N.G. --> BugünNeGiydim. bu yeni başlattığım uygulama çerçevesinde anneme her gün resimli bildirim yapıyorum. özleştik de biraz.)


*2 saat geçsin de çıkıp gideyim noooluurr..
6 sene önce başlayıp, 2 sene önce biten bi proje hortlayıp hortlayıp kendini hatırlatıyor bi maille, bi müşteri bildirimiyle, bi güncelleme isteğiyle, bi bişeyle..aaaa.. yürü git!!!

*öperim
öperim işte.

1 Mart 2010 Pazartesi

bakım-onarım faaliyetlerim

boşa dememişler ana gibi yar olmaz diye.
her ne kadar koca kişisi tarafından bana yöneltilen iltifatkarhane laflar devam ediyor olsa da, kişi kendini bilmek gibi irfan olmaz düsturunu kendine şiar edinmiş (neyy.. yav nasıl çıkıyor bu laflar bir anda içimden.. töbee) bir insan olarak, kocadan çok annemin laflarına itimat ettim.
bakım onarım faaliyetlerine girdim.
dedim ya kozmetik sektörü benden karın doyuramaz artık diye, kendimi doğal sebze meyve yöntemlerine adadım diye... ataletim de yaz bakayım nedir onlar diyincee....
yazmak farz oldu.
buyrun efem, bir adet saklambaç deneği tarafından bizzat denenen yöntemler:
bir:
yoğurt + karbonat
diyokine, yoğurdun içine az biraz karbonat atılır, yüze göze bulanır. (yok yalan olmasın, göz çevresine sürülmüyordu)
denedim.
açtım dolabı çıkarttım yoğurdu, çay kaşığıyla karbonat da karıştırdım içine.
böyle fısır fısır bi sesler.
yoğurt kabardı, göz göz oldu valla
bi de bi çiğ kurabiyemsi ama ekşimsi de tatlımsı gibi bi koku.
iştahın mı açılsın, miden mi bulansın bilemiyorsun, öyle.
daldım parmakla sürdüm bunu yüzüme.
oyyy.. anam suratım yandı ya biraz!!!
az bi durdum daha duramadım, yıkadım yüzümü.
ama olsun o bile bi canlandırmış valla.
yanaklarıma kan gelmiş 8)
bir dahaki sefere karbonatı daha az koydum.
süper oldu.
20 dakika durulabiliyi.
yıkıyorsun yüzünü, mis.
sevdim.
iki:
domates + un
efendim, domates alınır, ortadan ikiye kesilir, gerek rende, gerekse el yardımıyla mıncırılıp suyu çıkartılır.
içine de bu sıvıyı krem kıvamına getirmeye yetecek kadar un ilave edilir.
domatesli ekmek yapıyormuş hissiyatına kapılınır.
bu hissiyattan uzaklaşmak için hemen banyoya gidilir.
malzeme surata itinayla sürülür.
yoğurt maskesine nazaran daha ten rengine yakın bir sonuç elde edilmiş olduğundan koca üzerindeki korkutma etkisinin daha düşük olduğu da gözlemlenir.
20 dakika falan beklenir, ay yeter diyip güsselce yıkanır, temizlenir.
bak canım okuyucu, vallaha bu da güzel oldu ha.
un sanırsam etkisiz eleman ama domates cilde çok iyiymiş diyolla.
üç:
bak açık konuşayım bunu daha yapmadım.
ama pirüpak bebek gibi bir cilt vaad ediyor.
yapıcam bunu da.
burada da ana malzememiz turp. kırmızı turp.
efendim, bir adet turp rendelenip, bir bardak süt içinde kaynatılıyormuş.
bunu 1 gece dolapta beklettikten sonra mucize iksirimiz hazır oluyormuş.
21 gün boyunca her gün yaparsak daaaa.....
aynalara inanamıyormuşuz 8)
dedim ya daha yapmadım ama niyetliyim.
sütüm de var turpumda.
dört:
bak bunu çok seveceksiniz, kolaycacık bişey.
bir adet maden suyunun içine sık yarım limon. daha az sıksan da olur.
sonra içme bunu.
içeceksen cimrilik etme bi soda daha aç onu iç.
bunu da buz torbalarına boşalt.
at buzluğa.
artık gece yatarken olsuuun, sabah kalkınca olsuun, çıkart buzluktan bi küp, dolaştır suratında bitene kadar.
cildi canlandırıyormuuş, gözenekleri küçültüyormuuş, kan dolaşımı artıyormuuuş (e haliyle. ziraa surat donuyor! sonra ısıtacam o bölgeyi diye ne ka kan varsa yolluyordur ficut.)
attım ben buzluğa kalıpları.
her akşam sürüyorum valla.
henüz bi numara yok ama , kötüye giden bi durumum da olmadı.
beş:
hamur işi maskesi.
adı öyle mi bilmiyorum da içinde maya var diye ben öyle dedim.
bu formülümüz de pak maya ile yapılıyor.
bu yaş mayalardan bir kaşık kadar alıp ılık su ile krem kıvamına getiriyorsun.
sonra "hahaaay.. göz çevresi kremine para mı veririm ben" diyip göz kenarlarına sürüyorsun.
kırışıkmış, morlukmuş, kaz ayağı, ördek bacağı... hepsine iyi geliyormuş.
ben bi denedim, bişey olmadı.
bi sefer denemeyle 20'li yaşlara dönmedim tabi ama, sanki iyi olmuş gibi hissediyor insan.
bilemiycem psikolojik de olabilir 8)
maya ve su fazla basit geliyorsa geliştirilmiş formüllü yeni maskemiz de var.
1 paket pak maya
1 yumurta akı
1 çay kaşığı limon suyu
1 çay kaşığı bal
bunları güsselce karıştırıp yüzüne sürüyormuşsun, 20 dakika sonra da yıkıyormuşsun.
gözenekler küçülüp, cildin yağlardan arınıp, sıfatına renk geliyormuş.
kendim şahsen maya kullanmamı gerektirecek bi gıda üretiminde olmadığımdan, evde maya falan yoktu. alırsam bunu da deniycem.

