16 Nisan 2009 Perşembe

sene 1934

güçlü bir kadındı babaannem.
babasını tanımamış.
erkenden ölüp gidince babası, annesi tekrar evlenmiş.
iyi bir üvey babası olmuş, bilmem, öyle söylerdi.
neyse ki öylemiş.
zira anne de gencecik ölüp gitmiş.
henüz onlu yaşlarda tek başına kalmış.
kardeşi de yoktu babaannemin, kardeşe çok özenirdi.
anne yok, baba yok, kardeş yok.
bilmem karakterinden, bilmem şartlardan.
güçlenmiş, biraz sertleşmiş, biraz bencilleşmiş.
bi nişan hikayesi anlatmıştı bana.
bilmem neden, biriyle nişanlanmış.
yanlış hatırlamıyorsam, annenin ölümünden sonra, yanına gittiği dayı sebep olmuş olabilir.
ortaokulu bitirince, evlenmesi gerektiğine karar vermiş olacaklar, zengin bir adamın oğluyla nişanlamışlar.
nişanda,
damat adayı babannemin yanına gelip oturup,
daha ağzını açar açmaz,
benim şu kadar bağlarım var, bahçelerim var, şöyle şöyle üzümlerim var... diye övünmeye başlayınca,
yok demiş babaannem, olmaz!
bırakıp gitmiş.
iyiki de gitmiş.
hiç tanıma şansı bulamadığım dedeme çok aşık olmuş.
severek evlenmiş.
kaybının üstünden 20 - 25 sene geçmişken bile
hatırlayınca burnumun direği sızlıyor hala, hiç geçmedi derdi.
zor kadındı babaannem.
nur içinde yatsın.

babaannemden bahsetmemin sebebi, şimdi resmini koymak istediğim bir kaç sayfa aslında.
babaannemin okul yıllarındaki hatıra defterinin sayfaları.
asıl yazı konusu o.
asıl yazı konusu "yazı" yani.

şimdi, demem o ki,
ne oldu da, nasıl oldu da biz böyle yazan, konuşan bir toplumdan,
değiştik.
çirkinleştik.


bir bakarmısınız şu yazıların bütünündeki görsel zerafete, nasıl zarif ve özenli. hayranım harflerin her birine.

mevzu sadece özenerek yapılmış harfler, güzel bir el yazısısı değil üstelik. içerik.

yandaki resimde bir kısmını gördüğünüz hatıra yazısı, yazanın, hayatından ve yaşadıklarından ne kadar şikayetçi olduğunu, bundan çıkarttığı dersler ile de, bu sevgili arkadaşına nacizhane öğüt verme arzusunda olduğunu anlatıyor bir edebi dille.

şöyle başlıyor:


"kardeşim muzaffer,
benden hatıra yazmamı istiyorsunuz, siz muhterem ve temiz kalpli kardeşime neler yazmalıyım ki geçirdiğimiz şu bir senelik hayatı, istikbalde siz kardeşime hatırlatabileyim."






sonra şu yandaki sayfaya bakarmısınız, ne kadar güzel değil mi? word'un bir yazı fontu değil ki bu, elle yazılmış bir sayfa!












ve bu yandaki.

diğer iki erkek arkadaşın aksine, bu sayfanın yazarı bir kız. anlaşılan da samimi bir arkadaş, çünkü hitap teklifsiz:
"sevgili muzu"

arkadaşına kısaca muzu diyecek kadar yakınlığı olan birinden beklenmedik biçimde siz diye devam ediyor sayfa:
"size bu çirkin yazımı yazmaktan maksadım, elbette bir gün ayrılırız. işte o zaman çirkin bedbaht nevini ve arkadaşlarını hatırla, olmaz mı şeker kız?"

ne kadar hoş değil mi?
hitap sizli bizli olsa da, samimiyet belli.
tarihi de gözden kaçırmayın lütfen.
bundan 75 sene öncesi.



ya şu aşağıdakine ne demeli? Belkıs Hanımı pek sevdim ben. bakar mısınız hitaba:





"Kalbimin şen bülbülü cici Muzaffer,
canım sizin bu güzel defterinizi şu çirkin satırlarımla karalıyorum"




haha 8)
bu şahane yazıya çirkin diyen tatlı Belkıs Hanım, şimdi yazı diye çiziktirdiğimiz biçimsiz karalamaları görse güler miydi acaba?




sayfalarını fotoğrafladığım bu küçük defter, yaklaşık 8-9 cm genişliğinde, 12-13 cm yüksekliğinde bir ufak not defteri.
bende, çekmecemde duruyor.
zaman zaman çıkartıp yazılanları okuyorum, sayfaları seyrediyorum ve
babaannemin tek kız torunu olarak (kalarak demeliyim) ona sahip olmakta haklı ve şanslı olduğumu düşünüyorum.

Alper babaannesinden bahsedince, 11 yıl önce ölen babaannemi hatırladım ve paylaşmak istedim.
hem de istedim ki,
şimdi çirkinliği, özensizliği, basitliği, teklifsizliği tarz zannedip övünüyorken,
75 sene öncenin samimi sıcak ve bir o kadar da şık insanlarına bir gülücüklük yer bulalım kalbimizde.

samimiyetle öpüyorum sizi canım 8)

10 yorum:

oya dedi ki...

çok güzel bacım..
çok güzel..
bayıldım..
gerçekten de çok hoşuma gitti..
keşke diyesim geliyor böyle zamanlarda,
keşke o zamanları görebilseymişim..
samimiyetin yozlaştırılmadığı,
estetiğin yüceltildiği o zamanlara..

bir de yazı içindeki yazıyı okurken
aklıma ingilizce de "siz" hitabı olmadığı için çektiğim sıkıntılar aklıma geldi..
sırf bu yüzden adamlara sör kadınlara da mem demekten nefret ediyorum..

ve tabi babaannen..
Allah rahmet eylesin, huzur içinde yatsın..
sayende, bu vesile ile de kendisini rahmetle analım..

öperim bacım..
muhabbetle ;)
bu güzel yazı için de çok teşekkür ederim :)

ATALET dedi ki...

hatta o kadar ki..
sözcüklerin harflerini bile değiştiriyoruz..
seviyorum yerine.. seviyrm yazsalar gam yemeyeceğim..
seFiyom yazıyorlar..
hatta öyle ki..
eğer özenli yazıyorsan .. bırak konuşuyorsan.. seni antika eser olarak görüyorlar..

hatta öyle ki.. insan kendi değerlerini bile sorgulamaya ben eski usul kaldım demeye başlıyor.. sorguluyor..

hatta öyle ki..
en komilfo görünen kişiler.. biraz itiraz görünce birden asıllarını belli ediyorlar..

bu işbilme doğru davranışı birbirine aktarma işi kadınların görevi toplumda..
bak fransızlar bu işi çok iyi yapar mesela..
stil güzellik hayat tarzı olarak bire bir aktarırlar kendi deneyimlerini..

sen söyleyince şöyle bir düşünce oluştu birden aklımda..
e.. asillerden kurtulmuştuk zaten sürüp.. okumuş ve görgülüleri de varlık vergisi ve diğerleri ile alaşağı ettik..
50lerde para ve güç dengesi değişti bu memlekette..dolayısıyla anadolu insanına geçti toplumun önde giderliği.. anadolu insanı çok uluslu.. çok yöreli..
yöresel töreler aktarılmaya devam etti..
ama az da olsa kalmış olan toplumsal şehirli kuralları..
dayanamadı..
demek bu tip ailelerde kadınlar bu aktarma işini sürdüremedi..
bir olasılık.. çalışan kadınların en çok bu sınıflardan gelmesi.. anne kız diyalogları belki bu ailelerde zedelendi.. bileyim.. öylesine geldi aklıma..

bir de .. kadınların genç kalma arzusu var elbet..ilerine benzeteceğine..
kızlarına benzemeye çalıştılar son zamanlarda..
zaten toplumun çöküşü de daha mı hızlandı ne ??
onlar kızlarını kend
ne

ATALET dedi ki...

ve..
babaanneye rahmet dilerim..
böyle anman ne güzel..
onu okşamak gibi olmuş bu..yumuşacık olmuş..

üçtemmuz dedi ki...