işte böyle sevgili beni severler.
cümle tarifleri deneyip, uygulayıp şahane bi insan olucam allahın izniyle.
zaten 2-3 sene evvel geçtiğim karanlık taraftan sıkılıp, siyah saçtan bunalıp, saçlarımı yeniden kızıla boyadım.
kafama renk geldi.
suratı da halledersem, değmeyin keyfime.

böylelikle huzurlarınızdan ayrılırken bu çok bilmiş yazımı bir foto ile renklendirmek de yaraşır diyerek sizlere bir de resim ekliyorum ispat mahiyetinde.
o dediğim şeyleri valla yapıyorum anacım. aha da bakın!

not: gördüğünüz gibi sadece kozmetik sektörüne değil, kuaför dünyasına da benden ekmek yok. saçlarımı da kendi elcağızımla boyadım. zifir siyah saçlarımın 2 aşamalı boya badana faaliyetleri sonucu bugünkü hali de şu şekilde.
(kafamda birden fazla renk olduğunun farkındayım. siyahı ancak bu kadar değiştirebildim, uçlar ancak kızılımsı kahveye kadar gevşedi, orda çakıldı kaldı. buna mukabil saç diplerim alev alev allah muhafaza)
sevgiler, saygılar efendim.

24 Şubat 2010 Çarşamba

noktalama*

*bir bütün halinde anlam ifade etmeyecek, birlik ve beraberlikten yoksun bahislerin nokta nokta maddeler halinde sıralanmasından teşekkül yazı.

. karadenize gidesim var. doğusuna. hani Artvin'e falan. buna mukabil tek yapabildiğim "bari yağmur yağsa da ağaçlık bi yere baksam" diye temenni etmek.

. bikaç sebeple anneme resim yollamıştım. işte "bak yeni kazak aldım, nasıl" falan gibi sebeplerle. annem "senin yüzüne noooolmuuşş!!!" ana fikirli yorumlar yaptı. cildim mi kötüymüş, krem mi kötüymüş, yorgunmuymuşum, yaşlanmışmıymışım gibi. bu vesileyle kendimi doğal yollu bakım onarım tekniklerine adadım. kozmetik sektörüne para kazandırmaya son! (he, kozmetik sektörü de sayemde dönüyordu!) yoğurttu, baldı, karbonattı, pirinçti, elmaydı, yumurtaydı, şuydu buydu.... umudum bunlar artık. 8) hem allaha şükür her tür derde çare varmış, baktım buldum. porselen gibi bir cilt istiyorsan başka tarif, mermer gibi bir cilt istiyorsan başka tarif. 8)