çok güzeldi burdacığım. iyi ki paylaşmışsın. son cümlelerini de çok sevdim. Nur içinde uyusun Babaanneciğin...
Öperim tatlım...

.. dedi ki...

oyacım bacım,
onca zorluğuna rağmen ben de isterdim o zamanları görmeyi. hem samimi, hem nezaketi elden bırakmadan yaşanan ilişkileri.
ataletimm,
bu aktarımın sorumlusu kadınlar, haklısın. ama bir yerde aksıyor işte demek ki. çocuklar anneleri değil, sokağı otorite kabul ediyor.
babaannem ıspartalı. yani anadolu işte, taşra. istanbulun konak çocuğu da değil ki. bu özen orda bile varmış diye düşünüp hayrete düşüyorum o yüzden. önce ısparta sonra konyada yaşamış bir kadın. başını eğip kocayı kabul etmemiş,seçerek evlenmiş, emekli olana kadar çalışmış, ekonomik özgürlüğü varmış.
yalnız genç kalma arzusuna gelince,
çoğu kadının aksine babaannem yaşını büyütmeyi severdi, birkaç yaş büyük söylerdi nedense 8)
okşadım onu evet, dalgalı, yumuşacık, ipek saçları vardı hep omuz hizasında kısa tuttuğu.
ünsüm,
nur içinde yatsın dilerim ben de. bir de bilsin onu andığımı.

kumhavuzu dedi ki...

kendi hatıra defterlerimi düşündüm:)
bir şiir defterim vardı
ve benim büyük yeğen Almanyada
hasta olurdu ona
teyzem burda yok böyle bişey diyerek:)

Görgü anneannede başlıyor demişti Yargıcı bir röportajında
ama çok kez devam edemediğini görüyoruz ne yazıkki:)
babanneye rahmet dileyelim
sevgiler dualar gönderelim güçlü kadına
sanada öpücükler..pembeli..m:)

likelife dedi ki...

hmm bu aralar babaanne öyküleri arttı.
ben de anneannemi anlatsam dizi olur belki ama, üşenirim şimdi :))

eski çağların güzelliğine gelince..
evet..
ben de..
hep filmleri falan izledikçe geçmişte yaşamak isterim..
özellikle rönesans avrupası vs..

ama bahsi geçen defterlerin yazıldığı dönemde yaşamak istemezdim..
şıklığa özenip takdir etmediğimden değil..

ama (babaanneni hariç tutuyorum) o zaman daha da kısıtlanıyormuş kadınlar..
öyle buluşmak gezmek filan hak getire..
mahallaede bir bohçacı bi bilmemneci olacak da,
mektup getirecek de,
pencereden aşağıda bekleyen sevgiliye 2 sn göz süzülecek de aşk yaşanacak..

temiz bir aşk,
düzeyli bir aşk belki ama ben sabırsız ve tez canlı bir insanım..
beklerken bunalırım..
patlarım...

sevdiceğimi görmek isterim,
buluşmak elele gezmek isterim..
hem telefonda uzun konuşmalar, mesajlaşmalar filan..

ayy..
ben galiba düzeysiz aşk seviyorum :)))))))

.. dedi ki...

kumumm,
yargıcı doğru demiş. öperim seni pembe rujumla. 8)
hayat'ım,
rönesans avrupasını şaşalı giysilerle, saçlarla falan izleyince filmlerde hepimizi cezbediyor sanırım ama, zamanın parasız pulsuz köylülerinin de yerinde olmak ister miydik bilmem.
ben aşkta sabrı severim.
ne demişler, yumurtayı ancak kuluçkaya yatırarak çıkartırsın civcivi, kırarak değil.
eski kafalıyım galiba 8)

hobigiller dedi ki...

ne güzel anmışsınız babannenizi.hemde okuyanların içinden çıkartacağı bir sürü ders
de cabası.zaten herşey insanların nezaketini kaybetmesiyle çirkinleşmiyormu.nezaketsiz,samimiyetsiz,hırçın bir toplum olma yolunda hızla yol almaktayız malesef.

.. dedi ki...

hobi.. hoşgeldiniz.
gerçekten doğru, her şey nezaketi kaybetmeyle başlıyor çirkinleşmeye. ne fena 8(