. şirketin geneli açık ofis. lakin benim bulunduğum yer camekanla kapatılmış bir oda. kapı genelde açık durur fakat kimi zaman toplantı vs sebeplerle dışardan insanlar geliyor, ve kapı kapanıyor. hah işte o zaman resmen oksijen karaborsası oluyor. 3 gıdım oksijen ilk çekenin ciğerinde kalıyor.
yapmayın yavrum, yapmayın evladım!!! vallaha kapıya "oksijeninizle gelin, bizimki kendimize kadar" diye yazı asıcam yaa...

. dışarda kapının önüne kedi maması döküyoruz sürekli, kız için. gözlem ve takiplerim neticesinde mamayı kızdan çok saksağanların yediğine şahit oldum. saksağanlarda kedi maması zehirlenmesi diye bi durum olduğunu duyan bilen varsa söylesin. yedikleri miktar öyle böyle değil.

. sel hasta. mikrobik bişey sanırım. mide-bağırsak-ateş vs. garibimin ne dinlenecek zamanı ne doktora gidecek imkanı olduğundan da geçmedi. gece yattıktan sabah kalkana kadar 4 kez üstbaş değişilir mi ya, terden sırılsıklam oluyor. bi seferinde komple nevresimi değiştirdik ki, alttaki alez bile ıslanmıştı.

. öküz gibi bi bünyeye sahibim ben kesin. (maaşallah!) etraf mikroptan kırılsa bende tık yok.

. plastik malzeme sıcakla birleşince bünyeye zararlı oluyor diye mutfakta mika bardakların yanısıra kağıt bardaklar da olması mantıklı. bana uyar. zira ben kendi cam kupamdan içiyorum çayı. lakin, çay karıştırıcının tahta olanına itirazım var. ay iğrenç bişey o yaaa. olmuyor ki. tamam belki plastik çubuk gibi zararlı bişeyler bırakmıyor olabilir çaya kahveye ama, anacım resmen iğğğrenç bi tahta lezzeti bırakıyor ki, o çubukla karıştırdığın çayı ağız tadıyla içmen mümkün değil. isviçreli bilimadamlarına sesleniyorum: bilmemkaçbin insan üzerinde yaptığınız abuk subuk araştırmalardan başınızı kaldırın da aldığınız maaşı hak edin! çayı karıştırıp atacak ama bu esnada çaya kanserojen ya da tat bırakmayacak bişey bulun!

. zaytung.com sen beni güldürdün ya, allah da seni güldürsün.

. öğlenleri Şems-i Tebrizî'nin Makâlât'ını okuyorum. gece yatarken çitlemelik barbara cartland, arada ayn rand, tv karşısında selçuk erdem komik kitap, bir iki doz murathan mungan eskileri....

. ünsüme not: v for vendetta'yı izlerken geçen akşam tv'de seni arıyasım geldi ama geç oldu diye aramadım.

. saçlarımı platin sarı yapasım var. ama buna dayanacak ne saçım var ne bütçem! eee?

. dışarda yağmur yağıyor. madem çamlıhemşin'de değilim, bari bahçeye çıkayım.

. öpiym.

17 Şubat 2010 Çarşamba

bugün bunu öğrendim/bir ibret hikayesi

* Erişteli yeşil mercimek çorbası köpük bardaktan içilmiyormuş!

her zaman gittiğim yer, her zaman yaptığım şey.
günün çorbasını büyük köpük bardağa koydurup, (ki böyle bir uygulama var zaten, ben rica minnet yaptırıyor değilim) bardağımı alıp rahatça kitap okuyabileceğim bir yere gitmek. huzurlu bir öğlen molası.
dün, önceki gün, geçen hafta... hep yaptığım şeyi bugün de yaptım. değişen ne: çorba cinsi!
mercimektir, yayladır, sebzedir... her türlüsünü severek içtiğim, içebildiğim çorba bugün bana zulüm oldu.
sebep:
erişteli mercimek çorbası olması.

hayır koyan gerizekalı da (burada hak hukuk aramayın, sinirliyim, çatarım) bişey söylemedi, uyarıda bulunmadı. çorbayı bardağa koydu verdi. (bi bak! bardağa ne koyuyorsun bi bak değil mi!! şurdan 2 gözleme 3 kaşık barbunya ama bardakta desem onu da mı sorgusuz vereceksin!)
aldım çıktım, mekana geldim oturdum. kitabımı açtım. ilk yudumu aldım. herşey normal. ilk birkaç yudumda yuttuğum şeyin içinde erişte ve mercimek olmaması beni bir nebze işkillendirmedi değil ama, allah var bu kadar zahmete yol aldığımı da bilemedim.
sonrasında ne mi oldu!
3-5 yudum sonra, çorba denen şeyin çorba olmasına sebep tüm sıvıyı tüketmiş, elimdeki bardağın dibine çöreklenmiş tıkış tıkış erişte ve yeşil mercimek ile mücadele içine girmiştim.
bardaktan içme niyetinde olduğumdan ve bu uygulama yüzünden şimdiye kadar hiç sorun yaşamadığımdan yanımda kaşık, çatal, bıçak, çubuk, galeta, pipet... yani o kütleyi parçalayıp sürüklememe yarayan hiçbir yardımcı yoktu.
tıkışık malzeme bardağın yarısından fazla bir yükseklikte öylece kaldı. bardağı kafama dikip tüm iyi niyetimle sarfettiğim yeme yutma çabası da üstüme yüzüme ve kucağımda duran ağzı açık çantamın cebine düşen yeşil mercimek taneleriyle sonuçlandı.
allahtan etrafta bu acıklı çabama ve hüsranıma tanıklık edecek kimse yoktu da, kendi sefilliğimle başbaşa kaldım.
yüzümü gözümü burnumu falan sildim peçeteyle. tıkışık malzeme dolu bardağı masaya geri bıraktım. çantamın cebinden, flashdisk üzerinden yeşil mercimek tanelerini aldım ve AydınBoysan'ı sevgi ile andım. (pislikten kasıt birşeyin yanlış yerde bulunmasıdır gibi bir yazısı vardı. der ki; tam da bu örneği vererek, şahane bir yeşil mercimek yemeğinden saç çıkarsa bu pistir, velev ki çıkan sevgilinin saçı olsun. aynı şekilde öpüp kokladığınız sevgilinin saçları arasından yeşil mercimek tanesi bulmak da mide bulandırıcıdır, mis gibi bir mercimek yemeğinden gelmiş de olsa.)
ağzıma atabilmek için çabaladığım, savaştığım yeşil mercimek tanelerini çantamın cebinden ayıklarken hatırladım bunu. ama yok gülmedim. sinirliydim.
sonuç:
bardakta çorba uygulaması asla ve kat'a erişteli yeşil mercimek çorbası için uygulanabilir değilmiş. bu aynı bardaktan karnıyarık yemeye, ya da ne biliyim karnıbahar yemeğe falan benziyor. daha bile zor. yemin ederim daha zor. yardımcı alet kullanmadan, hatta bardaktan içmek suretiyle ne yedirmek bir insana en büyük eziyet olur derseniz, allah şahit birinciliği erişteli mercimek çorbası alır. bu kadar da ısrarlıyım!

not: konuyla hiç alakası yok. sadece buraya not düşüyorum.
bugün gazetede okuduğum şu haber ne demektir ya!
"ebrugündeş insanı kocasıyla çocuk istediklerinin müjdesini vermiş!"
hamile olduğunun falan değil ha, yanlış anlaşılmasın. çocuk istediğinin müjdesini. MÜJDESİNİ!
-ohh, şükürler olsun rabbime, bak istiyormuş çcouk. ay aklım çıkıyordu, uykularım kaçıyordu ya istemezse diye, şeklinde bir düşünce sahibi var mıdır gerçekten?
bu isteği "müjde" kabul eden, bu açıklamayı "müjdeleme" algılayan?
var mıdır allahaşkına?
doğuracağından, doğurduğundan geçtim, artık "hadi hadi üzülmeyin sevgili halkım, istiyoz biz de, du bakalım yaparız bakarsın" haberleri de mi mübah bize yaa! bu mu müjdeleniyor!

hay bardaklardan erişteli mercimek çorbası içmek zorunda kalasıcalar!
ö ö ööööf.....